Yazımın başlığı son iki yıldır güney sınırlarımız altında yaşanan sıcak savaş koşullarından kaçıp canını kurtaran mültecilere yardım edenlerin hangi saik le yardımda bulunduklarını irdelemek değildir. Mülteci dalgasından görece daha az etkilenen illerden birinde ikamet etmemize rağmen birçok kereler Şengal’den, Rojava’dan son iki aydır da Cizre’den, Sur’dan, Silopi’den güvenlik nedenleriyle kentimize gelen ailelere yardım yapılmasına ön ayak olurken, kıt kanat bütçelerinden nakdi veya ayni yardımda bulunanların gözlerindeki pırıltının çözümlemesi yapma hadsizliğine düşmeyiz elbet.

 

      Hıristiyanlığın ilk dönemi hariç tüm semavi dinlerde önemli bir yeri olan sadaka kültürünün İslam inancında da önemli bir yer tuttuğunu bilenlerdenim. Lakin sadaka ve dayanışmanın aynı şey olmadığını iddia edenlerdenim. Hattı zatında her ikisinin de kültürel ve psikolojik kodlaması aynıdır. Sadaka daha dini ve uhrevi bir arka plana sahipken, yardımlaşma ise daha modernist bir kavramdır ve daha az rencide edici bir tınıya sahiptir.

      Ama her ikisinin de anlamı, arka planı ve karşı taraftakinde yarattığı etki ve örgütlenme biçimi aynıdır. Örneğin her ikisinde de asıl ön planda olan, karşı taraftakinden çok, sahip olanın yani verenin iç huzurudur.  Örneğin her ikisinde de kimse kendinde olandan vazgeçmez, vazgeçilen artık kullanılmayan, fazlalık olan ya da önemsiz olandır.

 

      Mesela kimse “başımın gözümün sadakası olarak, beni sıcak tutan parka ile su geçirmeyen şu ayakkabılarım benden daha çok ihtiyacı olana gitsin” demez. Mesela kimse kendi çocuğunu erteleyip de, önceliği bir kış için de olsa Cizre deki ya da Somali’deki çocuğa vermez. Yapılan yardım ya da verilen sadaka ihtiyaç sahibinin gözle görülen yarasını sarsa da, onda gözle görülmeyen bir başka yara açar.

 

      Her ikisi de vereni yüceltir, verenin kendine olan özgüvenini çoğaltır, alanı ise ezik duruma düşürür. İki tarafın eşit ilişki kurabilmesinin koşullarını ortadan kaldırır. Gerek sadaka gerekse de yardım olayı, taraflardan birinin kuşaklar boyu minnet borcu altına girmesine sebep olur. 

 

       Her yardım ve sadaka seferberliğinden sonra bir mutluluk tablosu çıkar ortaya. Tablonun bir tarafında ezik ama sevindirilmiş insanlar yer alırken, bir tarafta ise bu mutluluğun mimarı olan kurtarıcılar yer alır. Çadırların ya da yardım tırlarının önünde pozlar verilir, teşekkür konuşmaları yapılır, yardımın mimarlarına şükran plaketleri verilir ve kamera kapanır. Bura dan ötesinin bilinmesi istenmez. Çünkü kameralar kapandıktan sonrasında rant vardır..

 

       Evet, artık sadaka ve yardım söz konusu olduğunda akla gelen ilk şeylerden biri de ranttır. Zira bu alan artık kapitalizmde bir rant endüstrisi dönüşmüştür. Bu alan devletlerin, siyasi partilerin, şirketlerin, dini kurumların, dernekler ve şahısların bir rant alanına dönüşmüştür. Kurban derisinden elbiseye, ayakkabıdan gıda maddesine, paradan sağlık malzemesine kadar para getirecek her şey yardım ya da sadaka adı altında toplanmaktadır.     Toplanan yardım ve sadakanın çoğu kayıt altına alınmadığı gibi, kayıt altına alınanın da kontrolü mümkün değildir.

 

      Zaten bu tür kampanyalara katkı sunanların da verdiklerinin takibini yapmak gibi bir dertleri bulunmamaktadır. Örneğin İslami cemaatin bilinen iki kuruluşu Islamic Relief ve Deniz Feneri’nin sicilini hatırlamak bile olayın boyutunu anlamak bakımından yeterlidir. Elbette ki bu istismar yalnızca dini çevrede mevcut değildir.

 

      Benzer örneklere dünyanın her yerinde ve her türden kesimde rastlamak mümkün. Rant olayı dini, ideolojik ve etnik bir sınır tanımamaktadır ve bu alanda herkes birbirine benzer.
Öyle ki, bu hususta en ahlaklı durması gereken sol cenah bile karşı çıktığına benzemekten kurtulamamıştır. Örneğin “cezaevlerine yardım” maksadıyla gerek yurt dışında, gerekse de bu coğrafyalarda son 35 senedir toplanan paranın haddi hesabı yoktur ve bunların kime ve nasıl intikal ettiği belli değildir. Herkes verdiğini bilir ama kimseler verdiğinin nereye gittiğini bilmez.


       Tamda buradan dayanışmanın farlılığına geliyoruz. Dayanışma demek, artık ihtiyacımız olmayanı ihtiyacı olana vermek değil, bizde olanı bize gerekli olanı paylaşmaktır, çoğu vakit ötekini öncelikli kılmaktır, ötekine omuz vermektir. Bir bakıma karşımızdakiyle kader birliği yapmaktır, kendimizi onun yerine koymaktır. Bir tür aynılaşmak ve kader birliği etmektir.

 

      En önemlisi de, yardım ve sadaka kültüründe esas olan “iyilik yapmak” iken, dayanışma kültüründe esas olan, herkesin payına düşeni yapma zorunluluğudur. Mağdurun mağduriyetinden, mahrum olanın mahrumiyetinden kendimizi sorumlu tutmaktır.

      Sözün özü özeti, ihtiyacımız olan sadaka ve yardım değil, bir dayanışma zemini her koşulda oluşturmaktır. Dayanışmanın insanı insanlaştırdığını, insanın yarattığı sorunları yine insanlarla çözülebileceğinin enstrümanı olduğunu hatırlayalım.