Birçok zengin düzen partisinin “hayal” dahi edemeyeceği 2011 seçim başarısı AK Partisi Hükümeti’nin uluslararası sermayeye ve onun ülkemiz içindeki uzantılarının daha da palazlanıp güçlenmelerini sağlamak için başta işçiler, emekçiler ve ezilenler olmak üzere ülkemizde yaşayan hemen herkese karşı baskı ve sindirme politikalarını yoğunlaştırdı.
 
    2010 yılında yapılan Anayasa referandumunda hazırlanacak olan yeni Anayasa ile demokratikleşmenin sağlanacağı, politik özgürlük taleplerinin karşılanacağı üzerine geniş kitlelere yaptığı propaganda ile halkın yüzde 58′lik desteğini alan, daha sonraki süreçte, iktidardan faşist MGK’yı gerileten AK Partisi Hükümeti, emekçi halk üzerindeki otoritesini artırdı. İlk olarak Kürt halkına dönük 90′lı yılları aratmayan kirli savaş politikalarını yeniden devreye soktu. DGM’den bozma Özel Yetkili Mahkemeleri’nde devrimcilere, yurtseverlere onlarca yıla varan cezalar yağdırdı. TMK’ya sırtını dayayan siyasi polis, operasyonlarını yoğunlaştırdı.
 
     Tüm bu baskı, sindirme politikaları emekçilere ve onun öncülerine yoğunluklu bir şekilde uygulana dururken bir yandan da emekçi halkın günlük yaşam tarzına müdahale eden yasal düzenlemeler bir biri ardına parlamentodan geçirilmeye başlandı.
 
     Önce, Beyoğlu’nda içkili restoranların masalarını dışarıya çıkarmalarına yasak getirildi. Daha sonra içki satışlarına 22-06 saatleri arasında satılamaz yasağı çıkardı. Kadın bedenine müdahale eden başbakan, önce kadınlardan üç çocuk doğurmalarını istedi, daha sonra kürtajın yasaklanması gerektiğini gündeme getirdi. Kentsel dönüşüm projesi adı altında emekçi halkın evlerini başına yıkan bir yönetim anlayışıyla emekçi halkı yaşadığı semtlerden sürgün edip bu alanları rant için sermayeye açtı.
 
      2B arazilerini satışa çıkarıp emekçilerin alamayacağı fiyatlardan yüksek rayiç bedelleri belirleyerek bu arazileri rantçı sermayenin hizmetine sundu. Orman arazilerinde usulsüzce inşa edilen villalarla ve 3. Köprü inşaatıyla ormanlar talan edildi. Beyoğlu Emek Sineması yıkılarak yerinden edildi.
 
     Emekçi halkın yaşam alanlarını daraltıp,  yaşam tarzlarına müdahale eden, baskı ve şiddeti had safhaya vardıran politikalarla birlikte sınır komşumuz olan ülkelerin iç işlerine karışarak oradaki çatışıklı ortamları ülkemiz sınırları içerisine çekmek suretiyle 52 yurttaşımızın ölümüne sebebiyet vermesinden tutunda Uludere katliamının üzerimden 500 günü aşkın süre geçmesine rağmen faillerinin bulunamaması gibi gelişmeler ile birlikte artan polis terörünün ardından Taksim’in yayalaştırma projesi içinde yer alan Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nın yeniden inşa edilmesi ve AVM yapılmak  istenmesine karşı nöbet eylemi gerçekleştiren çevrecilere polisin saldırması kalan yüzde ellinin bardağını taşıran son damla oldu.
 
    Diyebiliriz ki Gezi Parkı’nın yıkılması için çalışmaların başlatılması, emekçi halkın AK Parti’ye karşı biriken öfkesinin patlamasına neden oldu. Bu sefer AK Parti’nin “istediğimi yaparım” anlayışı Gezi Parkı’nın ağaçlarına tosladı. Başlangıçta çevrecilerin ve orta sınıftan belirli kesimlerin eylemiyle başlayan direniş, emekçi halkın tüm bileşenlerinden işçi ve emekçilerin katılımıyla genel bir halk direnişine dönüştü.
 
      Demokratik bir yönetim isteyen halkın ulusalcı, Kemalist, AK Partisi karşıtları ile ilerici-sosyalist-emekçi solun tabanını oluşturanları siyasi iktidarın faşist politikalarına karşı “omuz omuza” Taksim’de bir araya getiren ve kendiliğinden gelişen, coğrafyamızın 70 i aşkın kentine hızlıca yayılan eylemlerin kitleselleşerek bir halk direnişine dönüşmüş olması egemenleri ürkütmekle kalmıyor kendi gelecekleri için yeni atraksiyonlar geliştirme ve planlamalar yapmak durumunda bırakıyor.
 
    AK Partisi karşıtlığı ekseninden nemalanan sosyal şoven ve milliyetçi çevrelerle, devletçi zengin partisi CHP’nin bu direniş hareketine katılmış olması bu hareketin karakterinin demokratik ve ilerici bir halk direnişi olduğu gerçeğini değiştirmez. Gezi Parkı’ndan başlayıp İstanbul’a, oradan coğrafyanın birçok kentine yayılan polis terörüne, yasaklamalara ve AK Parti’ye duyulan birikmiş öfkenin patlamasıyla, milyonlarca emekçinin sokaklara dökülmesine neden olması iktidar partisini afallattı.
 
      80 cuntasından bu yana verilen mücadeleye,  büyük kitle eylemlerine bakıldığında bu halk direnişinin karakteri, yalnızca ezilenlerin bir kesiminin değil, AK Partisi Hükümeti’ne karşı politik özgürlüklerini isteyen, mevzilerini korumak isteyen bütün işçi ve emekçilerden, orta sınıflara, ezilenlerin birçok kesimine kadar birleşik  ve kendiliğinden ortaya çıkan, önderliği olmayan bir halk direnişi olarak orta yerde duruyor.
 
    Ezilenlerin farklı kesimlerinin kendi demokratik talepleri için ayaklanmalarına göre, bu genel halk direnişinin ezilenlerin birliğini oluşturan, genel bir talep olarak demokratik bir ülke yönetimi isteyen tüm işçi ve emekçilerin, ezilenlerin birleşik bir başkaldırısına dönüşmesi, hareketin uzun soluklu olup olmayacağı ile doğru orantılıdır.
 
   Yarın (10 Haziran Pazartesi) Gezi Parkı direnişinde kırılma anı olacaktır diye tahmin ediyorum. Ya AK Partisi hükümeti geri adım atıp direnişçilerin taleplerinin bir veya bir kaçını kabul edecek, ya da gaz, cop, tomo trafiğini daha da yoğunlaştırarak kendi sonunu hazırlamış olacaktır. Her iki ihtimalde emekçilerin lehine sonuçlar doğuracak nitelikte olduğu için iktidar sahipleri bu güne değin hiç olmadıkları kadar çaresiz ve yalnızlaşma içerisinde yüzde elli sayıklamasıyla teselli bulmaya çalışmaktadır.