Eğitim-İş Niğde Şube Başkanı Timur Özkan, Bakanlar Kurulunca hazırlanıp TBMM’ye sevk edilen  Kamu Görevlileri Sendikaları Kanun Taslağı hakkında bir basın açıklaması yaptı.

 

Timur Özkan açıklamasında şu görüşlere yer verdi.

 

Dağ fare doğurdu, Toplu Sözleşme Yandaşla Sözleşme Oldu…

 

 

Uzun süredir tartışılan, kamu çalışanlarına sözde toplu sözleşme yapma olanağı getirecek olan yasa değişiklik tasarısı, Bakanlar kurulunca nihayet TBMM’ye sevk edildi.

 

Cumhuriyet tarihinde ilk defa kamu çalışanları yılbaşında zamsız maaş aldılar. Bunun gerekçesi memur maaş artışının TBMM’de yapılacak yeni toplu sözleşme yasası sonrasında, sendikaların hükümetle imzalayacakları toplu sözleşmeye bırakılması olarak sunulmuştur.

 

Oysa TBMM’ye sevk edilen yasa tasarısından da anlaşıldığı üzere asıl sorun yeni yasayla tek söz sahibi yapılmak istenen Memur-Sen’in, masadan sıfır zamla kalkmış olmasını perdelemektir.

 

Hükümet TBMM’den çıkardığı 2012 yılı bütçesinde ilk altı ay için %3’lük bir ücret artışı öngörmüştü. Pekala bu oran avans olarak maaşlara yansıtılabilirdi. Ancak yakın bir zamanda Memur-Sen’in imza atacağını düşündükleri toplu sözleşmede de zaten bu orana yakın bir ücret artışı kabul edileceğinden, Memur-Sen’in masadan sıfır zamla kalkmasını perdelemek için bu kez yılbaşında zamlı maaşlar ödenmedi.

 

Şimdi, bu oyunun senaryosuna 4688 sayılı yasada değişiklik öngören yasa tasarısında rastlıyoruz. 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliklerinin üzerinden geçen bir yıldan fazla bir zamandır tartışılan yasada tüm diğer sendika ve konfederasyonların itirazlarının dikkate alınması bir yana her yeni metinde daha da fazla yandaş sendikanın istekleri doğrultusunda değişiklik yapıldığı görülmektedir.

 

Uluslararası sözleşmelerle belirlenmiş olan evrensel ilkelere uygun bir tasarıdan çok uzak metinde en küçük bir katılım, çoğulculuk, demokrasi, örgütlenme özgürlüğü, grev hakkı ve dolayısıyla gerçek bir toplu sözleşme düzenine rastlamak mümkün değildir.

Bundan önce defalarca belirttiğimiz üzere, sendika hakkı, toplu sözleşme hakkı ve grev hakkı ayrılmaz bir bütündür. Bu haklar uluslar arası sözleşmelere uygun olarak tanınmadıkça yapılan düzenlemeye bir oyun demekten başka seçenek kalmamaktadır.

 

Grevli toplu sözleşmeli sendikal haklarını isteyen kamu emekçilerinin bu oyunlara boş vererek “hak verilmez alınır” ilkesinden hareketle bir an önce eyleme geçmesi gerekmektedir.

 

TBMM’ye sevk edilen yasa tasarısında eski metinlerden farklı olarak hizmet kollarında yetkili sendikaların hiçbir öneminin kalmamış olması göze çarpmaktadır. Yasa hem sendikaları belirlenmiş olan hizmet kollarında kurulma konusunda zorlamakta hem de bırakın her bir kamu kurumunun özgün koşullarına, hizmet kolu düzeyinde bile bu sendikaların toplu sözleşme yapmasına olanak getirmemektedir.

 

Bu durumdan en çok belediye çalışanlarının etkileneceği ve şu ana kadar belediyelerle yapılmış yüzlerce toplu sözleşmeye rağmen bu işyerlerinde bir daha toplu sözleşmeye izin verilmeyeceği ortadadır.

 

Toplu sözleşmenin kapsamına sadece bir takım mali ve sosyal haklar girmektedir. Tek tek sayılan bu mali ve sosyal hakların isimlerinin sayılmasından hiç değilse bu konularda özgürce pazarlık yapılacağı anlamı çıkmasın. Yasa tasarısında bu haklarla ilgili sistem değişikliği

 

 

yapılması da yasaklanmıştır. Yani taraflar şu katsayı sisteminden vazgeçelim dese bu mümkün olmayacaktır. Bu madde toplu sözleşmeyi aslında yüzdelik ücret artışlarına indirgemektedir.

 

Toplu sözleşme de çalışanların temsili, konfederasyon düzeyinde olmaktadır. Tasarıya göre hiçbir evrensel kuralda bulunmayan nitelikte bir temsil söz konusudur. Toplu sözleşmede çalışanları en çok üyeye sahip ilk üç konfederasyonun temsil edeceği belirtilmiş ancak yedi kişiden oluşacak heyette en çok üyeye sahip konfederasyonun heyet başkanı dâhil dört kişiyle temsil edilmesi öngörülmüştür. Bununla da yetinilmemiş sözleşmeye yalnızca heyet başkanının imza koyması hükmü getirilmiş, eğer sözleşme imzalanmışsa hakem kuruluna da başvurulamayacağı belirtilmiştir.

 

Bir başka deyişle sözleşme masasına Memur-Sen 4 kişi oturacak, bunlardan birisi heyet başkanı olacak, diğer konfederasyonların temsilcileri ne derse desin, hatta geriye kalan 6 üye ne derse desin heyet başkanı sözleşmeyi imzalarsa hakem kuruluna dahi başvurulamayacaktır.

 

Bu trajikomik durumu şimdiki sistemle karşılaştırdığımızda sözde toplu sözleşme düzenine nasıl geçtiğimizi daha iyi anlayabiliriz.

 

Mevcut sistemde memurların mali ve sosyal hakları Bütçe Yasası ile dolayısıyla TBMM tarafından belirlenmektedir. Aynı yasayla ücretlere yılın ikinci altı ayı ve ek zamlar konusunda artış yapmak üzere Bakanlar Kurulu’na yetki verilmektedir. Bakanlar kurulunda bir karar verilebilmesi için bütün bakanların ve başbakanın imzası gereklidir. TBMM’ye sevk edilen yasa tasarısında ise bütün yetki aslında bir tek bakanla memur-sen’in başkanına verilmiştir. İşte bu ileri demokrasi olsa gerek.

 

Bütün bunlara rağmen eğer hakem kuruluna başvurulmuşsa, adı hakem olan ancak çoğunluğu hükümet tarafından belirlenen kişilerden oluşan zorunlu tahkim kurulu son sözü söyleyecektir.

 

Böyle bir yasanın kamu çalışanlarına toplu sözleşme hakkı getirdiğini söylemek çalışanlarla dalga geçmektir. Grev hakkının olmadığı bir toplu sözleşme düzeni, isterse tam anlamıyla özgür bir pazarlığı içerse bile gerçek anlamda bir toplu sözleşme değilken, böylesi bir yasayla amaçlanan olsa olsa dalga geçmektir.

    Kamuoyuna saygıyla duyrulur.

 


Editör: TE Bilişim