Niğde Çevre Kültür ve Eğitim Derneği katkılarıyla cumartesi günün (bu gün 7 Nisan) saat 14.00 da Niğde Eğitim Sen toplantı salonundaki “Ekoloji ve Demokrasi” konulu panele duyarlı her yurttaşın katkı sunması gerekir. Yaşanılabilir bir çevre mücadelesi günümüz kapitalist üretim sistematiğinde yakıcı ve aciliyeti olan bir sorunsal. “Kar azami kar” felsefesiyle yol alan kapitalistler kendi sonlarını hazırladıkları gibi tüm insanlığın hatta dünyamızın da sonunu getirmekte hiçbir engel tanımıyorlar.
 
        Ekoloji, yeryüzünde var olan canlı ve cansız bütün varlıkların karşılıklı olarak etkileşimlerini inceleyen bir disiplin alanı. Yani birimiz, diğerimizin varlığından etkileniyor, bir Kutup Ayısının yok oluşu, sıranın bize de geleceğinin işaretini veriyor.
 
       Demokrasiyle ekolojinin ne ilişkisi var? Diye sorula bilir.Demokrasinin, özgürlüğün, ekolojik bir anlayışın sosyal yanını öne çıkardığımızda, her ekosistemin kendi içinde “öz kültürel” değerleri olduğu görülür.. Her değeri, kendi içinde ele almak ve başka değerlerle etkileşimlerini gözlemek gerekir.
 
       Bugün ne düşünüyoruz? Feodal üretim ilişkilerinin sonlanıp, kapitalist üretim ilişkilerinin geliştiği 19 ve 20. yüzyılda, feodalizm ile kapitalizm aynı anda, başat bir süreç yaşamıştır. Bir toplumda yaygın olan üretim ilişkileri, diğer bir toplumda azalmış ya da artmış olabilir. Aynı toplum içinde dahi farklı üretim ilişkileri devam ediyor olabilir.
 
      Türkiye toplumunda da, farklı üretim ilişkileri aynı anda süregelmiş, kapitalizm bugün çok daha değişik bir sürecin içine girmiştir. “Mavi yakalılar”, “beyaz yakalılar” ve “altın yakalılar” olarak adlandırılan emekçiler, içinde bulundukları üretim ilişkileri ve konumları itibariyle yeniden bir tarife ihtiyaç duymaktadır.
 
      Hangi biçimde bir üretim gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, mal ve mülk ile hizmet üretimi karşısında, nakit sahibi olanlar ayrışıyor. Ne kadar malınız, mülkünüz, ne kadar çok hizmet üretiminiz olursa olsun, nakit değilseniz bir “hiç” olabilirsiniz.
 
      Artık üretimin ve ticaretin yeni biçimler aldığını görüyoruz. İnsan düşüncesinden daha ileriye doğru sıçramış olan bu üretim biçimi, “patent ve marka” tescillerinin artmasında kendisini gösteriyor. Elle tutulan bir “mal ve hizmet üretimi” değil, daha çok “buluş”ların gerçekleştirildiği bir çağda yaşıyoruz vaazları her kademeden dillendiriliyor.
 
       Siyasette Dünya demokrasi değerleri üzerinden tartışmalarını ilerletmişken, Türkiye gibi ülkelerde ulus-devlet modeline sımsıkı sarılmaktan başka bir alternatif geliştirilememiş görünüyor. Bu bakımdan, kapitalist üretim ve ilişkiler açısından dünya devletleri hızla “aynılaşıyor.” Ama ekonomik açıdan, örneğin bilgisayar ve program üretimi alanında Hindistan bugün Türkiye’den daha ileri bir üretim sürecini yaşıyor. Demek ki, hangi ülkenin demokratik ve gelişmiş, hangi ülkenin otokratik ve geri kalmış olduğunu sorgulamada ortaya koyacağımız kriterlerimizi değiştirmeye ihtiyacımız var.
 
        İşsizlik var mı? Yoksulluk var mı? İnsanlar aç mı? Yeryüzü ısınıyor mu? Piyasada nakit dönmüyor mu? Ortak organizasyon devlet, insanlarının zorunlu sosyal ihtiyaçlarını karşılamakta aciz mi? O halde sorun vardır ve bu sorunların karşısında, aynı boyuttan bakarak çözüm üretilemez. Her sorun, doğduğu atmosferin ötesinde bir yaklaşım ile çözülebilir. Artık siyasete de, ekonomiye de, hayata da farklı bir bakış geliştirmek zorundayız.
 
       Hamasi cumhuriyet, ulus ve devlet kavramları üzerinden üretilen siyaset miladını doldurmuş ve yeni bir miladın başlaması için ramak kalmıştır. Siyasette “demokrasi”, üretimde “toplumsallaşma”, yaşam biçiminde “kolektif değerlerle bireylerin özgürlüğü ve doğayla uyum” ilkelerini iyi anlamak gerekiyor.
 
     Günümüz ekonomisi finans kapitalizmin hâkimiyetinde olan bir ekonomi işlerliğine sahiptir. Finans kapitalizmi, likidite sahibi, yani nakit, yani sermaye sahiplerinin, bankaların, finansörlerin sistemidir. Devlet bütün hukuki sistemini, finansörlerin düzeninin korunması üzerine geliştiriyor. Toprak sahiplerine karşı hukuksuzluk yapabilirken, finansörlerin sistemini özenle koruyor. Bunlar sadece parayı çalıştırmakla elde edecekleri gelirle yaşarlar ve “bu düzen iyi düzen” diye düşünürler. Onların dışındakiler ise, sadece onlara bağlı olarak kölece koşullarda çalışırlar.
 
       Finansörlerle, onlara bağlı çalışanlar arasındaki çelişkide, biz finansörlerin karşısında saf tutmak durumundayız. Yani marabaların, yani amelelerin, yani ağzı kokanların, yani emekçilerin, yani yoksulların, yani emekçilerin, yani alınteriyle geçinenlerin emeği ile geçinenlerin. Yanında durmalıyız.
 
       İşte biz emeği ile geçinenlerin önünde, demokrasi, özgürlük ve ekolojiden yana, kapitalist sistem karşıtı bir duruş sergileme görevi vardır. Bu duruşu sergilemek için küçük ama önemli bir adım bu günkü panele katılarak yaşanılan ve yaşanacak olan tehlikelerin neler olduğunu, konunun uzmanlarından (Ayşen ATASEVER-Hüner BUĞDAYCIOĞLU) dinleyip bilgilenmek olacaktır.
 
      İyi hafta sonları dileklerimi iletirken panele gelin derim.