Bugün Türkiye adeta ateş çemberi içindedir. Bir yanda İran, Irak, Suriye, Yunanistan, Bulgaristan ve Rusya, Ermenistan diğer yandan dost görünen Fransa, İtalya, Almanya, İngiltere ve Amerika. Peki, bu devletlerin hangisi gerçek Türk dostudur. Bu ülkelerin, Türk milleti için hayır ve iyilik yapmasını düşünmek eşyanın tabiatına aykırıdır.
 Bir kere bu devletlerin, tarihten gelen kuyruk acıları ve Haçlı Ordularının intikam duyguları vardır. Bizim asıl üzüntümüz içimizdeki satılmış işbirlikçilerin zaman zaman bu hainlere destek vermeleridir.
Apo olayı ile Doğu Anadolu’da 30.000’nin üzerinde insanımızın canına kıydılar. İşte bütün bunlar tarihten gelen Bizans oyunlarının birer parçasıdır. Sürekli gündem değiştiren her defasında başka bir görüntü veren bu zihniyeti bu millet iyi tanımalıdır.
Kim bilir gelecekte Türkiye üzerine ne gibi yeni oyunlar ve tuzaklar hazırlanacaktır. Belki de sıra Tarikat ve Mezheplere gelecektir. İşte o zaman işin vahameti gerçek olarak ortaya çıkacaktır. Bu konuda millet olarak duyarlı ve uyanık olmak zorundayız.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde kapitülasyonlarla yabancılara tanınan geniş haklar ve büyük tavizler ile Sultan Mahmut’un Tanzimat Fermanı’ndan sonra da Avrupa’nın Osmanlılara “hasta adam” gözüyle baktığı dönemde iç işlerimize karışmaya başladılar. İçimizdeki azınlıkları kışkırttılar. Hâlbuki bundan önce yan yana dostça, kardeşçe yaşayan bu azınlıklar şimdilerde problem olmaya başladı.
Avrupalı dostlarımız kirli ellerini, sinsi planlarını Türkiye üzerinde uygulama fırsatı buldular. Anadolu’daki Ermenileri ayaklandırdılar. Bunun neticesinde Avrupa’daki İnsan Haklarını gündeme getirdiler. Ne hikmetse o dönemde Beyaz Ruslar, yüzlerce Yahudi’yi, işkenceyle öldürdüklerini kurşuna dizdiklerini, kalan kısmını da sürgüne gönderdiklerini bilmeyen var mıdır?
Almanya’da Hitler iktidarı, Yahudileri binalara doldurup ateşe verdiği tarihi bir gerçektir. O dönemde haince işlenen cinayetler ne çabuk unutuldu da şimdileri demokrasi havarisi kesilen bu insanlar, kurtarıcı aslan kesiliverdiler. Peki, Amerika bu uygulamanın neresindedir dersiniz? Bu ülkede idam cezaları uygulanırken, 30.000 insanımızı öldüren, bir o kadarını da sakat bırakan, ülke ekonomisini de felce uğratan PKK ve Hizbullah çetelerini biz hala beslemeye devam etmekteyiz.  Mecliste bu konuda idam cezasının kaldırılmasından yana tavır almaktayız. Günümüzde dost görünen Fransa, İtalya, Almanya, Yunanistan, Amerika hatta İsrail devletleri Ermenilerin hamisi durumundadırlar ve Türk milletini de “SOYKIRIM”  suçlaması ile yargılamaktadırlar.
Bu konu, açıkça Bizans oyunu ve Haçlı intikam duygusunun depreşmesidir. Bir zamanlar Avrupa’da birçok Türk sefaret mensupları Ermenilerce şehit edildi. Bu olaya Avrupalı dostlarımız sessiz kaldı. Eğer bu cinayetler Türkiye’de olsaydı dünya kamuoyu ayağa kalkardı ve yer yerinden oynardı.
 
ERMENİ TARİHİ VE DİYASPORA
İdris YAVUZ
 Şimdi Ermeni tarihine bir göz atalım. Bu tarih 1850 yılından sonra yazılmaya başlanmıştır. Ermeni Tarihini araştırma yapan batılı yazarlar, gerçeklere uymayan tespitlere yer vermiştir. Şayet bu yazarlar Arap ve Bizans kaynaklarına dikkat etselerdi, Ermeni gerçeğini net olarak görebilirlerdi ve Türkler hakkında da yanılgıya düşmezlerdi.
Orta Çağda Arap hâkimiyetinde yaşayan Ardzrouni ve Bagratuui diye bilinen iki aile vardı. Ermenilerin kökü de bu ailelere dayanmaktadır. Bu dönemde halifenin otoritesi zayıflayınca (885–886) Bagratuui ailesinden Asot isimli zat Bizans’ın desteği ile kral ilan edildi ve ona taç giydirildi. Böylece Ermeniler tarihte ilk kez Bizans egemenliğine girmiş oldular. Fakat Ermeniler Bizans’ta aradıklarını bulamadılar. Sürekli zulüm ve işkence gördüler. Anadolu’ya yapılan Türk akınları sırasında Türklerin yanında yer aldılar. Ermeni ve Süryani kaynakları “Allah sapık Rumların zulmünü ortadan kaldırmak için Türkleri Anadolu’nun fethine memur etti” şeklinde tarihe şerh düştüler.
Ermeniler, Selçuklu döneminde altın devrini yaşadı. Ermeni tarihçilerinden Anili bu durumu anlatırken: “Melikşah İmparatorluğunun her yerinde sulh ve adalet vardı. Onun davranışı asil, düşünceleri yüksek, tavrı şahane idi. Melikşah, halkı tarafından çok sevilirdi. Böyle giderse bütün Avrupa Müslüman Türklerin eline geçecektir” demektedir. İşte bu düşünce, bu ilgi Avrupa ülkelerini ürküttü. Papanın önderliğinde, toplantılar yapıldı. Bazı tedbirler alındı. Haçlı orduları gündeme geldi.
O günden bugüne zihniyet bakımından hiçbir şey değişmedi. Aynı mantık, aynı kin, aynı düşmanlık ve gizli emellerle, değişik biçimlerde her devirde güncelliğini korudu. Türklerin güçlü olduğu zamanlarda azınlıkların bağlılığı, takdirle yâd edilmekteydi. Özellikle Süryaniler, Türklere hiçbir zaman ihanet etmediler. Fakat Ermeniler zaman zaman Haçlı Orduları ile dirsek temasına geçtiler ve onlara destek verdiler.
Osmanlı İmparatorluğunun ilk zamanlarında Ermeniler, Karaman ve Ramazan Oğullarının yanında yer aldı. Fatih ve Yavuz Sultan Selim Han döneminde ise Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletlerinin idaresinde azınlık olarak yaşadılar. Bu yörelere Bizans zulmünden kaçarak geldiler. İstanbul’u Sultan Mehmet fethedince azınlıklar rahat bir nefes aldı. Ermeniler ve diğer azınlıklar bu dönemde hürriyetin tadını çıkardılar. Eğitimde, ticarette, adalet ve ibadette geniş imkânlara kavuştular.
Sultan Mahmut’un Tanzimat Fermanından sonra Türk devletinin otoritesi ve yönetimi zayıfladı. Ülkedeki azınlıklar dış devletlerin tahriki ile kazan kaldırdılar. Yönetimi ele geçirme çabasına girdiler. Bunda da kısmen başarılı oldular. Özellikle Fransa, İtalya, Almanya, Macaristan ve İngiltere’nin ortaklaşa yürüttükleri Haçlı Orduları, şimdi kalleşçe, Türkleri içten yıkma gayretine girdiler ve Ermenileri Anadolu’da isyana teşvik ettiler.
Avrupalı yazarların tespitlerinde, l9l5 tarihinde, dünyada Ermeni nüfusunun tamamı, 2.427.392 olarak belirtilmektedir. Bunların başında İngiliz seyyahı YNCH’ın 1901’de yayınladığı seyahatnamesi önemli bir kaynaktır. Buna göre Ermeni nüfusunun ancak 1.158.484’ü Türkiye’de bulunmaktadır. Hâlbuki Ermeni yazarı Basmanciyan Avrupalıların desteği ile bu nüfusun 4.500.000 kişi olduğunu, 2.500.000’in Türkiye’de yaşadığını iddia etmektedir.
Tarihi gerçekleri ortaya koymanın zamanı gelmiştir.
 
ERMENİLERİN İHANETLERİ SORGULANMALI
İdris YAVUZ
Sultan Abdülmecit’in 1839’da “Gülhane Hatt-ı Hümayun’u” ilan etmesi ile Osmanlı tebaasında ırk, dil, din, mezhep ayrımı ortadan tamamen kaldırılmış oluyordu. İşte bu geniş hürriyetten yararlana Ermeniler iyiden iyiye işi azıttılar. Fransa’nın girişimi ile Ermeni patriği, II. Sultan Mahmut’a resmen kabul ettirildi.
Amerikalı misyonerler 1828’de Türkiye’ye Protestan dinini yayma adına fakir Ermeni çocuklarına parasız okullar açtılar. Hastaneler, mabetler yaptırdılar. Ermeni dilini yaygınlaştırmak için İncil dağıttılar. 1846 yılında da İngiltere’nin “Ermeni Protestan Cemaati İdare Heyeti” Türkiye’de işe başladı. 1850 yılında çıkarılan fermanla da Protestan milleti resmen tanındı. Ermenilerin teşkilatlanması, dış yardımlar sayesinde hızlandı. Tanzimat Fermanından sonra Ermeniler devlet yönetimine sızdılar ve güçlü hale geldiler. Osmanlı sınırları içinde toprakları olmamasına rağmen tüccar, esnaf, kuyumculuk dallarında adeta “Ermeni zenginliği efsanesini” yaşattılar ve “Ermeni Millet Nizamnamesi” adıyla bir heyet kurdular. Bu heyet 1862 yılında resmi olarak onaylandı ve yürürlüğe girdi.
Osmanlının üzerine bir kâbus gibi çöken bu gelişmelerin özünde “Şark Meselesi”, yani Osmanlı topraklarının taksimi yatmaktaydı. Bu konu, Orhan Gazi zamanında Çanakkale’den geçen ve Avrupa’ya ayak basan Türkleri, Avrupa’dan atmak” anlamındaki düşünce, bütün Hıristiyan devletlerin ortak tutkusu ve vazgeçilmez kararıydı.
İş, Sultan Abdülaziz dönemine gelince, Olayın seyri birden değişti. Muhteris devlet adamları, Hüseyin Avni ve Rüştü Paşalar, önce Sultanı tahttan indirdiler, sonra da katlettiler. Ermeniler bu fırsatı kaçırmadılar ve hemen karşı atağa geçtiler. Bu ara Sultan Murat tahta çıktı. Fakat onun sağlığı bozuk olduğu için, bu görevi II. Sultan Mahmut’a bıraktı. Sultan Mahmut, siyasi bir manevrayla “Hicaz demiryolu” ihalesinde, İngiliz ve Fransızların karşısına Almanları çıkardı. Ermenilerin koruyucusu olan bu devletleri birbirine düşürdü.
Hindistan Devletinin Osmanlıya karşı aşırı bir bağlılığı vardı. İngiltere hükümeti, Hindistan’da çıkan isyanı durdurması için halifeden “Sükûnet Fermanı” istiyor ve çıkan olayların durmasını sağlıyordu. Tam bu sırada Mithat Paşanın kaprisiyle, Rusya ile savaş kararı alındı. Bu arada Osmanlı komutanları arasında derin görüş ayrılıkları gündeme geldi. Bu da Ermenilerin ve dış güçlerin işine yaradı. Onların ekmeğine yağ sürüldü.
Rus orduları Yeşil köye kadar geldiler. Ermeni Patriği Nurses, küstahça, hemen Rus Başkomutanı Nikola’yı ziyaret etti ve Ondan Doğu Vilayetlerine “Ermenistan” adıyla. Bir devletin ilan edilmesini istedi. Eğer bu mümkün olmaz ise bu bölgenin “Rus hâkimiyeti” altına alınmasını rica etti.
Osmanlı Devletinin geniş yetkiler verdiği Ermeni Patriği, Türkün ezeli düşmanı olan Rusya’dan muhtariyet istemesi, tarihte örneği görülmemiş bir ihanettir. Son dönemlerde Fransa Parlamentosunda Türkler için alınan kınama kararına, İstanbul Patriğinin göstermelik tepkileri bence pek inandırıcı gelmiyor. Çünkü tarih tekerrürden ibarettir. Dünün “Şark siyaseti” Rusya ve Avrupa devletlerinin Ermenileri koruma fikrinden doğmuştur. Bu düşmanlık dünden bu güne devam ederek gelmiştir.
 
 
 
ERMENİ KOMİTECİLERİ İŞ BAŞINDA
İdris YAVUZ
Rus Başkonsolosu Grandük Nikola, II. Sultan Abdulhamid’i ziyaret etmek için İstanbul’a geldi. Ermeni Patriği Nurses, Rus Komutanına Ermeniler için gösterdiği yardımlardan dolayı teşekkür etmeyi ihmal etmedi ve Ermenilerin muhtariyeti hakkında da muhtıra verdi.
İstanbul’da oturan Ermeni Patriği “Nubar Paşa” başkanlığındaki Ermeni asıllı vali, adliye ve zabıta amirlerden meydana gelen bir komite kurdu. Berlin Konferansını yöneten “Bismarka” gönderdi. Giden heyet burada, Fransa, İngiltere ve Alman heyetleriyle buluştu. Burada yoğun bir lobi çalışması yaptılar. Olayları ters yüzü ederek, abartılı bir şekilde “Türk işkencesi” konusunu işlediler. Bunun yankıları kısa sürede ortaya çıktı. Çeşitli Avrupa ülkelerinde Ermenilerin lehine mitingler düzenlendi.
Dünden bugüne ne değişti? Aynı oyun, aynı zihniyet hâlâ devam etmektedir. Patrik Nurses 1884’de öldü. Yerine Harutyan Vehabetyan geçti. Ermeniler iyiden iyiye azıttılar. Okullarda ve kiliselerde halka Ermeni Krallığının kurulma fikrini telkin etmeye başladılar. Ruslar son model silahlarını Ermeni komitacılara gönderdiler. Eli kanlı papazlar, kiliseleri cephanelik haline getirdiler.
Erzurum İsyanını hazırlayan Erzurum Murahhası Orman yandı. Bu zat, Osmanlı yönetiminde Paşa idi. Valiler ve üst seviyedeki bürokratlar Ermeni asıllıydı ve bu olayları içten içe körükleyende onlardı. Bu arada, Haren Aşikyan 1888’de Ermeni Patriği seçildi ve bu zat Erzurum’da kanlı isyanları başlattı.
 Burada binlerce Türk’ün kanı akıtıldı. Bu kıvılcım Kumkapı, Merzifon, Kayseri’ye sıçradı. İsyancılara gereği kadar desteği vermeyen Patrik Aşikyan’a suikast tertip edildi ve patrik yakalandı. Bunun üzerine o da görevinden istifa etti. Yerine azılı Türk düşmanı İzmirliyan Patrik oldu. O da Sason İsyanını çıkardı. Konuyu Avrupa’ya taşıdı. Türkler aleyhine kampanya açtı. Hâlbuki katledilenler Türklerdi, propagandalar ters yüz edildi. Avrupa şehirlerinde Ermeniler lehinde büyük mitingler yapıldı.
Tarih tekerrürden ibarettir. Aynı oyunlar güncelliğini korumaktadır. Ölenler bizden, fakat İnsan Hakları Mahkemesi onlardan yana kararlar almaktadır.
 
Kudüs’ün Haçlılar tarafından işgali sırasında Hz. Ömer Camiine sığınan on binlerce Müslüman’ın hepsi öldürüldü. Bir o kadarı da dışarıda katledildi. Ölülerin cesetleri kan gölünde kalmıştı. Caminin avlusundan oluk oluk kan aktığını Avrupalı yazarlar ittifak halinde belirtirken, Prof. Dr. Ahmet Reşit Turnagül’ün “İslamiyet ve Milletler Hukuku” kitabında (1972) bu olay ayrıntılarıyla verilmektedir.
Fatih Sultan Mehmet Han, bir tek gayrimüslimin canına, malına, inancına zarar vermemişti. Ne yazık ki Hıristiyan dünyası güçsüz olduğu zaman riyakâr, kuvvetli olduğu zamanda zalim olmuştur. Bir zamanlar Kudüs’te katliamı yapan askerler bile dökülen kanlardan yayılan kokuya tahammül edemediğini belirtmektedir.
 
ERMENİLERE KARŞI ABDULHAMİD HAN’IN İSYANI
İdris YAVUZ
Ruslar Özlü Kalesini aldıklarında orada yaşayan 20.000 Türk’ü kadın kız, çoluk çocuk, ihtiyar demeden hepsini kılıçtan geçirmişlerdir. Bu olay, I. Sultan Abdulhamid’e rapor edilince Sultan;
Vah Vah! Özü Beni dilhun etti” dedikten sonra üzüntüsünden felç oldu. Aynı şekilde Yunanlıların Anadolu’da hunharca yaptığı katliamlarda bundan farklı değildi. (Bu konuda daha geniş bilgi Kadir Mısırlıoğlu’nun Yunan Mezalimi (1973) eserine bakınız.) Biz bunları sadece örnek olarak gösteriyoruz.
Üç kıtaya el atan, Viyana kapılarına kadar dayanan, Dalmaçya kıyılarında at sulayan, Arabistan’dan Hindistan’a kadar uzanan, Avrupa’da İtalya, Fransa Almanya'nın ortasına kadar giden, Yunanistan, Macaristan, Yugoslavya ve Kafkas ülkelerinde at koşturan ecdadımız hiçbir zaman silahsız masum insanlara zarar vermemiştir. Bütün dinlerin mabetlerine saygı duymuştur, fakat Ermeniler Türklerin mabetlere gösterdiği saygıyı istismar ederek kilise ve okulları silah deposu haline getirdiler ve Doğu’da onlarca tarihi Camiyi yıktılar, okulları yaktılar.
1909 Nisanında Adana İsyanını çıkardılar. Bu konuda Balkan Harbinin sonunda İttihatçıların da büyük hataları oldu. Bu arada Ermeniler Rus ordusuna gönüllü olarak yazıldılar. Van Gölü güneyine kadar gelen Rus kuvvetlerine öncülük ve rehberlik yaptılar. Türklerin arkasından hançerlediler. Tüyler ürperten vahşice cinayetler işlediler.
Rusya’da “Bolşevik İhtilali” patlak verince Rus kuvvetleri Doğu Anadolu’dan çekildiler. Ermeni davası bir kere daha askıya alındı. Bu bölgede bulunan Ermeniler Rusya’ya gittiler. Bugün olduğu gibi, Ermeniler orada yine boş durmadılar. Türklerin hakkında Rus yetkilileri harekete geçirdiler. Lenin’in 16 Mart 1921’de Moskova Antlaşması akabinde Ankara’daki Milli hükümete baskı yapmak istedi, fakat bundan bir netice alamadı. “Lozan Konferansı” Ermenilere yeni bir ümit kapısı açmıştır
. Ermeniler Lozan’a, büyük bir siyasi çıkarma yapma yapıp, Türkler aleyhine verdikleri muhtıraya Fransız, İngiliz, İtalyan ve Alman heyetleri büyük bir destek oldular. Türk Murahhas heyetinden Dr. Rıza Nur, O günleri anlatırken diyor ki; “Bu konferansta Ermeni heyetleri dinlenecek denince, hayretler içinde kaldım. Bu şartlar altında toplantıyı terke karar verdik. Bu konuda haklıydık. Çünkü Ermeni lobisi Lozan’da Anadolu’nun doğusunu kendi vatanları olduğunu söylüyorlardı. Bizim kararlığımızı gören Ermeni heyetinden bazıları, bizi ziyaret etmek istedi. Bizde kabul ettik. Bunlardan biri Nuadonkyan, bizim ayan azamızdı. Ben onu yakınan tanıyordum. Bu zat, bir zamanlar beni İttihatçılar hapsettikleri zaman, lehime yazı yazan, şahitlik yapan kişiydi. Biz de İsmet [İnönü] ile onu kabul ettik.
 Yanımıza saygı ile geldi, oturdu. Heyecanlıydı. Bir ara bayılır gibi oldu. Onunla ilgilendik. Sonra söze başladı: Benim kalbim, tüm Türk Milletiyle birlikte çarpmaktadır. Yalınız ben değil, babam, babamın babası da Türklerin memuru idi. Bu bakımdan bizim size minnet borcumuz vardır, dedi. Bende içimden dedim ki, bu adamın dediklerinin birincisi, kısmen doğrudur. Ama ikinci kısmı külliyen yalandır.
 Bu güne kadar Ermeniler Türk Devletinde önemli görevlerde bulundular. Ayan Azası, Hariciye Nazırı [Dışişleri Bakanı], paşalık, yüksek rütbeli kolluk kuvvetleri ve Adliye Teşkilatında söz sahibi oldular. Keşke onlara bu görevler verilmeseydi. Mütarekeden sonra kapı kapı tüm Avrupa’yı dolaştılar, Türkleri arkasından hançerlediler. Bu hain adam, bir an durdu. Duygu sömürüsü yaparak bize: Efendim! Ermeniler pek perişandırlar. Onlara Cebel-i Bereketten bir miktar oturacak yurt verirseniz mutlu oluruz, dedi. Varlığını Türk Milletine borçlu olduğunu ifade eden bu adam, şimdi Türklere en büyük ihaneti gerektiren sözleri, sıkılmadan, utanmadan bize söylüyordu. Kolundan tutup dışarı atmak istedim. Fakat bu İhtiyar Ermeni Türkiye’nin önemli mevkilerinde bulunan bir zattı. Bizi burada aptal yerine koyduğu için ona sinirlendim ve:
-Beyefendi! Sizce Cebeli Bereket neresidir? - dedim.
-Efendi, dağlık, basit bir yerdir, - dedi.
-Peki, neden Kilikya demiyorsun, - deyince, ağız değiştirdi ve:
-Yo... Kilikya değil, orayı istemiyoruz, - dedi.
-Nuradunkyan Efendi, bahsettiğiniz yer Kastamonu Vilayeti değilse, muhakkak Adana Vilayetidir herhalde, şimdilik buradan bir parça toprak istiyorsunuz, değil mi? - dediğimde susmayı tercih etti. Ve sonra çekip gitti.. [Bu konuda geniş bilgi almak isteyenler, Dr. Rıza Nur, hayatı ve hatıraları, C. III..İst. l968 müracaat edebilir].
 
ERMENİ CEMİYETLERİNİN İHANETLERİ
İdris YAVUZ
Ermenilerin Anadolu’da kurduğu “Hayırsever Cemiyeti, Fedakârlar Cemiyeti, Araratlı Mektepsevenler Cemiyeti, Şarklı Kilikya, Ermenistan’a doğru Cemiyeti, Milliyet Perver Kadınlar Cemiyeti, Müdafi Vatandaşlar Cemiyeti, Taşnak Sutyun-Hınçak-İttihat ve Halas Cemiyeti-Şura Ali Cemiyeti-Mudar’ı Vatandaşlar Cemiyeti-Ermeniler Müttehit Cemiyeti-Kara haçlı Cemiyeti” adıyla görünüşte gayet masumane gibi çalışan bu dernekler, dış mihraklarca desteklenmekteydi.
Bu teşkilatların tümü, Türk kanını içmeye yeminliydiler. Aynı durum bu günde Türkiye’nin önünde tehlike olarak durmaktadır. O günlerde Ermeni Örgütleri yoğun bir şekilde, gizlice silah ve mühimmat yığınağı yapmaktaydı. Hâlbuki bu insanlar Türkiye’nin en zengin, en rahat yaşayan, okul ve ibadethanelerde serbest olan kimselerdi. Bu isyanların öncülüğünü “Ya istiklal, ya ölüm” parolasıyla öncülüğünü ”Hınçak ve Taşnak” Cemiyetleri yapıyordu.
Rusların Kafkas bölgesindeki “Ermeni İhtilal Cemiyeti” Türkiye aleyhine yetiştirdikleri canileri, son model silahlarla Anadolu ya çıkartma yaptılar. Bu Komiteler, her tarafa: “Türkü, Kürdü her nerede görürseniz derhal vurun. Ermeni aleyhine kim çalışıyorsa, onun gözünün yaşına bakmayın hemen öldürün ve Türk Devlet adamlarına Suikast düzenleyin, isyanlar hazırlayın” talimatları yağdırıyordu. Bu büyük ölçüde yankı buldu. Erzurum’da ayaklanmalar oldu.
Erzurum Valisi olayları önlemek için polis ve zabıtaları arama yapmak için Kiliselere gönderdi. Ermeni Komitecileri Polis ve zabıtalara ani olarak saldırdılar Birçoğunu şehit ettiler. Bu arada “Müdafi-Vatandaşlar Cemiyeti” azası Gergesyon, halkın arasına girdi, tüm Ermeni iş yerlerini kapattırdı. Kiliselerde Ayin yapılması yasaklandı. Buna engel olan Ermenileri de öldürttü. Bu olaylara mani olmak isteyen Türk askerlerinin üzerine ani olarak saldırdılar, yüzlerce askeri şehit ettiler. Sonra da Ermeniler zulüm görüyor diye yaygara kopardılar. Konuyu Avrupa Devletlerine çarpıtarak, anlattılar. Bu bir danışıklı dövüştür.
Böylece ok yaydan çıkmıştı. Kumkapı, Merzifon, Çorum, Kayseri ve Yozgat isyanları patlak verdi. Sonra, Sason İsyanı ile de Doğu bölgelerine sıçradı. “Babı–Ali Numayışı” hazırlığı yapıldı. Buraya, Doğudan getirilen yüzlerce Ermeni’ye, İstanbul Kiliselerinde papazlar tarafından silahlandırılıp patrik İzmirliyan’ın yakın arkadaşları tarafından Üsküdar’daki kilisede “Haç, dünyayı yenecektir” şeklinde vaaz verdirildi.
18 Eylül Pazartesi günü Kumkapı’daki Patrikhane Kilisesinde 400.000 civarında Ermeni toplandı ve Bab-ı Ali’ye doğru yürüdüler. Yüksek sesle “Erzurum Ermeni dağlarından bir ses çınladı” marşını söylemeye başladılar.
Silahlar patlıyor “Yaşasın Ermenistan” diye bağırıyorlardı. Yolda giden Jandarma Binbaşısı Servet Beyin üzerine kurşun yağdırdılar ve şehit ettiler. Çapulcuların sayısı beş bin civarına ulaşmıştı. Bunların Bab-ı Aliye girmeleri engellendi ve dağıtıldı. Başıboş dana gibi dağılan Ermenilerin çoğu kiliselere sığındılar. Yolda yakalananlar da sonra serbest bırakıldılar.
Ermeniler bu defa Doğu Anadolu da “Zeytun ve Van” isyanlarını başlattılar. Burada da birçok masum insanın canına kıydılar. Bu bölgeye Rusya, Kafkasya ve İran yoluyla pek çok silah ve cephane sokuldu. İngiliz Sefareti kanalıyla Londra’dan gelen paralar yardım adı altında Ermeni Komitacılarına dağıtıldı. İstanbul’da Osmanlı bankası Ermenilerce işkâl edildi. Sultan Abdulhamid, bu çapulcuların yakalanması için o bölgeye asker yolladı. Rus Sefiri ve Banka Müdürü devreye girdi. Fakat asiler hiç kimseyi dinlemedi. Türk askerlerinin üzerine kurşun yağdırdı, birçok asker ve sivil halk şehit oldu. Ermeniler gemiyi iyice azıya aldılar, birçok iş yerini ve evi yağmaladılar, tahrip ettiler. Yakalanan Ermeniler Rusların girişimi neticesi yurt dışına sürgün edildi.
İstanbul’da bulunan bütün Ecnebi Sefirleri Sultana gelerek, Ermenilere zarar verilmemesi için ricada bulununca, Padişah onlara yakalanan silah ve bombaları göstererek: “Efendiler, Ermeniler, Tabayı Şahanem olan Müslüman Türkleri bu silahlarla katlettiler. Bu gördüğünüz silahların fabrikası benim ülkemde yoktur. [6 res] Türkler silaha karşı sopalarla nefis müdafaası yapmışlardır” dedi. Bunun üzerine gördüklerinden dehşete düşen, Sefirler mahcup olup oradan ayrıldılar. Sultan, Ermenilere kimlerin, hangi maksatla yardım ettiğini çok iyi biliyordu.
 
 ABDULHAMIDE YAPILAN ERMENİ SUİKASTİ
İdris YAVUZ
1904 yılları başlarında Sofya’da Ermeni Komitesi toplandı. Burada İzmir ve İstanbul şehirlerinde bir takım olaylar çıkarma, suikastlar yapma kararı alındı. Hristifor Mikailyan isimli bir komiteci Rus Yahudi pasaportuyla sahte Samuel Fayn adıyla İzmir’e geldi. Oradan da İstanbul’a geçti. Ermeni haklarına engel olan Sultan Abdulhamit’i ortadan kaldırmayı planladı.
 İstanbul Rus Sefarethanesinden aldığı tavsiye mektubuyla selamlık merasimine girerek orada incelemelerde bulundu. Sultanın geçiş güzergâhını ve zamanlamasını tespit etti. Hemen bomba siparişi verdi. Parayı alan şahıs ortadan kayboldu. Bunun üzerine Ramazan ayının 15’inde iki komitecinin padişahı silahla yok etmesi için görevlendirildi.
Yol üzerinde iki ev kiralandı. Fakat Sultan o gün Çırağan’a Yıldız bahçesinden geçtiği için kurulan tuzak boşa çıktı. Bu sefer Mikailyan Yıldız Camiine her cuma sultanın gittiğini öğrendi. Bunun üzerine hazırlık yaptı.
Sultan camiden çıktıktan sonra bir dakika kırk iki saniye sonra saltanat arabasına vardığını tespit etti. Bunun üzerine Viyana “Nessedorfer” araba fabrikasına içine saatli bomba yerleştirilen özel araba siparişi verdi. Bu araba Dolmabahçe Vapuru ile İstanbul’a getirildi ve gümrükten geçirildi. Sonra bu araba denemeye tabii tutuldu.  Araba birden patladı. Komiteci Mikailyan öldü. Diğer üyeler Safo, Asot, Tarkom, Mari olayı üstlendiler ve bu işin neticelenmesine karar verdiler.
Bu kararın uygulanmasına, Filistin’den istedikleri toprağı alamayan Yahudilerde her türlü desteği vermekteydi. Bir ara Yahudi Teoder Herzl’i bu talepten dolayı huzurundan kovduğu için Sultanı ortak düşman ilan ettiler.[Bu konuda geniş bilgi için Siyonizm ve Türkiye Doç.Dr.Y. Kutluay Konya, l967’de bulabilirsiniz].
Çünkü Yahudilerde Abdulhamid’i yok etmek niyetindeydi. “Cuma Selamlığı” merasimi esnasında yolun iki tarafı muhafızlar ve devlet adamları çevreyi kordon altına aldılar. Sultan, Cuma namazı için Yıldız Camiine geldi. İkinci katta “Hünkâr Mahfili” denilen kısımda namazını kıldı. Merdivenlerden bahçeye inerken, tesadüfen Şeyhülislam Cemaleddin Efendiye rastladı. Ona iltifat etti. Bir kaç dakika ayaküstü onunla sohbet etti. Tam bu anda, büyük bir gürültüyle patlama oldu. Atların parçaları, bazı insanların kol ve bacakları havaya fırladı. Caminin camları kırıldı. Herkes camiye kaçtı. Sultan ise soğukkanlı bir şekilde olanları olduğu yerden takip etti.
Sonra Saltanat arabasına doğru geldi ve: “Burayı kordon altına alın” diye bağırdı. Merasimi idare eden subaya döndü: “Hadi neden duruyorsun, selam emrini verdir” dedi ve oradan ayrıldı. Bunun neticesinde ise üç asker, halktan da yirmi üç kişi öldü, sekiz kişide yaralandı.
Olaya karışanlardan bazıları yakalandı. Bunun üzerine, Tevfik Fikret, Ermenilerin “Kızıl Sultan” diye düşman ilan ettiği Sultanı suçlayıcı bir şekilde:
“Ey şanlı avcı, damın-ı bi Hüda kurmadın,
Attın, fakat yazık ki, yazıklar ki, vuramadın.
Dursaydı bir dakikacağız devr-i bi-sukun
Bir hayır olurdu, misli asırlara geçmemiş.”
diyerek Ermeni ve Yahudilerin lehine, Sultanın ölmeyişinden dolayı üzüntülerini bildirmiştir. Talat ve Cemal Paşalar ise tutuklu olan Ermenilerin kurtulması için mahkemeye baskı yapmışlardır. Ne garip tecellidir ki, yıllar sonrası bu iki paşa, yurt dışında Ermeni kurşunlarına hedef olup, ölmüşlerdir.
Bu olaylardan sonra iyice azıtan Ermeniler Kayseri’de bomba ve silah imalatı yapıp bunları Ermeni çetelerine dağıtmışlardır. Bu imalatın başında da Nevşehiryan Misak bulunuyordu. Buradan birçok katliam ve cinayet olaylarını gerçekleştirdiler.
 Ermeniler Yozgat’ta kalabalık bir nüfusa sahiptiler. Özellikle Boğazlıyan’ın Evrih ismindeki Ermeni köyü çeteleri, birçok Türk köylerini basarak masum, suçsuz, günahsız insanları katletmişlerdir. Evric, İğdeli, Menteşe köyleri Ermenilerin yoğun olduğu yerlerdi. Boğazlıyan, Rumdiker köyünün Ermeni halkı, jandarma karakolunu basıp askerleri şehit ettikten sonra binayı da imha etmişlerdir.
Doğu ve Güney Doğu Anadolu ile Karadeniz’in il ve ilçelerinde korkunç katliamlar yapan Ermenilerin yaptığı mezalimini anlatmağa imkân yoktur.
Sözde Ermeni soykırımını bahane ederek, Haçlı intikamını almaya çalışan devletler, yeniden Türk düşmanlığını gündeme getirmektedirler. Hâlbuki bu fikri savunanlar, soykırımın dik âlâsını kendileri yapmaktadır. l876 yılından itibaren, Osmanlıların zayıf noktasından yararlanıp, ülke içindeki azınlıkları isyana sevk edenler, bu günde Türkiye Cumhuriyeti Devleti üzerinde aynı oyunları, değişik bir biçimde uygulamaktadırlar.
 
ERMENİLERİN ANADOLUDA YAPTIĞI CİNAYETLER
İdris YAVUZ
1906–1922 yılları arasında, dış ülkelerin desteği ile Ermenilerin Anadolu’da yaptığı katliamda toplam 506,5l8 kişi şehit edilmiştir. [ Türkiye Cumhuriyeti Devlet Arşivi-l995-Osmanlı Belgeleri Cilt.l.2.3.4.5.]. Bu rakamlar resmi kayıtlara kaydedilenler, fakat bilinmeyen ve tespiti yapılamayanlar ise bu sayının çok üstündedir. Aşağıda, illere göre Ermenilerin yaptığı katliamlar, yabancı kaynaklarca da doğrulanmaktadır.
1-Kars ilimiz merkez kasaba ve köylerinde 95.210 insanımız çoluk çocuk, genç-ihtiyar demeden öldürülmüştür.
2-Van ilimizin ilçe ve kasabaların toplamında 201.096 kişi kurşuna dizilerek toplu katliam yapılmıştır.
3-Bitlis merkez kasaba ve köylerinde toplam 66.277 kişi imha edilmiştir.
4-Trabzon merkez kasaba ve köylerinde ise işkenceyle öldürülenlerin sayısı 3.597 kişidir.
5-Edremit ve civarında 15.000 kişi katledilmiştir.
6-Muş merkez kasaba ve köylerinde toplam 1.576 kişi suçsuz günahsız öldürülmüştür.
7-Doğubeyazıt ve çevresinde yakılarak ve işkenceyle öldürülen 14.000 kişi tespit edilmiştir.
8-Kilis’te 2, Terme’de 9, Adana’da 12, Pozantı’da 40, Osmaniye’de 1 kişi işkenceyle öldürülmüştür.
9-Iğdır’da 8 kişinin gözleri oyularak öldürüldüğü tüyler ürperten katliam yapıldığı kayıtlara geçilmiştir.(17 ceset resm)
10-Maraş ilinde, milletin gözü önünde gebe gelinlerin karnına süngü takıp çocuğu bayrak yapanları ve kanlı dereden sel gibi kan akıtanları Maraşlılar unutmamışlardır. Burada ölenlerin sayısı kesin olarak belli değildir. Sütçü İmam’ın isyanı bu nedenle olmuştur. Halkın gözü önünde ibret olsun diye 6 kişinin kulak ve burunları kesilerek öldürülmüştür.
11-Erzurum ve civarında ise 12.911 kişi camilerde ve toplama kamplarında kurşunla taranarak katledilmiştir. Burada birçok kadın ve kız çocuklarının kirletildiği, göğüsleri kesildikten sonra öldürüldüğü tespit edilmiştir.
12-Nahcivan’da 82.292, Erivan’da 192, Karakilise’de 12.000 kişi toplu olarak imha edilmiştir.
13-Bayburt ve civarında 2.115 kişi diri diri yakılarak öldürüldüğü kayıtlarda yer almaktadır. Bu konuda geniş bilgi Kurtuluş Savaşı Ansiklopedisi, devlet arşivleri, Osmanlı belgelerinde görülebilir.
14-Diyarbakır ili ve civarında 55, Antep’te 1, Ünye’de 12, Çıldır’da 100 kişi şehit edilmiştir.
15-Niğde’nin Ulukışla ilçesinde ise 7 kişi halkın gözleri önünde kulakları kesilip, gözleri oyularak öldürülmüş. Bu manzara çevrede panik yaratmış ve halk sindirilmiştir.
Bütün bu katliam rakamlarını üst üste koyduğumuz zaman sırf kayıtlara geçen 506.518 kişi Ermeni çetelerince öldürüldüğü görülmektedir. Bu veriler yabancı kaynaklarca da doğrulanmış ve Osmanlı arşivlerine kaydedilmiştir. Bir de katliam yapıldığı kesin olduğu halde sayısı bilinmeyen cinayetler vardır. Revan’da 25 köyün yerle bir edildiği, Bitlis’te 1 köyün tamamen yakıldığı, Van merkez ve köylerinde sayısı belirsiz insanların topluca kaybolduğu akıbetinden haber alınmadığı belirtilmektedir.
Trabzon ilimiz sınırları içinde birçok insan evlerinden gece alınıp götürüldüğü ve bir daha geri dönmediği, Van merkezinde ise 180 hanenin imha edildiği, Başkale ilçesinden aynı usullerle evlerinden zorla götürüldüğü ve bir daha izlerine rastlanmadığı, Bitlis’te 100 hanenin kayıplara karıştığı, Maçka’da ise ölü sayısının tespit edilemediği ve herkesin panik havasıyla kendi başının çaresine baktığı, Geveş, Hizan, Hınıs civarında toplu katliamlar yapıldığı, Elaziz’de ölü sayısı kesin olarak bilinmediği, Çatak’ta 9 köyün tamamının yok edildiği ve ölü sayısının da bilinemediği, Tercan’da ise 30 köyün yok edildiği bazılarının da yakıldığı, Ardahan, Büyükvadi, Kağızman, Sarıkamış bölgelerinde sayısız katliamlar yapıldığı, Kars’ta bir ailenin tamamının kurşunla tarandığı, Artvin’de, Diyarbakır’da birçok insan evlerinden alınıp bilinmeyen bir yöne götürüldüğü ve bir daha haber alınamadığı, Kars ve Oltu’da tüm erkeklerin topluca götürüldüğü imha edilerek bilinmeyen bir yere gömüldüğü, Kilis’te 85 hanenin imha edildiği yerli ve yabancı bütün kaynak eserlerde ortak görüş olarak belirtilmektedir.
Yıllarca dost görünüp gizli emeller besleyen ve Ermenilere sürekli destek veren Avrupa devletleri bütün bu olanları görmezlikten gelmesi tarihi bir hatadır. Biz Türk milleti olarak unutkan, unutkan olduğumuz kadar da hoşgörülü ve merhametli bir yapıya sahibiz.
Biz bugün gerçek dostumuzu ve düşmanımızı tanıyabiliyor muyuz? Siyasilerimiz bu gerçeklere karşı ne kadar duyarlıdırlar? Çevremiz adeta ateş çemberi içindedir. Avrupa kin kusmaktadır. [Ermeni Mezalimiyle ilgili isteyenler Veysel Eroğlu, Ermeni Mezalimi (İst.1995) eserine başvurabilir.]
Bugün dünya kamuoyunda Ermeniler yoğun lobi çalışmaları yapmaktadır. Fransa meclisinde bu konuyla ilgili Türklerin aleyhine kınama kararı alınmıştır. İngiltere ve Almanya’da yoğun çalışmalar dikkati çekmektedir. Amerika kamuoyu baskısıyla senatoda Türklerin aleyhine, Ermenilerin lehine karar çıkarma çabaları devam etmektedir. Bu ülkenin mahkemesinde Ermeni katliamı tescili yapıldığı ve sigortadan tazminat ve kan bedeli talep edildiği bilinmektedir. Eğer bütün bunlara zamanında çözüm bulamazsak belki de gelecekte Ermeniler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuracaklardır.
Bizim bu konudaki hassasiyetimize başta meclisimizin değerli üyelerini, siyasilerimizi, sivil toplum örgütlerini, halkımız ve basınımızın güzide temsilcileri ile birlikte çözüm bulmaya davet ediyoruz. Gün bu gündür. Ermenilere karşı haklı davamızda lobi çalışmaları ile karşı atağa geçmenin zamanı geldi de geçmek üzeredir. “Yavuz hırsız ev sahibini bastırmadan ” önce kendimize gelmeliyiz. Sağduyulu ve hassas bir şekilde birlik ve beraberlik içinde Kurtuluş Savaşı heyecanı ile birçok zorlukları yenmeliyiz.
Tarihten silinmek üzere olan bir millet, yedi düvele karşı topsuz, tüfeksiz, göğsünü siper ederek düşmandan vatanı nasıl kurtardıysa, bu günde aynı milli şuurla bu badireden kurtulmanın yollarını aramalıyız. “Su uyur düşman uyumazken” kuzu postuna bürünmüş düşmanların dostluğundan şüphe etmeden geçirdiğimiz her gün, bizim tarihimizi unutmamıza vesile olur. Geçmişimizi unutturmaya çalışılanlar, Türk Milletini barbarlıkla itham edenlerdir. Düşmanın en korkuncu, kendisini dost gösterendir. Millet olarak da bu konularda duyarlı olmak zorundayız.