Niğde’de veya yakınlardaki başka bir yerde oturuyoruz ve hep aynı sokakları gezmekten hep aynı mekânları görmekten sıkıldık değil mi?  Yanı başımızda güzel doğasıyla tarihiyle ve coğrafyasıyla dikkatleri üzerine çeken güzel mi güzel ve şirin mi şirin bir yer var.

Yaz güneşinin ısıttığı bağlarıyla elma bahçeleriyle üzümleriyle tabiatın bin bir nakşını burada görebiliriz. Nerden bahsettiğimi hemen anlamışsınızdır. Evet, tarih şehri güzellikler şehri Kuddusi Baba’nın şehri Bor’dan bahsediyoruz.

Evet, Bor şehri nur şehri gerçekten yanı başımızda duran saklı bir cennet. Bir öğleden sonra veya bir güneş batımında veya bir sabah vakti yola çıkıp bu güzellikleri yaşamak bizi bekliyor. Çünkü Bor günün her saatinde güzel günün her saatinde güzelliklerle dolu.

Bazı insanlar her gün işe gidip gelirken yollarının üstündeki çiçekleri yeni açmış duran o ağacın farkına bile varmazlar. Hatta sorsak böyle bir ağaç var mı yok mu diye hatırlayamazlar bile. Bu duruma algı körelmesi diyebiliriz. Niğde’de yaşayan ve burada hayat yok yapılacak hiçbir şey yok diye serzenişte bulunan insanları kapısının önünde ki çiçek açmış ağacı göremeyen insanlara benzetsek nasıl olur acaba.

Biz tüm algı körelmelerinin dışında capcanlı bir gözle memleketimizi tanıyıp sevmek için yola düştük. Evet, rotamızı Bor’a çeviriyoruz. Şehrin girişinde bizi geniş bir bulvar tertemiz bir cadde karşılıyor. Gerçekten Bor şehrinin belediyecilik anlamında yakaladığı ivme takdire şayan.  Bor şehri tertemiz çehresiyle bize gülümsüyor.

Şehrin içinde Sokullu Mehmet Paşa Bedesteni ve üstünde ki Paşa Camisi bir kalp misali sonsuza çarparken çini desenli şadırvanın yanında bir çay içip yolumuza devam ediyoruz. Bilginler Konağına hayranlıkla bakıp,  eski haliyle şimdi ki hali arasında dağlar kadar fark bulunan ve güzelliğiyle dikkatleri üzerine çeken Gostivar şelale parkında bir lahza soluklanıyoruz.
Bor kasaplar çarşısı lezzet ülkesinin başkenti gibi orda öylece dururken sipariş verdiğimiz Bor’a özgü söğürme iştahımızı sonuna kadar açıyor. İnsan sırf söğürme yemek için bile Bor’a gelebilir. Bor’un kendine özgü pidesi ayrıca bahse değer. Bor lokantaları dumanı üstünde tüten her saat taze ve sıcak sulu yemekleriyle ziyaret edilmesi gereken yerlerin başında geliyor.
Bor’a gelip ayakkabı almadan gitmek olmaz. Bor’un ayakkabıcıları hem ucuz hem kaliteli hem de sağlam ayakkabılarıyla övgüyü hak ediyor. Bilindiği üzere Bor dericiliğin başkenti. Bor tabakhanelerinde işlenen deriler tüm Türkiye’de nam yapmış.
Bor’un kendine özgü kemik saplı bıçakları işte gerçek bir bıçak dedirtecek kadar güzel. Hem hediyelik eşya olarak hem de mutfak bıçağı olarak buraya gelip de Bor bıçağı almadan gitmek olmaz.

Muhteşem Bor pazarına uğrayıp oradan üreticilerin kendi pazarladıkları organik meyveleri sebzeleri almadan elma kurusunun kaysı kurusunun dut kurusunun üzüm kurusunun köfterin tadına bakmadan dönenler çok şeyleri kaçırmış olacaklardır.

Bor mezarlığında Kuddusi Baba’nın kabrini ziyaret etmeden Çukur mahalledeki çilehanesine uğrayıp oradan bir tas su içmeden Sarı Saltuk hazretlerinin makamını ziyaret etmeden dönenler altından daha kıymetli olan manevi kazançlardan mahrum kalacaklardır.

Bor şehri nur şehri, Kale camii ve daha birçok tarihi camisiyle eski evleri ve tarihi sokaklarıyla ziyaretçilerini bekliyor. Bor’a geldiğimizde her sokağında tarihin bize gülümsediğini çeşmelerinde tertemiz suların aktığını görebiliriz.

Güneşin batışının en güzel seyredildiği yer olan Bor Kayabaşı Parkı güzel vakit geçirmek isteyenlerin bir numaralı adresi olmaya aday. Bor belediye başkanı Sayın Sıtkı Erat’ın yoğun gayretleri ve çalışmasıyla yapılan bu muhteşem park sadece Bor için değil tüm Niğde için bir övünç kaynağı.

Şehir bitmiş altyapısı ve sükûnetiyle gelecek günlere emin bir şekilde gülümserken zaman Üstün parkta bir bardak çayın içinde ki şeker gibi erimeye devam ediyor. Günler Pınarbaşı’nın güzellik aynası yemyeşil çehresiyle gülümserken takvimler Okçu Suyu’nun billur akışına karışıyor.

 “Gez dünyayı gör Konya’yı “diye bir sözü çoğumuz duymuşuzdur. Ben bu sözü “gez dünyayı gör Bor’u” diye telaffuz etmek istiyorum. Çünkü Bor gizli kalmış bir hazineye andırıyor. Bor’u görmek Bor’un tarihi havasını teneffüs etmek tabiatının muhteşem kitabını satır satır okumak için geç kalmadan harekete geçebiliriz.

Sözlerimi daha evvel yazdığım ve Bor’a adadığım “Bor ‘da Zaman “isimli şiirimle tamamlıyorum.
 
Bir düş çınarının gölgesine durmuşum
Yürüyorum yeşil Bor’un sokaklarında
Uzaklarda Bolkar Dağlarının heybetli duruşu
Güneşin emzirdiği kayalarda kartal yuvaları
Dilimde karlı dağların türküsü
 
Gözlerine sürme çekilmiş bir akşamın terasında
Zamanı bir tespih gibi çekerken Üstünpark’ta
Bir bozlak sesine karışıyor Özden deresi
Tarihin aynasında solmayan bir nakışla
Deniz görmemiş bozkırlara doğru akıp gidiyor
 
Bor’un bağlarında hayatın türküsünü dinliyorum
Pınarbaşı’nda dağılıyor efkâr bulutlarım
Sarı Saltuk türbesinde duruluyor bulanık sular
Kuddûsî Baba’nın kapısında büktüm boynumu
Aşkının Kâbe’sinde tavaf ediyorum
 
Kale Camiinde bir ikindi vakti
Esen Selçuklu rüzgârıyla sarhoşum
Ay yıldızlı bayrağın gölgesinde
Aşk ülkesinin nurla dokunmuş seccadesini
Anadolu toprağına seren atlılar gelip geçiyor
 
Harım Mahallesinde ekmek pişiren kadınlar
Sükûtun oklavası ile sözün hamurunu açıyorlar
Kırışmış ellerinde kaderin silinmez imzası
Şu dünya denilen koca değirmende
Zamanın eleğinde hayatın ununu eliyorlar
 
Okçu suyunun şifa dağıtan akışına kapılmışım
Ruhumda şırıldayan bir ırmağın çağıltısında
Hasretin türküsünü söylüyor dudaklarım
Bor istasyonunda sallanan mendillerin beyazlığında
Uzayıp giden vagonların ardı sıra bakarken
 
Güneş yavaş yavaş kaybolurken ufuktan
Kayabaşında yıldızların şenliği başlayacak birazdan
Bir destanın otağına diz kırıp oturacağım
Yesevi dervişlerinin nefesiyle dirilecek ümitlerim
Bor şehrinde gazi alperenlerin destanını okuyacağım