¤  Gurbete para, çıkar, mal – mülk için çıkmadım. Dua ile başlayan hicret beni dilediğim bir noktaya oturttu. 32 yıl içerisinde Avrupa’da; Fransa, Hollanda, Belçika, Almanya, İsviçre, Lüksemburg gibi ülkelerde 3 yıl süreyle ev kiralamadan yüzlerce gurbetçi evlerinde misafir edildim. Gurbet çiçeklerinin dostluğu, cana yakınlığı, misafirperverliği, ALLAH (C.C.) ve Peygamber (S.A.) sevgisi adeta bana ışık oldu. Almanya, Metz, Forbach, Lyon derken  Paris bölgesine yerleştim. Buradan dünya insanlarına hizmet ediyorum. Şiirlerim çok değerli şair ve yazar, Brüksel adliyesi Yeminli Tercümanlarından yiğit insan Yakup YURT öncülüğüyle  12 dile çevrildi. 15 şiirim Fransızca şarkılaştı.  Binlerce insan denen çiçeğim var... Emperyalizme, insanların dinle, materyalizmle, kültürlerinden, ülkülerinden, ilkelerinden, inançlarından vurularak sömürülmelerine, Atatürk ve tarih düşmanlığı yapanlara ve kim olursa olsun güdümlü, kendi iradeleriyle hareket edemeyen yöneticilere karşıyım. Gerçekleri ifade etmek ve mazlumları korumak ya da savunmak için uzak yakın demeden her yere koşuyorum.
 
¤  Dün benim yaşadığım hukuksuzlukların 1000 katını AKP hükümeti size yaşatıyor. Türkiye emperyalist işgal altında... Kültür yozlaştırmalarının ve dinle aldatılarak düşürüldüğünüz noktaların ne yazık ki bir çoklarınız farkında değilsiniz! Ben yazmaya devam edeceğim. Göz göre göre, size, ülkenize, bayrağınıza milletinize, ve dininize yapılan haksızlıklara sessiz kalarak günahlarınızı katmerleştirmeyin! Sağ –sol ayırımı yapmadan birbirinizi kucaklayarak vatanınıza sahip çıkın.  Tekrar ediyorum emperyalist güdümlü AKP’den uzaklaşanlar ALLAH’a (C.C.) yakınlaşırlar!
 
¤  28 Şubat, 12 Eylül, 27 Mayıs vb. konular intikam arzusu içerisinde, zamları, ülkedeki vahim şartları, başarısızlıkları, materyalist yozlaştırıcıları,  dinî ve ahlâkî çöküşe götürdükleri insanları kamufle etmek (üstünü örtmek) için,  AKP gibi ülkemizin adalet, hukuk, eğitim, sağlık, ekonomik  sistemlerini kaosa sürükleyen bir partinin mensupları tarafından gündeme taşınırsa bilin ki ölçü, adalet, sevgi, tarafsızlık ve hukuk ortadan kalkacaktır. Bu gibi konuları evlere gece yarıları baskınlar yaptırtarak, aslan gibi insanları, henüz suçları olup olmadığı bilinmeden apar topar suçlu muamelesi yapmaları bu konuda AKP yöneticilerinin intikam duygularıyla hareket ettiklerini belgelemektedir. Bu gibi soruşturmaların, sessizce, şüpheli görülen kişilere davetiyeler ya da mektuplar gönderilerek, insan olduklarını unutmadan, hizmet sürelerini, yaşlarını, kişiliklerini göz önünde bulundurarak, yıpratmadan, aşağılamadan, küçük düşürmeden çağrılmaması bu tür hukukî uygulamalarda iyi niyeti de kul haklarına riayeti de yansıtmamaktadır.
 
¤  Bu konuların bir başka irdelenmesini de onurlu bir devlet, asil devlet adamları, aydın kişiler önce bilimsel araştırmalarla, ilim adamlarıyla, hukukçularla araştırmalar yaptırtarak, komisyonlar oluşturarak, belgelerle kitaplaştırarak kamuoyuna sunmalı ve bu şekilde suçlular ve suçsuzlar açığa çıkarılmalıydı. En son yapılması gerekenleri ilk etaba taşıyan, tek bir yöneticinin ağzından çıkan sözleri emir telakki edebilecek bir hukuk düzeni kuran AKP yöneticileri bugüne kadar bu yönde hem kişileri, hem kendilerini (gelecekte bunun sonuçlarını bir çok şekilde mutlaka göreceğiz), hem de devleti aşağılamışlardır. AKP yöneticilerinin dinle alâkaları yok... Onları hizmet yarışlarında da göremiyorsunuz. Dün böyle idik, bugün böyleyiz, eğer sessiz kalır, bu hukuksuzlukları, insanlık dışı uygulamaları sinenize çekerseniz yarında böyle olacak.
 
¤  Ben işkence çekerken, bana iftira ve tertip yapılırken ülkemizde, ilimizde, ilçemizde bazı insanların sessiz kaldıklarını gördüm... Türk Milletinin onurlu vasfına uymayan, İslâm’a ters,  emperyalist dayanakları olan «Bana dokunmayan yılan bin yaşasın», «altta kalanın canı çıksın», «düşenin dostu olmaz» gibi sözlere sığınarak beni yalnız bıraktılar. Bir büyüğümüz babamla bana dua yetiştirdi. O babama : «Oğlun Üzeyir Lokman ÇAYCI’nın suçsuz olduğunu biliyorum. Kainatın sahibi Cenab-ı ALLAH (C.C.) bu iftiralarla, tertiplerle oğlunu yüceltecek, ona kötülük yapanları da yerin dibine gömecek ve o 40. gününe kalmadan hapishane hayatından Yaradan’ın izniyle kurtulacaktır inşallah...» diyor.
Ben tam 33. gün Cenab-ı ALLAH’ın (C.C.) izniyle hapishaneden kurtuldum.
 
1976 yılında bir akşam namazını Beşiktaş Sinan Paşa Camisi’nde kıldım. Namaz sonrası orada bulunanlardan iki kişi ayağa kalkarak arapça bir şeyler ifade ettiler. İmam Efendi  onların sözlerini tercüme ederek bize aktardı  :  «Değerli Müslümanlar, biz Paris’den geliyoruz. Sizinle sadece beş dakika konuşmak istiyoruz. Bizi dinlerseniz sevineceğiz.» dediler.
 
O anda bir kaç kişi ayrılmak isterlerken tekrar konuşmaya başladılar : «Biz para dilenmeye gelmedik. Eğer içinizde paraya ihtiyaçları olanlar varsa yardım da edebiliriz. Biz senemizin 9 ayında Paris’de otomobil tamircisi olarak çalışıyor, üç ayında da dünya ülkelerini geziyoruz. Dünya insanlarının geleceğini karanlık gördüğümüz için manevi olarak insanlara bir şeyler anlatmaya, maddî ve manevî  destek olmaya çalışıyoruz.  Amacımız insanları uyarmak, uyandırmak ve kendi varlıklarını irdeletmek...»
 
Hepimiz tekrar oturduk ve onları dinlemeye koyulduk. Onlardan biri :  «İnsanlar kendilerini, çocuklarını, sıkıntılarını ve ülkelerini yönetemiyorlar. Parmaklarının aralarına sigaralarını alanları, kahvehanelerde vakitlerini öldürenleri, ilimden, bilimden uzaklaşanları, ahlâk dışına çıkanları, adaletsizlik yapanları kimler yönetiyorlar?  Her geçen gün sahip çıkılacak değerlerimizin sayısı artıyor. Ucunu kaçırdığımız fırsatlar, yitirdiğimiz ömür, yaşlandırdığımız vücut, bizden uzaklaşan samimiyet, erdemlik ve vefa gibi insanî  duygulara tekrar ulaşmak oldukça güçleşti. Bu sebeple önce kendi kimliğinize, ülkenize sonra çevrenize ve değerlerinize sahip çıkın! Yakın gelecekte yani 2000 yılından sonra üzerinize gelebilecek felaketlere hazır olun... Yöneticilerinizi seçerken dikkat edin... Size en çok kötülük Müslüman’ım diyen İslâm’la ilgisi olmayan, emperyalist ülkelerle işbirliği yapan insanlardan gelecektir. Ülkenizi, değerlerinizi, geleceğinizi koruyun...» dedi. Ve her ikisi  ayağa kalkarak  : «Bizim gibi yapacağınıza söz verin ve  içinizden ne geliyorsa dua edin» dediler. Hepimiz ayağa kalktık ve ellerimizi açarak dua ettik.
Ben de içimden : «Ya Rab bana da sen Paris’i nasip et, gerçekleri göster. Oradan dünyaya sesimi duyur… Şahsıma insanlara uyarıcılık görevi ver. İnsanlara faydalı olmamı, kalplere girmemi sağla ! Nerede olursam olayım uzakları ; uzaklıkları  bana yakınlaştır.» diye dua ettim.
 
14 yaşımdan beri genellikle  şiir ve yazılarımı rüyalarımdan aldığım işaretlerle yazıyor, bunları desenlerime de aksettiriyorum. Bana tertip yapılmadan birkaç yıl önce yazdığım aşağıda başlıkları geçen şiirlerle ve içerikleriyle ben masumiyetimi adeta önceden dünyaya haykırıyordum. Size soruyorum böyle şiirler yazan bir insan canlılara ya da kendisine hiç kötülük yapabilir mi? 
 
«SEN SUÇLU DEĞİLSİN ARKADAŞ» başlıklı şiirim30.11.1976 tarihinde KELEBEK GAZETESİ’nde, 31.08.1977 tarihinde GÜNAYDIN GAZETESİ’de,  00.11.1977 tarihinde   KÖK DERGİSİ’nde, 20.01.1978 tarihinde YENİ KIROBA GAZETESİ’nde,  
00.02.1978 tarihinde ŞIK MECMUASI’nda,30.06.1978 tarihinde  KIRKLARELİ GERÇEK GAZETESİ’nde 
yer aldı
 
«YARGILANIŞIM» başlıklı şiirim : 1975 yılında  AKŞAMLARIN DURAĞI isimli şiir kitabımda,17.08.1976 KELEBEK GAZETESİ ve  02.06.1978 tarihinde YENİ BOR GAZETESİ’nde yer aldı
 
«HÜCRE» başlıklı şiirim  :   21.10.1976 tarihinde KELEBEK GAZETESİ,  02.08.1977 SİİRT’TE SON SÖZ GAZETESİ, 13.08.1977 YENİ BOR GAZETESİ, 22.09.1977 AFYON EMİRDAĞ GAZETESİ, 02.01.1978 YENİ KIROBA GAZETESİ gibi ismi geçen gazetelerde iftiraya uğramadan, işkence görmeden, hücreye atılmadan, suçlanmadan, yargılanmadan birkaç yıl önce yer aldılar.
 
Şiirlerimi yazdığım 1975’ten 3 yıl sonra yani 08.08.1978 tarihinde «suçlu olmadığım» halde «yargılandım, suçlandım»,  «hücreye atıldım ve  işkence gördüm.
 
Duygu dünyamda ve kalbimde şekillenen şiirlerimin bir çoğu bu şekilde aylar ya da yıllar sonra hayatıma da yansıdı... Olumsuzluklarla çerçevelense bile bana bunlar hayırlara giden yollar açtı... İnsanlığa, gençliğe, düşüp de kalkamayanlara hizmet etme şerefini bana tattırdı... Gözümün önündeki perdeler zaman zaman kalktı : Gerçeklere, görülmeyenlere, bilinmeyenlere rahatça eriştim, kendilerini gizleyenleri manen, psikolojik derinliklerine girerek, en hassas naktalarına uzanarak resimleme imkânı buldum. ALLAH (C.C.) her şeye kadirdir dedirten gelişmeler bir ışık halinde sürekli bir şekilde önüme düştü.
 
Onları hukuksuzluklara, zulme, işkenceye, intikama iten suçlar zinciri,  gözlerini ve kâlplerini kararttı! Ne yazık ki karanlıkta yol alınamayacağını da bilemediler...
 
Emperyalizmin Türkiye üzerindeki hesaplarından biri de, insanları korkutmak, etkisizleştirmek, sorumsuzlaştırmak, şuursuz hale getirmek ve savunma güçlerini ortadan kaldırmak... Bu şekilde sürüleştirilen bir milletin kolayca kendilerine hizmet ettirilmesini sağlayacaklarına inanıyorlar!... Faili meçhul cinayetlerle, terör olaylarıyla, ihtilallerle, işkencelerle beslenen bu sistemlerin öncüleri, maşaları, destekçileri bunlarla el birliği yaparak Türk Milletinin son kalesi Türkiye’yi olumsuzluklar ülkesi haline getirmeye çalışıyorlar!
 
Biz kavga için değil, sevgi için geldik diyemeyen iktidarlar!
 
Emperyalistler bir milleti o ülkenin iktidarlarına ya da ordularına dövdürerek; milletin unsurlarını, milletin geleceğini,  gençliği, millî  ve dinî değerleri sosyal ve siyasî dokuyu da imha etmektedirler. Emperyalistler tarafında güdülen bu iktidarlar gafletle, dalaletle ve ihanetle şekillenen kafalarıyla  ülkelerine hizmet ediyorlarmış gibi, ilericilik  ya da dindarlık görüntüleri altında, emperyalistlerin uydusu olarak, koltuk, para, çıkar uğruna kendi milletlerine kötülük yapmaktan çekinmemektedirler!
 
Sağ – sol ayırımcılıklarıyla, sağ – sol kavgalarını körükleyen iç ve dış güçler, ölen insanlar üzerinden propagandalar yapmaktan da çekinmemişlerdir. Kenan Evren öncesinde ve sonrasında, görev ihlalleriyle,  gerçekler, masumiyetler görmezlikten gelinerek yetkilerini kötüye kullananlar solcuyu sağcıya, sağcıyı solcuya dövdürerek millet olma onurunu ayaklar altına almışlardır.

 
Niğde’de Emniyet Müdürü zor durumda
 
Bana iftira yapılmadan önce Niğde’de sergilenenlere bir bakın… Hukuk dışı tertiplerle beslenen bu olaylar Niğde Valisi E. Berki Koçoğlu’nun bir teröriste verilen ve sonradan kaybedilen, 419044 numara ile demirbaşa kayıtlı devlet malı tabanca ile ilgili  Hürriyet Gazetesi’ne 19 Ekim 1979 tarihinde yaptığı şu açıklamayla da adeta teşhir ediliyor :  «1) Olay 1978 yılında vukua gelmiştir.  2) Yazınızda da belirtildiği gibi, tabancanın demirbaşa kayıtlı  olmadığı ve kullanılmaya elverişli bulunmadığı yolunda tarafıma bilgi verilmesi üzerine, mezkür silah, her ne kadar malumatım (bilgim) tahtında Emniyet Müdür Vekili Yaşar Oğuz tarafından muhbire verilmiş ise de, bilahare yapılan incelemede, silahın demirbaşa kayıtlı ve faal olduğu tespit edildiğinden, olayın tahkiki için Bakanlıktan müfettiş istenmiş, 06.03.1979 tarihinde, ilimize gelen Mülkiye Müfettişi tarafından il makamına yanıltıcı bilgi verip, görevini süistimal eden Emniyet Müdür Vekili Yaşar Oğuz hakkında gerekli soruşturma evrakı ilgili mercilere intikal ettirilmiştir. Bu konudaki neşriyatınız (yayınınız, haberiniz) üzerine, idare hakkında efkârı umumiyede hasıl olan istihfamın (şüphenin) silinmesi için, neşriyatınızı tamamlar nitelikteki açıklamamın gazetenizin aynı sayfasında yayınlanmasını rica eder, saygılarımı sunarım.»
 
İl makamına yanıltıcı bilgi verip, görevini süistimal eden Emniyet Müdür Vekili Yaşar Oğuz Niğde ve çevresindebuolayı ört - bas edecek ve ses getirebilecek bir çok tertibe başvuruyor.
 
Tarih : 08.05.1978… Niğde Giray Düğün Salonuna bomba atılmış, bunun müsebbibi (sorumlusu) olarak, Kemalettin Ertan isimli bir genç tutuklanıyor. O sırada Selçuk isimli bir savcımız tarafından  Kemalettin Ertan’ın bombalama sırasında Niğde Çimento Fabrikası’nda mesaide olduğu tespit edilerek serbest bırakılıyor.
 
Bana tertip yapılmadan aylar önce Niğde Emniyetinde kaybolan bir tabanca ise görevlileri endişeye düşürüyor !  Ve il makamına yanıltıcı bilgi verip, görevini süistimal eden Emniyet Müdür Vekili Yaşar Oğuz bu haliyle benimle ilgili hukukî, adil davranabilir mi ? İşte bu soruya verilecek cevap masumiyetimi de açığa çıkarmaktadır.
 
Tarih : 18.07.1978... Faruk Sükan Devlet Bakanı olarak bu tarihten önce kaybolan devlet malı bir tabancayla  ilgili soruşturma başlatıyor.
Bu konu hemen hemen bir yıl sonra  08.10..1979 ve 09.10.1979 tarihli ve 11312 – 11313 sayılı Hürriyet Gazeteleri’nin «Bir günün hikâyesi» köşesine konu olarak kamuoyuna yansıtılıyor : Vali Berki Koçoğlu zamanında Niğde Valiliği demirbaşına kayıtlı 419044 numaralı bu tabancanın bir teröristin beline takılarak Adana’da eylem yaptırıldığı yankılanıyor.
 
Tarih : 02.08.1978... Bor Emniyet Amirliği’nde çalışan bir bekçi polisler tarafından yapılan telsiz konuşmalarını dinliyor. Bir iç çekişle, üzüntülü bir şekilde karakoldan dışarıya çıkıyor. Karşısına çıkan Cemalettin Temeltaş isimli gence : «İlçemizde bir gence tertip yapacaklar, tedbirli olun, yazık, sizlere de iftira etmesinler... Gidiş hiç iyi değil… Durum bunu gösteriyor…» diyor.
 
Bu uyarıdan hemen sonra Bor PTT’sine ait araçların zinciriyle Mustafa Cumhur isimli bir genç «boğma zinciri» taşıdığı gerekçesiyle tutuklanıyor. Emniyet görevlileri tarafından Bor PTT’si önünden alınan ve bir genci suçlandırmak için bu zinciri suç unsuru gibi gösterdikleri anlaşılarak adı geçen genç ilgili mahkeme tarafından serbest bırakılıyor.
 
Tarih : 09.08.1978… 1. Şube Müdürü Zülkifli Akbaba başkanlığında Niğde’den gelen polis ekibi, anneme ve babama önceden mektupla geleceğimi bildirdiğim ve Bor’da bulunduğum o gün misafir bulunduğum babama ait evde örneği görülmeyecek bir arama yapıldı. Ellerindeki paketlerle giren polisler kendilerini temize çıkaracağına inandıkları süistimaller içerisindeydiler. Daha hiç bir şey yokken ellerimi arkadan kelepçelediler. Kimin nereyi aradığı, kimin neyi gasbettiği belirsizdi.
 
Tarih : 26.09.1978... Saat 16.00’da cereyan eden bir hadiseyi emniyet görevlileri yine Kemalettin Ertan’ın üzerine yıkmak istiyorlar. Ve onu takip ederken emniyete ait aracı devirdiklerini söyleyerek dava açıyorlar. Aracın devrildiği yer tamamen farklı bir yer... Diğer bir husus da olay saatinde Kemalettin Ertan’ın yine Niğde Çimento Fabrikası’nda mesaide olduğu tespit ediliyor. Bu konu vatansever Emniyet Şube Müdürü Ali Sakallı tarafından soruşturuluyor ve Polis Memuru Selahattin Çatoğlu tarafından da zabıtlaştırılıyor.
 
Amaçları devlete olan güveni sarsmak ve Türk Milletini devlet gücüyle
fert fert baskı yaparak sindirmekti ama...
 
Bu şekilde kendi iç portlerini ve suçlarını teşhir etme yoluna girenler geleceklerini irdelemeden nelere dokunduklarını bilemeyecekler,  bana kötülük yapacaklar ve sebeplere takılacaklardı... Türklük gurur ve şuurundan, İslâm ahlâk ve faziletinden mahrum olanlarla bu dün böyleydi. Bugün de böyle…  yarın da böyle olacak
 
Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu İç Mimarlık – Endüstri Tasarım Bölümü Öğretim Görevlilerinden, strüktür dersleri öğretmenimiz çok saygıdeğer  Ertil Ayaydın’ın bilgisi altında okul ödevi almıştım.
 
Başvurum üzerine 19.12.1978 tarihinde Öğretim Görevlisi Ertil Ayaydın tarafından bana gönderilen tutanağa dikkatlerinizi çekiyorum :
«Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu İç Mimarlık – Endüstri Tasarım Bölümünden 1974-1975 Öğretim yılında mezun olan Üzeyir Lokman Çaycı’nın 2. sınıf proje ödevi olaraj “Silah Askılığı“ konusu tarafımdan uygun görülmüş ve ödev başarılı sayılmıştır.»
 
Uzay  kafes kiriş sistemleriyle İstanbul’da yaptığım bu köprü ve silah askısı projelerime ait maketlerime ait fotograflar gizlenilecek  ve okuldan aldığım bir yazıyla inceleme amaçlı İstanbul Harbiye’deki Askeri Müze’de çektiğim silah askısı  araştırma resmim suç unsuru olarak gösterilecekti.
 
Babamın bir bayi olarak ruhsatlı satışını yaptığı av malzemelerini, babamın ruhsatlı tabancasını, ordumuzun bana hediye ettiği deniz asteğmen elbiselerimi suç unsuru olarak gösteren polisler… Siyasi hırslarla beslenen devlet gücü, Allah’ı unutan gafiller  elbirliği yaparak bilmeden beni gurbete gönderecekler,  bana güneşin ya da aydınlığın yolunu açacaklardı. Senaryoda rol alanlardan kelepçeli halime sevinerek  balkonunda gözlerimin önünde dans eden bir bayan sonradan yanarak ölecekti. Ben hapishaneye girdiğim zaman eşimin güzelliğine dokunma niyetinde olduğunu öğrendiğim çift imza kullanan bir kişi de onların tertiplerine imza atarak destek olacak,  o da  çeşitli azaplar ve korkular içine girerek benden para isteyecek hale düşecekti.
 
Bahsettiğim bu konular Karar isimli kitabımda da yer aldı!
 
Sadece bunlar mı?
 
(Devam edecek)