2013 1 Mayısına iki yıl öncesinde kalmış “meydan” tartışmaları ve meydan okumalarıyla giriyoruz. İstanbul Taksim 1 Mayıs Meydanı “teknik” nedenlerin ardına sığınılarak “politik” kararlılıkla işçi ve emekçilere kapatılmak isteniyor.

Meydanlar bir bütün olarak tarih boyunca devlet aygıtını elinde bulunduranlar için hegomonik bir güç göstergesi ola gelmiştir. Meydanlar üzerindeki hegemonyası ezilen emekçi kitlelerin bu meydanları kendi sınıf çıkarları için kullanmaya başlamasıyla kırılan muktedirler meydanları kendinde tutmak, korumak ve elbette ki emekçileri, ezilenleri bu meydanlara çıkartmamak için her türlü hile ve şeri kullanmayı kendilerine mubah görmüşlerdir.

Ülkemizde de 1960’lı yılların sonlarından itibaren kent meydanları, muhalif kesimlerin dönüştürücü etkisi çerçevesinde dikkate değer bir değişime uğramıştır. Öğrenci ve işçi sınıfının gösteri alanları olarak meydanlar siyasal iktidarların kontrol ettiği kamusal mekânlar olmaktan çıkmaya başlamış, giderek artan biçimde gösteri ve protesto eylemlerinin alanı olarak tanımlanır hale gelmiştir.

Bu dönemde toplumsal mücadele süreçleri ve bu mücadelelerin mekâna yansımasıyla ilgili olarak en çarpıcı örnek kuşkusuz 1976 ve 1977 1 Mayıslarıdır. 1976 yılında Taksim Meydanı’nda gerçekleştirilen ilk kitlesel 1 Mayıs mitingi, bu mekânın somut bir mekâna dönüşmesini sağlamıştır. Buna karşı 1977 1 Mayıs’ında, hem bu kitleselliğin önüne geçmek, hem de bu mekânı soyut bir mekâna geri dönüştürmek için girişilen ve ölümlerle sonuçlanan çabalar ise, istenenin aksine, kazanılmış olan mekânın somutluğunun pekişmesine yol açarak Taksim Meydanını 1 Mayıs Taksim Meydanı olarak emekçilerim bilincine kazımıştır.

77 1 Mayıs’ı sonrasında Taksim Meydanı hemen her kesimin gözünde sol hareketlerin protesto ve eylem mekânı olarak görülmeye başlanmış ve toplumsal hafızaya uzun süre bu çerçevede kaydedilmiştir. İzin verilmemesine karşın ertesi sene de aynı meydanda kutlanan 1 Mayıs, daha sonra ise tümden yasaklanmış ve mekânsal süreçler bu yolla tıkanmaya çalışılmıştır. Ancak artık 1 Mayıs Meydanı olarak da bilinen Taksim Meydanı, biz emekçilerin gözünde simgesel bir önem kazanmıştır ve her 1 Mayıs’ta inatla bu meydana çıkma iradesi gösterenlerle göstermeyenler arasında farklı, siyasal iktidarla meydana çıkmak isteyenler arasında ise daha farklı bir mücadele ve güç gösterimine dönüşe gelmiştir.

2013 1 Mayısı ön gününde Taksim’e çıkma iradesini gösteremeyenler “Kadıköy” meydanına rotayı kırmışlar, sınıftan ve emekçilerin mücadele tarihinden bihaberler ise “Çanakkale” ili meydanında 2013 bir Mayısını kutlama kararını günler öncesinden açıklayarak Taksim 1 Mayıs Alanını emekçilere “teknik” nedenlerle kapattığını duyuran siyasal iktidarın ekmeğine yağ sürme geleneğine devam etmişlerdir.

Unutmayalım ki Taksim Meydanı ile simgeleşmekle birlikte, hemen her kentin önemli meydanları, muhalif kesimlerin ve bu tür bir siyasallaşmanın kontrol ettiği mekânlara dönüşmeye başlamıştır. Ankara’da Kızılay Meydanı, İzmir’de Konak Meydanı, Diyarbakır’da Dağkapı Meydanı 1980’e kadar bu tür dönüşümleri yaşayan meydanlardır. Daha önceki dönemlerde siyasal iktidarların gücünün simgesi haline gelen bu meydanlar 1970’li yıllar boyunca sol muhalefetin gücünü gösterdiği ve üzerinde kontrol kurabildiği mekânlar olmuştur.

1990’lı yıllar ise, neoliberal hegemonya projesi ile birlikte toplumun depolitize edildiği dönemlere denk gelmektedir. Bu durumun doğal bir sonucu sadece meydanların kaybedilmesi değil, aynı zamanda meydanları aktif olarak kullanan muhalif kitlenin de küçülmesidir. Daha önce 500.000 kişiyi geçen 1 Mayıs gösterileri 50.000 kişinin katıldığı etkinliklere dönüştüğünü hep beraber yaşayarak gördük.
Evet, meydanlar bir kentin işlevlerinin vitrine sunulduğu mekânlardır. Bu anlamda kent meydanlarını tanımlarken tek ve üzerinde uzlaşılan bir işlevsellikten söz edilemez. Meydanlar, kentsel çelişkinin odaklandığı alanlar olarak öne çıktıkları ölçüde farklı kesimler için farklı anlamlar ve işlevler taşıyan kamusal mekânlar olacaktır. Kentte yaşayanlar için meydan, gündelik hayatta içselleştirilen aktivitelerin alanıdır. Belli bir anda bir buluşma mekânı, başka bir anda bir dinlenme yeri, yeri geldiğinde bir gösteri mekânıdır.

Siyasal iktidarlar için kent mekânı bir güç alanıdır. Devletin gücünün simgesel ve işlevsel anlamda kamuya sunulmasında meydanlar önemli rol oynar. Aynı zamanda bir kamusal mekân olarak meydanlar siyasal iktidarlar açısından obsesif (takıntılı) kontrol mekânlarıdır. Devletin meşru bulmadığı etkinliklerin engellenmesi ve düzenlilik, devlet açısından önemli öncelikler arasındadır. Sermaye için meydanlar ve etrafı, metalaşma süreci içinde anlam kazanır.(Sermayenin emrindeki siyasiler “Taksim Meydanına AVM, hatta Rezidans dikeceğiz” söylemiyle bu metalaşma sürecine hizmet edeceğini beyan eder.) Bu çerçevede kent meydanları bir çelişki, bir birinden farklı mücadeleler ve emekçi güçlerle egemen güçlerin bir bütün olarak karşılıklı meydan okuma alanları haline gelmiştir.

Biliyoruz ki yüz yıllar boyu meydanlar esas olarak, yukarıdan tasarlanmış olmaları sebebiyle, iktidarın, gücünü ve ideolojisini halka sergilediği mekânlardır. Ancak bu güç gösterisine sahne olması nedeniyle aşağıdan hareketlerin iktidara karşı örgütlü gücünü sergilediği mekânlar da meydanlar olduğu unutulmamalıdır.

Esas mesele, dünyayı ve meydanları farklı şekillerde yorumlamak değil de onu değiştirmekse eğer; meydanlar açısından da esas mesele oraya çıkmak değil, oranın tarihini emekçiler açısından yazabilmektir. Emekçiler, yıllar önce Taksim Meydanı’na girdiler ve oranın tarihini kanlarıyla yazdılar.

Gün bu tarihe sahip çıkma ve yeni şeyler yazma günüdür. Emekçiler yarın (bu gün) İstanbul Taksim dâhil ülkemizin tüm şehirlerinde alanlara çıkıp meydanların gerçek sahibinin kim olduğunu gösterecektir.