YÜKSELEN ŞİDDET DİLİ VE YAŞANACAK ACILARIN ARTACAĞI GERÇEKLİĞİ!
 
Küresel ölçekte yaşanan kapitalist sistemin çok yönlü krizi, bir taraftan bütün bir insanlığı açlığa, sefalete ve geleceksizliğe sürüklerken öte taraftan militarizmi, emperyalist savaş ve saldırganlığı her geçen gün insanlığa daha fazla dayatıyor.
 
 
     Hatırlanacağı gibi 11 Eylül sonrası emperyalist dünyada güç dengelerini sarsacak gelişmeler yaşanmış, başta Ortadoğu olmak üzere bütün dünyayı tehdit eden kapsamlı bir savaş sürecinin ilk hamleleri gündeme gelmişti. Bu doğrultuda Afganistan’ı, Irak’ı, Libya’yı ve şimdilerde Suriye’yi kana bulayan emperyalist savaş ve işgaller dizisinde on binlerce emekçi insanımızın yaşamını yitirmesinin acılarını hep beraber yaşadık.
 
 
      Emperyalist-kapitalist egemenliğin bir bütün olarak dünya halklarına dayattığı baskı ve şiddet politikalarının ülkeler ölçeğindeki yansımaları tek, tek devletlerin daha ceberut ve baskılamacı pratiklerinde hızla görülmeye başlandı.
 
 
      Bugünden bakıldığında birbiri ile ilişki içerisinde gelişen bu sürecin nedensiz olmadığı çok daha açık bir şekilde görülmektedir. Zira emperyalist-kapitalist sistem, derinleşen kriz ve bunalımlar karşısında gelişecek sosyal çalkantılara ve isyanlara karşı hummalı bir hazırlık süreci işletmektedir. Bu hazırlık dışarıda yeni savaş ve saldırganlık biçimleri alırken içeride baskı ve devlet zor aygıtının güçlendirilerek yoğunlaştırılması olarak kendini göstermektedir.
 
 
      Elbette bu bütünün parçası olan ülkemiz coğrafyasındaki gelişmelerde bütünden etkilenerek baskı ve şiddetin dilini artırmak, demokratik hakları kısıtlamak ve fakat anti demokratik geçmişinden aldığı güçle emekçilere, ezilenlere, yoksullara daha da yoğun bir biçimde kendi şiddetini dayatması olmuştur. Zira bugün zengin egemenlerin yönetimini bunaltan ve her geçen gün saldırganlaşmasına yol açan gelişmelerin arkasında da esas olarak kapitalist sistemin içerisinde debelendiği çok yönlü kriz ve onun farklı politik görünümler altındaki yansımalarının yer aldığı bilinmelidir.
 
 
      Ülkemiz devletlûlarının da bütün siyasal ve ekonomik tıkanıklığa geliştirdiği çözüm yöntemleri de emperyalist hükümdarlarından farklı değildir. Ülkemiz devlet yapılanmasının iç ve dış politikalarına ve bu politikaların uygulanma süreçlerine bakıldığında bu olgu çıplak bir şekilde görülebilmektedir. Öyle ki, yürütülen politikaların argümanlarından araçlarına kadar büyük bir benzerlik görülmektedir.
 
 
      Bugün işçi sınıfının en ileri bölükleri başta olmak üzere tüm muhalif kesimlere ve elbette bir bütün olarak Kürt halkını hedef alan şiddet ve baskılama politikaları daha da artarak devam ediyor. Fakat içerisine girmiş bulunduğumuz sürecin tüm göstergeleri, önümüzdeki günlerde bu politikanın çok daha baskıcı bir şekilde uygulanacağını açık bir şekilde göstermektedir.
 
 
      Bugüne ülkemiz yönetiminde muktedir olanlar öncellerinden aldıkları cesaretle her fırsatta işçi ve emekçi güçler ile onların örgütlendiği sendikalar, siyasi partiler üzerinde sürekli baskı kurduğu, muhalefeti yok etmek için tüm baskı yöntemlerini kullanmaktan çekinmeyecek cüret ve kararlıkta olduğunu her fırsatta sergilemektedirler.
 
 
     Özellikle güncel siyasal gelişmelerin basıncı altında bunalan, başta Kürt meselesi ve Suriye süreci olmak üzere bir dizi cephede açmazları derinleşen ülkemiz yöneticilerinin her geçen gün şiddetin dilini ve pratiğini artıracağı görülmelidir. Öyle ki, kendi içerisindeki “çatlak” seslere dahi tahammülsüz davranan devletlûlarımız, yeri geldiğinde baskı yöntemlerinin tüm inceliklerini kendi yedek güçlerine karşı kullanmaktan bile sakınmıyor. (29 Ekim de Ankara da ilk meclisten Anıtkabire yürüme isteğinde ve 28 Ekim de birçok il merkezinde yaşanan “çelenk koymaya” yönelik şiddetle bastırma girişimlerinden de görüleceği gibi egemenlerin CHP’nin bile muhalefetine katlanamadığını net bir biçimde göstermektedir.)
 
 
      Bugün ülkemiz ceza infaz ve tutuk evlerinden yükselen çığlığın duyulmamasının, 6 Kasım eylemlerinin üniversite kampusların da bile özel güvenlik, polis ve jandarma işbirliğiyle terörize edilerek susturulmaya çalışılması, yakın geçmişte görece bir rahatlıkla karşılanan basın açıklamaları, miting ve benzeri demokratik gösterilere Kürtlerin çoğunlukta yaşadığı iller başta olmak üzere izin verilmemesi yâda zorlaştırılması egemenlerin kendi hukuklarını dahi hiçe sayarak ayakaltına alabileceğinin göstergesidir.
 
 
      Tüm bu yaşananlar, emekçilerin, ezilenlerin diş tırnak kazıyarak ve bedeller ödeyerek elde ettikleri demokratik hakların, özgürlüklerin, mevzilerin günden güne eridiğinin, elinden alındığının da göstergesidir.
 
 
     Bütün bu tablo ve veriler önümüzdeki sürecin zindanlardan gelecek ölüm haberleriyle birlikte egemenlerin kendi düzenlerini ve statükolarını korumak adına her türlü baskı ve şiddet yöntemini çözümmüş gibi dayatacakları günleri yaşayacağımızı gösteriyor. Emekçiler, ezilenler, gadre uğrayanlar ve elbette ki tüm ötekileştirilenler birlikte mücadele etme yol ve yöntemlerini bulup artan saldırganlığa demokratik bir şekilde dur demedikçe acılarımızın artacağını da bilelim.