Yağmurlu bir sonbahar gecesi Mülkiye’de zıkkımlanmış Kızılay’dan eve doğru. Koca meydanda in cin yok, tek tük birkaç kişi. Birkaç adım önümde. Eski koyu bir palto. Elleri pantolon ceplerinde. Kısa boylu bir adam. Bu, evet, Aziz Nesin. Korkusuz tek başına. O gün bir paneldeydi. Önümde, yağmur altında  yürüyen adam o gün Türkiye’nin manşetlerindeydi. Yanından geçerken panelde söyleyip tartışılan şeylere dair bir laf attım, hocam, şu altmış ihtilalini sahiplenmeniz… demeden, irkilmeden ve hiç oralı olmadan. ‘yaşamadan anlayamazsın sen de yaşayacak sonra benim söylediklerimi hatırlayacaksın…’. Diyalog bu kadar. Çekip gittim, Sıhhıye’ye aşağı doğru yürürken uzaktan ardından bir daha baktım.  Sonra birkaç defa daha karşılaştık ama Aziz Nesin’i hep, siyah paltosuyla gecenin onikisi, çok zayıf elektrik ışıklarının aydınlatamadığı karanlığa doğru tek başına bu yalnız yürüyüşüyle hatırlarım.

Aziz Nesin kuşağı kendinde bir üstünlük meziyet görmeyen halktan hiç korkmayan insanlardı. Giyiniş oturuş konuşuşlarıyla ahaliden ortalama bir insan görüntüsü verirlerdi. Cesaretleri hiç kırılmayacak çelikten düşünce irade sahibiydiler.

Bir oduncu bir manav gibi onlar da yazardılar. 80’li yılların sıkıcı karanlık boşluğunda baş döndürücü hızla okuyan benim kuşağım, Aziz Nesin’in edebiyatını halk için mucizevi ilaçlar gibi görürdü, ancak hastası olduğumuz kendi edebiyat düşüncemiz için çok sıradan vasat bulurduk. 50’li 60’lı yılların ışık elektrik ve okuma yazması olmayan Anadolu kasabalarının Aziz Nesin’in okuması boşuna değildir. Bir edebiyatçı olarak üstelik yasaklı (komünist, öcü) bir yazar olarak geniş kitlelere ulaşabilmek gerçek bir kahramanlık ve kıt kanaat zorluklarla bir aydınlanma öyküsüdür.

LEVENT KIRCA'YA ÇOK ŞEY BORÇLUYUZ

Levent Kırca’nın mizahı tonunu tınısı kalibresi melodisini Aziz Nesin frekansından alır, yasaklı yıllarda geniş kitlelere siyasi mizah tadını yaşattı, Levent Kırca en zor günlerde mizahıyla geniş kitlelere rahat nefes aldırdı, Haldun Taner, Zeki Alasya-Metin Akpınar, Kemal Sunal gibi Levent Kırca’ya çok şey borçluyuz. Seksenli yılların arkası ve önü Gırgır Dergisi, Aziz Nesin, Deve Kuşu Kabare ve Olacak O Kadar (Levent Kırca) aynı mizahi hafilikte ve ama çok geniş öğretici samimi içten bizden bir mizah kültürüyle bu ülkenin herkesin hergün konuştuğu ortak değerleri neşesi haline geldiler.

Mizahları halkın tek sığınağıydı. Mizahları halkımızı kötülere karşı koruyan bir kalkandı. Mizahları anne baba çocuk içinde izlenen zehirli gıdası tehlikesi hiç olmayan saf organik Nasreddin Hoca Karagöz Hacivat gibi milliydi ve sözünü lafını hiç esirgemeyen eyvallahsızdı. Lafını dobra dobra söyleyemeden yaşamaları nefes almaları imkansız bir karakter sahibiydiler.

O korkunç cunta günlerinde dahi bu topraklarda herkesi gülmekten kırdıran bir ‘mizah bayrağı’ açtılar. Bir zamanlar hepimiz o bayrağın altında her birlikte kahkahalar atarak eğlenerek büyüyorduk.

Bu samimi mizahı becerebilmek herkesin harcı değildir, başardılar, onlarca yıl afişlerde ekranlarda adları hep en çok izlenen en beğenilenler listesinde başı çektiler.

İnsan önce neyi kaybettiğini bilmeli, ahalinin çok sevdiği Nasreddin Hoca’nın ruhunu taşıyan bu ‘samimi mizah’ ortak değerimizdi, işte bunu kaybettik. Bugün ekranlarımızda çok kabiliyetli yeni bir kuşak var, ancak önlerinde kırılması imkansız bir duvarı aşamıyorlar, hiç biri ekranda siyasi mizah yapamıyor, yapamadıkça çok yetenekli olmalarına rağmen ahaliyle aralarındaki ‘samimiyet’ duvarını bir türlü aşıp Levent Kırcalar Zeki Alaysalar Kemal Sunallar gibi halkla kucaklaşamıyorlar.

LEVENT KIRCA İLE İLK KARŞILAŞMAMIZ

Levent Kırca’yla ilk karşılaşmamız 12 Eylül  sonrası Ankara Dil Tarih’te her sezon sonu tiyatro bölümünün sahneye koyduğu bir tiyatro oyununda oldu. Küçük salona çok erken geldim. Talebe oyuncuların çoğu arkadaşımdı. Biraz sonra salon doldu. Ve Levent Kırca içeri girip yanımdaki boş koltuğa oturdu.

Başıma gelecek felaketten habersiz Levent Kırca’yı yanımda görünce çok sevindim piyango çıkmış gibi. Biraz sonra salonda kim var kim yok Levent Kırca’nın üstüne hücum etti. Herkes Levent Kırca’ya yakın oturabilmek için saç saça baş başa kavgaya tutuştu.

Tam o sırada ayıptır söylemesi çok da güzel bir kız benden hiç müsaade istemeden kollarımdan tutup fırlatır gibi beni kaldırıp yerime oturmak istedi. Önce kalkmak istemedim, ne oluyor şaşkınlığıyla yüzüne doğru baktım, sonra kız, o manken ve cici kız görünümüne hiç sığmayacak şekilde suratına korkunç kabadayı bir ifade verdi ve yüzümün tam ortasına vuracak şekilde yumruğunu hazırladı. Aman bir bozukluk çıkmasın diye yerimden fırladım ve oyunu arkadan ayakta izledim.

Çok geçmeden sanırım Akün sinemasında, salonda boş gördüğüm bir yere oturdum, çok geçmeden hiç tanışmadığımız hiç merhabamız olmayan Levent Kırca yine geldi ve yanıma oturdu. Ben yine aynı kargaşa çıkar diye panikle bekledim. Etraf kalabalıklaşmaya ve herkes yanındaki koltuklara oturmak için izdiham başlayınca, bu sefer suratımın ortasına bir yumruk tehdidi henüz almadan usulca kalkıp yerimi azgın hayranlara hediye ettim…

Allah’ın işi işte, yine birkaç hafta sonra, bu sefer Fransız Kültür’ün sinema salonundayım, ancak Fransız kültür geniş kitleler değil entelektüellerin takip edeceği çok özel filmler gösteriyor. Salona girdim ki salon bomboş. Anlaşılan bu filmi tek başıma seyredeceğim. Koca salonda tek kişiyim ve ışıklar kapandı film başladı.

Karanlık içinde salonun kapısı açıldı ve bir izleyici daha içeri girdi. Bomboş salon içinde oturacak hiçbir yer yokmuş gibi, geldi tam yanıma oturdu…

Şöyle bir baktım, Levent Kırca…

İçimden şimdi burayı da hayranları basar esprisiyle Levent Kırca’nın yanından kalkıp arkadaki boş sıralara oturdum…

Sonra dediğim çıktı film devam ederken ancak beş-altı kişi içeri girdi ve film ara verdiğinde herkes tek başına oturan Levent Kırca’yı tanıyıp yanına üşüştüler.

Levent Kırca’yla bir diğer karşılaşmam bir yirmibeş sonra…

‘NE OLUR LEVENT AĞBİ BANA ZAMAN VER…’

 

Ergenekon süreci. Halk TV yeniden yapılandırılmış programlara yeni başlamışım. Korkudan kimse ekranda konuşmak istemiyor.. Levent Kırca’dan bir telefon, Ulusal Kanal’a davet etti, Halk TV’den izin vermiyorlar, dedim. Beni ikna için öyle konuştu böyle konuştu, ‘ne olur Levent ağbi bana zaman ver…’ dedim.

Silivri önlerinde gaz bombaları Ulusal Kanal’da gaz bombaları, Ulusal Kanal’a kim müdürlük yapıyorsa herkes içeri tıkılıyor, ekranda konuşacak adam kalmadı, birkaç ay sonra, Levent Kırca yine aradı, ‘hadi ya, gel artık…’.

Halk TV’nin gidersen seni Halk TV’den kesin atarız azarına rağmen, bu zor günlerde amansız mücadele veren Ulusal Kanal’ı asla boş bırakmamalı diyen vicdanımı dinleyip Ulusal Kanal’a başlama kararı verdim…

Ancak telefonda Levent Kırca’ya, hikayeyi anlatma ihtiyacı hissettim.

Levent ağbi, bak şimdi ben senin yanına oraya geliyorum ama… Geçmişte şöyle şöyle oldu. Bu hikayeyi bilmezsin üç defa tesadüfen oturdum üçünde de başıma bunlar bunlar geldi… Yine oraya gelirim, ben yanına oturunca yine millet hücum eder…

Levent Kırca: Yok yok merak etme, millet artık bizden kaçıyor! Kimsede bizim yanımıza oturacak yürek kalmadı, (dalga geçerek) endişen olmasın?

İyi ki kararımı erken verdim ve bu soylu insanların yanında birlikte çalıştım.

Televizyona yönetici olan herkesin sırayla tutuklanıp içeri tıkıldığı günlerde o yönetici koltuğuna gelip ülkenin bir mizahçısı Levent Kırca oturdu.

Akıl yürütmeden korkmayan insanlar, içinden geleni söylemekten korkmayan insanlar, ölümden korkmaz!

Bir kavganın ortasında bir mücadele anında savaşta bir cephede, bir saniyecik olsun yanınızda görünmüş insanlar, artık sizlerin ebediyen dostu arkadaşı olur.

Cephede kurulan dostlukları hiçbir şey sona erdiremez bitiremez.

Hayatımız içinden hayranlarından fırsat bulup yanına oturamadık ama…

Polis baskınları ve gaz bombaları içinde Ulusal Kanal stüdyosuna girdik ve o soylu insanlarla aynı cephede yan yana onurlu ve tarifsiz bir gururla dosta düşmana ‘poz’verdik.

İçimizde huzura insanı neşeye dair minnacık bir kırıntı yaşıyorsa hala bu fotoğrafların gücü sayesindedir.

Güle güle Levent Ağbi, görevini katbekat korkusuzca yaptın, hepimize iftihar edip onur duyacak bir isim bıraktın, çok çok sağol Levent ağbi.