1990’lı yıllarda bir kaç kez Suriye’ye gittim.    Bir seferinde Türk gazeteciler gurubu olarak Suriye medyasından iki isimle görüştük.
Görüşme öncesinde Elçiliğimizden şöyle bir uyarı aldık:
- “Bilginiz olsun burada her kritik yerde olduğu gibi  basının içinde de Suriye Gizli Servisi Muhaberat çok etkilidir. Dolayısı ile sizinle görüşmesine izin verilenler de muhtemelen Muhaberat elemanlarıdır.”
Suriye’deki Muhaberat Teşkilatı için klasik istihbarat örgütü tanımlamasını yapmak yerine rejim muhafızları demek daha doğru  olur.. Hitler’in SS’lerini çağrıştıran bu teşkilatın varlık gerekçesi iktidara kayıtsız-şartsız destek
olmaktır.
Açıklıkla söylemeliyim ki Türkiye’de de resmen değil ama fiilen böyle bir yapı oluşmuş durumdadır.
Başlangıçta poliste ve yargıda vücut bulan bu yapı her geçen gün alan
genişletiyor.
Bu aralar en etkili oldukları yer
medyadır.
Evet medyamızda fiili olarak Suriye Muhaberatına benzer bir yapı
oluşmuştur.
AKP ama özellikle de Tayyip Erdoğan aleyhinde bir haber ortaya atıldığında bu güruh anında harekete geçiyor ve akla hayale gelmeyecek metotlara başvuruyor!
Yaptıkları kraldan çok kralcılığın bile ötesinde, fedailiktir.
Son WikiLeaks olayında bu durum bir kere daha tescillendi.
Gazetecinin  evrensel görevi iddiaların üstüne gitmek ve araştırmak olduğu halde bu güruh yine korumalığa soyundu!
Neymiş efendim, WikiLeaks saçma imiş!
Dahası, ABD ve İsrail’in operasyonu imiş!
Üstelik yansıttıklarında yeni bir şey de yokmuş!
Tabir yerindeyse her biri belge çürütme görevine soyundu!
Oysa bizzat Tayyip Erdoğan Ergenekon soruşturması sürecinde  “Böylesi iddiaların nasıl ortaya çıktığı önemli değil, içeriği önemli içeriği...” dememiş miydi?
Bu beyan ortada ve sıcakken Yandaş Muhaberat Medyası içerikle ilgilenmiyor ve etkiyi azaltmak için olaya İsrail’i karıştırmaya çabalıyor ve komplo imalarını yapıyor!
Görüyorsunuz konu Ergenekon olunca içerik,Tayyip Bey’in İsviçre’deki hesapları iddiası olunca da iddia sahibi önemli oluyor!
Sorarım size, bu anlayışa  gazetecilik ve bunu yapanlara gazeteci denilebilir mi?
Her şey açık ve net, bugünkü  yandaş medya yapılanması Türkiye’deki yeni Tayyiban rejiminin Muhaberat Teşkilatı ya da SS  örgütlenmesidir!
Tayyip Bey için bir isnat ya da ima mı yapıldı?
Topluca hücuma geçip türlü metotlarla dezenformasyona başlıyorlar!
Kuşkusuz medyanın tamamı bu SS’lerden oluşmuyor ama geride kalanların büyük bölümü de Erdoğan’dan zılgıtı yedi mi anında tornistan ediyor!
Son olayda gördük, Başbakan bir  “alçak” lafını etti, tamamı sipere yattı!
Emin olun istisnalar bir yana, bugünkü Türkiye medyası, Pravda kadar bile şerefli değildir!

 
BURAYA KADAR...
Badem bıyıklı TSK’ya Genelkurmay onayı mı?

Başlıktaki ifade bana değil, MHP lideri Devlet Bahçeli’ye aittir ve Bülent Arınç’a gösterdiği haklı tepki esnasında ifade edilmiştir.... TSK’nın epey bir süredir hedefte olduğu vakıadır, dolayısı ile aslında sorgulanması gereken askerin buna niçin suskun kaldığıdır. İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Başkanı Ali Fuat Yılmazer’in Genelkurmay’daki birileri tarafından yalanlanmayan ifadesine bakılırsa, bugüne kadar yapılan her şey  Genelkurmay’ın onayı ve bilgisi dahilinde imiş.. Öyle ise  bizim  “Aman  TSK yıpratılmasın” diye çırpınmamızın bir anlamı kalmamıştır.. Madem  askeri itibarsızlaştırma işi ortak yani AKP ile Genelkurmay tarafından beraber yapılıyor, mübarek olsun.. Herhalde bütün bunlar yeni bir Nizam-ı Cedid ya da Badem Bıyıklılar Ordusunu kurmak içindir.. Ancak itiraz edeceğimiz şey kendilerinin AKP ile aslında yoldaş olmasına rağmen neden karşı gibi göründüğü ve ona siyaseten istismar imkanını verdiğidir.. Evet sadece Yılmazer’in beyanları ile değil yaşanılanlarla  görülmüştür ki, AKP ile o kişiler gerçekte kayıkçı kavgası yapıyorlar. TSK bunun böyle olmadığını net bir şekilde ortaya koymadıkça benim onları artık sahiplenmem mümkün değildir!

 
ŞIRACININ ŞAHİDİ!
Özür yalanı!

Neymiş efendim, Hilary Clinton, Ahmet Davutoğlu’ndan özür dilemişmiş! Kim söylüyor bunu? Dışişleri Dakanımız !.. Şahidi de AKP Mebusu Ömer Çelik!.. İyi ama durum bu ise, o adam nasıl böyle konuşabilir. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Crowley dünya medyasına, “Türkiye’den iddia edildiği gibi özür falan dilenmedi” dedi.. Evet adam açıktan Bakanımız için yalancı imasında bulunuyor.. Peki gerçekte aslında  özür dilendi de bu mu saklanıyor?.. Mümkün değil, zira özürü dileyen bunu neden saklasın.. Belli ki bizimkiler  “Üzüldük” ifadesini özür dilemek diye yansıttılar, oysa üzüldük demekle, özür dilemek farklı şeyler. Görüyorsunuz, her şey farklı yansıtılıyor ve koca bir ülke yıllardır böyle idare ediliyor.
 

DÜN... BUGÜN...
12 Eylül sonrası bu kadar
karanlık değildi!

Ben 12 Eylül sürecinde  Üniversite öğrencisiydim. Dahası, fevkalade politizeydim  yani öğrenci eylemlerinin merkezindeydim. Hal bu iken emin olun benim için o günkü tablo, yani darbenin hemen sonrasında bile Türkiye bu kadar karanlık değildi.. Tamam işkence vardı ama, polis sana komplo kurmuyordu yani suç yaratıp seni ona bulaştırmıyordu. Evine gelip cebinden çıkardığı yasa dışı şeyleri sende bulmuş gibi yapmıyordu. Dahası yargıya güven vardı ve suçsuzsam çıkarım deniliyordu. Oysa bugün tablo bunun tam tersidir.. Herkeste “polis evimi ve büromu ararken acaba ne koyacak” endişesi var... Sorarım size, bunun adı rejmin değişmesi değil de nedir? Evet Türkiye bugün 12 Eylül darbe karanlığının bile ötesinde bir süreci yaşıyor!