Karara varamamak, tavır adamı olamamak gibi bir sonucu peşinde getirir. ‘O taraf da haklı bu taraf da’yaklaşımı oportünist bir tavırdır.
‘Hem İsa hem de Musa’ diyenler, sonunda ‘ne İsa’ya ne de Musa’ya’ yaranamadıklarından acı acı yakınmak zorunda kalırlar.
Sorun ‘mazi, hal ve ati’ bağlamında gelecek inşa etmekle ilgilidir.
Berbat bir halden muzaffer bir geçmiş inşa ederek kurtulmaya çalışanlar, gelecek için bugün risk almaktan kaçınanlardır. Sorun geçmişi ve mevcudu gelecek için canlandırabilmekle ilgilidir. Geçmişe takılıp kalmak bugünü geçmişin gölgesi altına sokar.
Hayatında geçmiş, gelecekten daha fazla yer işgal eden birey, gelişmemiş beyindir. Geçmişe sığınmak ya da sürekli olup/bitmiş olaylardan keramet çıkarmak gelecekle ilgili tasarımları olmayanların işidir.
Geçmişin muhteşem gösterilmesi çoğu kez şimdiki ve gelecek zamanın aşağılanması için bir araç olarak kullanılabilmektedir.
Türkiye, her sohbette hatıralarına sarılan, tarihi, masal türünden lakırdılara indirgeyen ve sürekli zihninde geçmişin(in) muhteşemliğini inşa ederek onu devenin hörgücü gibi taşımaya meyilli insanlar cennetidir.
Hoffer, “Yaşayan köpek, ölmüş aslandan daha iyidir. Yaşayanlar öleceğini bilir fakat ölüler hiçbir şey bilmez. Ölülerin bu gökyüzünün altında yapılan hiçbir şeyden artık alacak payları yoktur” der.
Geçmişi unutmadan bugünü en mükemmel biçimde geleceğe yönelik olarak değerlendirmek gerekir. Geçmiş için bugünü feda etmek yerine, gelecek için bugün rahata kıymak çok daha anlamlıdır.
Osmanlı’nın yıkılma dönemlerinde başlayan geçmişle övünmek, mevcut halle dövünmek alışkanlığı süreklilik arz etmektedir. Hâlbuki yapılmış olanlardan gurur duymak yerine, yaptığıyla ispatı vücut etmek çok daha anlamlı görülmesi gerekiyordu.
Geçmişte elde edilmiş zaferler ve başarılar; bugünkü tembelliğin, uyuşukluğun, miskinliğin aracı olarak kullanılmamalıdır.
“İbn vakt” ol; yarının tasasını bırak!
Diyen büyük düşünürler de başka deyimlerle konuşuyor değillerdi. Kayıtsızlık; geleceğe boş vermek ve nihayet: “Yarını düşünmek neyine? Sana ısmarlayan mı oldu bu yalan dünyayı!” felsefesi. Bütün bunlar şarklı zihniyetimizin bölünmez ve dönülmez bir parçası haline gelmiştir.
‘Bugün bir etkinliğimiz, firma ve marka değerimiz olmasa da geçmişte muhteşem eserler üretmiştik’ tesellisi, ancak içinde yaşanılan zamanı algılamaktan aciz insanları avutmaya yetmektedir.
Gerçek bir gelecek duygusu olmayan zihinler ya geçmişi kutsallaştırır ya da şimdide yaşamanın cazibesine kendilerini kaptırırlar.
Bir kimsenin yalnızca “şimdiyle ilgilenmesi, geniş bir hayal gücüyle geleceği planlamadan, vicdan muhasebesi yapmadan ve günlük işlerin üstüne çıkarak soyut olarak düşünmemesi de doğru bir tarz değildir.
Geçmişin rolünü sıfırlamak da, geçmişten kadercilik çıkartmak da doğru bir davranış biçimi değildir. Bize dünün mirası olan bugünkü hayatı yönetmek, elbette bizim elimizdedir. Geçmiş yalnızca bugün yapılabileceklerin sınırlarını çizer, kapasitesini belirler. Geçmiş ve toplum arasındaki diyalektik elbette inkar edilemez. Tarihin öznesi olmak için geçmiş müktesebatı kullanabilmek ise daha başka bir şeydir.
Geçmiş bugünün hem öznesi, hem nesnesi, hem de gölgesidir. Nietzsche, “İnsan unutmayı bir türlü öğrenemez. Hep geçmişe bağlı kaldığı için şaşar durur kendine. İstediği kadar yürüsün, zinciri ile birlikte yürür” derken işte bunu kasteder.
Ayrıca günü birlik yaşamak, günün etkisinde zamanı yönetmek de geleceği ihmal etmek anlamına gelir.
Türkiye bugün hayal gücü felç olmuş bürokratlar, ütopyaları çalınmış gençler ve geleceği inşa edecek şekilde iktidarı kullanmasını beceremeyen yöneticiler cennetidir.
‘Hem İsa hem de Musa’ diyenler, sonunda ‘ne İsa’ya ne de Musa’ya’ yaranamadıklarından acı acı yakınmak zorunda kalırlar.
Sorun ‘mazi, hal ve ati’ bağlamında gelecek inşa etmekle ilgilidir.
Berbat bir halden muzaffer bir geçmiş inşa ederek kurtulmaya çalışanlar, gelecek için bugün risk almaktan kaçınanlardır. Sorun geçmişi ve mevcudu gelecek için canlandırabilmekle ilgilidir. Geçmişe takılıp kalmak bugünü geçmişin gölgesi altına sokar.
Hayatında geçmiş, gelecekten daha fazla yer işgal eden birey, gelişmemiş beyindir. Geçmişe sığınmak ya da sürekli olup/bitmiş olaylardan keramet çıkarmak gelecekle ilgili tasarımları olmayanların işidir.
Geçmişin muhteşem gösterilmesi çoğu kez şimdiki ve gelecek zamanın aşağılanması için bir araç olarak kullanılabilmektedir.
Türkiye, her sohbette hatıralarına sarılan, tarihi, masal türünden lakırdılara indirgeyen ve sürekli zihninde geçmişin(in) muhteşemliğini inşa ederek onu devenin hörgücü gibi taşımaya meyilli insanlar cennetidir.
Hoffer, “Yaşayan köpek, ölmüş aslandan daha iyidir. Yaşayanlar öleceğini bilir fakat ölüler hiçbir şey bilmez. Ölülerin bu gökyüzünün altında yapılan hiçbir şeyden artık alacak payları yoktur” der.
Geçmişi unutmadan bugünü en mükemmel biçimde geleceğe yönelik olarak değerlendirmek gerekir. Geçmiş için bugünü feda etmek yerine, gelecek için bugün rahata kıymak çok daha anlamlıdır.
Osmanlı’nın yıkılma dönemlerinde başlayan geçmişle övünmek, mevcut halle dövünmek alışkanlığı süreklilik arz etmektedir. Hâlbuki yapılmış olanlardan gurur duymak yerine, yaptığıyla ispatı vücut etmek çok daha anlamlı görülmesi gerekiyordu.
Geçmişte elde edilmiş zaferler ve başarılar; bugünkü tembelliğin, uyuşukluğun, miskinliğin aracı olarak kullanılmamalıdır.
“İbn vakt” ol; yarının tasasını bırak!
Diyen büyük düşünürler de başka deyimlerle konuşuyor değillerdi. Kayıtsızlık; geleceğe boş vermek ve nihayet: “Yarını düşünmek neyine? Sana ısmarlayan mı oldu bu yalan dünyayı!” felsefesi. Bütün bunlar şarklı zihniyetimizin bölünmez ve dönülmez bir parçası haline gelmiştir.
‘Bugün bir etkinliğimiz, firma ve marka değerimiz olmasa da geçmişte muhteşem eserler üretmiştik’ tesellisi, ancak içinde yaşanılan zamanı algılamaktan aciz insanları avutmaya yetmektedir.
Gerçek bir gelecek duygusu olmayan zihinler ya geçmişi kutsallaştırır ya da şimdide yaşamanın cazibesine kendilerini kaptırırlar.
Bir kimsenin yalnızca “şimdiyle ilgilenmesi, geniş bir hayal gücüyle geleceği planlamadan, vicdan muhasebesi yapmadan ve günlük işlerin üstüne çıkarak soyut olarak düşünmemesi de doğru bir tarz değildir.
Geçmişin rolünü sıfırlamak da, geçmişten kadercilik çıkartmak da doğru bir davranış biçimi değildir. Bize dünün mirası olan bugünkü hayatı yönetmek, elbette bizim elimizdedir. Geçmiş yalnızca bugün yapılabileceklerin sınırlarını çizer, kapasitesini belirler. Geçmiş ve toplum arasındaki diyalektik elbette inkar edilemez. Tarihin öznesi olmak için geçmiş müktesebatı kullanabilmek ise daha başka bir şeydir.
Geçmiş bugünün hem öznesi, hem nesnesi, hem de gölgesidir. Nietzsche, “İnsan unutmayı bir türlü öğrenemez. Hep geçmişe bağlı kaldığı için şaşar durur kendine. İstediği kadar yürüsün, zinciri ile birlikte yürür” derken işte bunu kasteder.
Ayrıca günü birlik yaşamak, günün etkisinde zamanı yönetmek de geleceği ihmal etmek anlamına gelir.
Türkiye bugün hayal gücü felç olmuş bürokratlar, ütopyaları çalınmış gençler ve geleceği inşa edecek şekilde iktidarı kullanmasını beceremeyen yöneticiler cennetidir.