Bazı yazarlar vardır insanı kendi özüne doğru sürükler. Anadolu toprağının kalbinden sökülmüş kelimelerle yepyeni bir âlemi inşa eden Abbas Sayar kelimelerin ötesinde hallerin büyülü dilini kurgular. Onu okumak özümüze doğru, köklerimize doğru bizi alıp götürür.
Abbas Sayar’ın romancılığından ziyade şairliği ilk göz ağrısı olarak ortaya çıkmıştır. Romanlarında ki şiirimsi hava onun şairlik yönüne güzel bir işarettir. 
 
Abbas Sayar’ın Yılkı Atı romanında; tabiatın acımasızlığı karşısında yılkıya bırakılmış bir atın yaşam mücadelesi anlatılır. Romanda Anadolu köylüsünün acı dolu hayatı gerçekçi bir gözle ortaya serilir.
 
Bir olmanın birlik olmanın gücü, zalimliğin, acımasızlığın, merhametsizliğin kapkaranlık dünyası Abbas Sayar’ın sürükleyici üslubuyla okuyucu yormadan bıktırmadan heyecanla sürükler. Yılkı Atı’nda yılkıya bırakılmış bir atın kişileştirme yöntemi kullanılarak anlatıldığı mecerasında kışın karına, boranına ve açlığına karşı yaptığı destansı mücadelede insan kendi hayat macerasını görür.  Baharın bir cennet kışın ise bir cehennem gibi karşımıza çıktığı romanda iyi zaman ve kötü zaman olgusunun ne kadar farklı tablolar oluşturabileceğini bu noktada dünyanın kaç türlü rengi olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Bir atın soylu soluklarına karışan grup vaktinde aslında batıp gidenin ömrümüz olduğunu, bir hayal köpüğünün ansızın söndüğünü görebiliyoruz.
 
Abbas Sayar Yozgat ve havalisinin dilini, insanını ve kültürünü romanın her köşesinde sergilerken Anadolu’yu realitenin tüm imkânlarını kullanarak ortaya sermiştir.
Onda köy romanlarının ne kapkaranlık ne de pespembe tablosu yoktur. Abbas Sayar’ın gözü hem iyi olanı hem de karanlığı aynı zamanda görmekte ve bunu ustaca kelimelere dökmektedir.
 
Yılkı Atı’nı ilk okuduğum zaman bir romandan ziyade bir destan okumanın etkisi altında kalmıştım. İsli dumanlarıyla, bulgur pilavıyla, tahtadan kaşıklarıyla yer sofrasına çökmüş bir Anadolu tablosu canlanmıştı gözümde.
Kurtların dişinde parlayan açlığın yılkı sürüsüne dikilmiş gözlerinde insanları kurtlaştıran unsurlarla hayvanları kurtlaştıran yaşam içgüdüsünün yansımaları Abbas Sayar’ın kaleminde capcanlı bir şekilde tasvir edilmişti.
 
Yılkı Atı köylerin şehirlere doğru akmadığı zamanların tarımda geleneksel üretim mekanizmalarının hâkim olduğu dönemin gerçeklerini ortaya koyar.
Romanda tempo hiç düşmez. Atın küçüklüğünden yaşlanmasına kadar geçen dönemde halkın geneline hâkim olan saf çıkarcı bakışın izlenimini görmek mümkündür. İşe yaradığı dönemde el üstünde tutulan atın işe yaramaz hale gelince evden kovulması insanların dünyasına tutulmuş bir ışıktır. Hayvanları bırakalım insanların dahi açlıktan ölme tehlikesi içinde olduğu bir dönemin anlatıldığı romanda tabiat merhametsiz bir çehreyle bakar dünyaya.
 
Yılkı Atı’nda bahar yaşamanın ölümden kurtulmanın ve dirilişin yükünü yüklenerek gelir.
Bahar bir türkü gibi söylene söylene buz tutmuş dağların kalbinden sökülen nevruzlarla, çiğdemlerle gelir. Yılkı Atı bir yazgının romanıdır. Anadolu meçhul bir yer olmaktan kurtularak üstüne örtülen sisi yararak ortaya çıkar. Bozok yaylasının efkârı bir atın yelesine karışarak bir türkü gibi çınlar.
 
Sosyalist romancıların ağa, üretim, köylü eksenindeki göstermelik halkçı tipli bakış açısı Yılkı Atı’nda yoktur. Yaşar Kemal’in İnce Mehmet’indeki, Teneke’sindeki dost düşman ikilemi ve mutlak kötü, mutlak iyi ayrımı Yılkı Atı’nda yoktur.
 
İnsanın gerçekliğine yönelik bir bakışla yazılan romanda bir insan ne mutlak anlamda iyi ne de mutlak anlamda kötüdür.
 
Yazar romanda iyinin, güzelin propagandasını yapmaz. Romanda çirkinlikler güzellikleri tamamlayan bir ayna olarak görev yapar. Kışın sertliği rüzgârın acı bir ninni gibi çınlaması, baharın bolluğuyla, yeşilin binbir tonuyla ayrı bir anlam kazanır. Yılkı Atı dünyayı değiştirme ideolojik bir yükleme yapma derdinde değildir.
 
Abbas Sayar ne yazık ki layık olduğu değeri görememiştir. Edebiyatımızdaki ayrık otlarının çokluğu ve yabancılaşmayı ideolojik olarak benimsemiş otoritelerin gözü bu Anadolu çocuğunu görmemiştir. Yabancı unsurlara karşı yerli bir mentalitenin yerli bir bakışın içerden çınlayan bir sesi olan Abbas Sayar’ın eserleri köksüzlüğe karşı dolaylı bir haykırıştır.
Kemal Tahir’lerin, Tarık Buğra’ların yerli ve samimi bakışını Abbas Sayar’da da görmemiz mümkündür. Bir Orhan Pamuk bir Halit Ziya gibi kendi kendimize, kendi değerlerimize oryantalist bir bakış açısı ile bakmayan Abbas Sayar ‘da asla aşağılık kompleksi yoktur.
 
Anadolu yazılı kültürün unsurlarını paylaşmayan daha ziyade sözlü kültürle hayatını idame ettiren bir yapı arz eder. Genel itibariyle halkımız derdini sevincini hüznünü sözle ifade eder.
Bu noktada roman yepyeni bir tür olarak karşımıza çıkar. Yazılı kültürden uzakta fakat çok zengin bir sözlü kültür birikimine sahip olan Anadolu’nun en büyük yalnızlığı kendini ifade edebilecek modern unsurlardan mahrum olmasıdır.
 
Yılkı Atı bu noktada romanla Anadolu’yu anlatma bir nevi bu unsurlara yazılı bir vesika bırakma isteğinin bir tezahürüdür.
 
Edebiyatta hep yüksek zümrenin hayatının anlatıldığı bir mirasın üstüne Anadolu köylüsünü anlatan bu eser gelecek nesillere, değişen dünyanın hızına karışan insanlığa bir soluklanma aracı ve bir tarihsel kayıt olarak kalacaktır.