Türk tarihine yön veren unsurlardan biri de Türk Destanlarıdır. Her destan bir var oluşu, her destan bir dirilişi, her destan bir mukaddes hedefi anlatır. 
İşte Türkiye Cumhuriyeti de bir destana şahitlik etmiş ve her ne kadar o hayattayken kıymeti harbiyesi anlaşılmamış olsa da 7 Nisan’da koca bir dünya anlamıştı ki omuzlarda milyonlar tarafından taşınan, yaşayan bir efsanenin son yolculuğu idi.
“Başbuğ Türkeş, Başbuğ Türkeş
  Sensin Alparslanlara eş
  Milletimin gözü yaşlı
  Dindir onu Başbuğ Türkeş” diye marşlar söylediğimiz…
Türklüğün çarpan yüreği durmuştu…
O ki töreyi tutup yaşayıvermişti ve yaşatıvermişti Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresini…
Gökler bile ağlamıştı, ayakta ölüp de uçmağa uçan ulu bir çınarın ardından…
Gidiyordu milyonları takarak peşine, gidiyordu bir daha rastlanır mıydı eşine?..
Dünya Türklüğü ağlıyordu ardından… Çünkü giden bir devlet ve millet bilgesiydi…
Nereye hangi kelimeyi koyarsak koyalım onun ebediyete, Afşinlerin, Yamtarların, Alparslanların, Kürşatların uçmağına gidişini anlatamaz.  Öyleyse tek cümle:
KAR NE YAPSIN KOR DÜŞMÜŞ YÜREKLERE…
                Evet!  Alparslan Türkeş, ulu bir çınar gibi ayakta gitmişti…
                Türk milleti, tarih boyunca büyük devlet adamları yetiştirmiş ve bu liderler tarihe yön vermişlerdir. İşte son dönemin yetiştirdiği ve fikirleri ile hala büyük etkiler bırakan lider Alparslan Türkeş’tir.
Türkeş, yakın Türk Tarihini, bütün Türk tarihini, sahabenin hayatını ve Kainatın Efendisi’nin hayatını öğrenmenin Yeniden Maneviyata Dönüş ideali için vazgeçilmez esaslar olduğunu belirtmiştir.
Bütün hayatını inandığı değerlere vakfetmiş ve yetiştirdiği nesille de bu idealin devamına vesile olmuştur.
Özellikle son dönemde yaşanan bölücü ve ayrıştırıcı tutumlara karşı birlikte rahmet ayrılıkta azap olduğunu defalarca vurgulamış ve milliyetçiliğin kültür birlikteliğini ön plana çıkarmıştır.
Bir milletin kurtuluşunun İlim-iman- ahlak- ülkü esasları ile mümkün olacağını belirtmiş, Allah rızası doğrultusunda bir hayatı gaye edinmiş, Türk milletine, İslam âlemine ve insanlığa hizmeti esas almıştır.”
Aslında Başbuğ’un mücadelesini en iyi yine kendi söylemleri ile aktarmak daha doğru olur. Ve belirlediği hedef Türk Milletinin hedefi haline getirilmelidir:
 
Büyük Hedef
Ben Türk Milletini
Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye,
Rüşvet, hile ile çiğnenen, çiğnetilen hukuk düzenine,
Ahlaktan mahrum bir hürriyete,
Tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir iktisadi yapıya çağırmıyorum.
Türklük şuur ve gururuna, İslam ahlak ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısacası hak yolu, hakikat yolu, ALLAH yoluna çağırıyorum. Modern medeniyetin en önüne geçmek üzere çağlar üzerine sıçramaya çağırıyorum. Hareketin adını isteyenlere açıkça ilan ediyorum:
YENİDEN MANEVİYATA DÖNÜŞ… Hedefimiz Türkiye’yi aç hürler, tok esirler ülkesi yapmamaktır. Bu yolda bizi tavizkar siyasetçi olarak itham edenler, Türk’ün yüce varlığını anlayamayanlardır. Unutmamalıdır ki, bir çiftçinin toprağa tohum saçması, tarlaya taviz vermesi demek değildir. Toprağı değerlendirmesi ve verimli kılması demektir. Bizim hareketimizin de mana ve ruhu budur. Yine unutulmamalıdır ki, medeniyetler, devletler para ile değil inançla kurulurlar; parasızlıktan değil inançsızlıktan çökerler.
Türk aydınları, Türk gençliği, buluşma yerimiz, BÜYÜK TÜRKİYE’DİR. Buluşma noktamız imanlı Türk ferdinin kafası, kalbi ve cevher-i aslisidir. Bu güne kadar olduğu gibi Türk milletini yalnız kendi yazdığımız kitabı okumaya, yalnız kendi söylediklerinizi dinlemeye çağırmayınız. Siz de onun söylediklerini dinlemeye, onun okuduğu kitabı okumaya, onu tanımaya, anlamaya koşunuz.
O zaman buluşma yeri ve noktasında asgari müştereklerde değil, azami müştereklerde birleşeceğiz.
Türk milletini iktidarları için bir basamak, demokrasiyi de sadece bir rey düzeni olarak kabul eden görüş bizim görüşümüz değildir.
 Saflarımız, Türk milletinin ve devletinin ebedi hayatını düşünen milliyetçilerin, vatanseverlerin meydana getirdiği saftır.
Anadolu’nun dağlarında, ovalarında bir Eyüp Peygamber sabrı ile dolaşan, çalışan, kahırkeş, çilekeş çiftçi, işçi topyekun yurt çocuklarını bu manevi davamıza davet ediyoruz.
Vazifemiz; “Allah, taşıyamayacağımızdan daha fazla yük yüklemez” inancı içinde çalışan, yürüyen bu insanların inançları ile istihza ve istiskal değildir. Onların yükünü omuzlamaktır, onların haklarını çalanlarla; rızklarına, emeklerine el uzatanlarla mücadeledir.
Bu mücadelemiz içte ve dışta yılmadan devam edecek ve bu yolda Allah’ın izni ile mutlaka muvaffak olacağız. Çünkü yolumuz hak ve hakikat yoludur. Bu ülkede teknik üniversitelerin, fen fakültelerinin laboratuarları ile yüksek ilahiyat akademilerinin koridorları birleştirilmelidir. Bugün “madde” ve “mana” felsefesi insanlığı bir çıkmaza doğru sürüklemektedir. Oysa madde ve mana ne birbirleriyle aynı, ne de birbirlerinden gayrıdır. İnsanlığı ve milletleri gerçek mutluluğa götürecek yol, mutlaka ilmin ve ahlakın basamaklarından geçmektedir.
Türk milleti bu yolda birçok örnekler vermiş, insanlığa önderlik etmiştir. Bugün yine milletimizin ve insanlığın mutluluk tohumları bu topraklarda gizlidir.
Türkiye ve Türk milletinin karakteri içerden ve dışardan çok iyi kıymetlendirilmektedir. Kore yaylasından kopan bir fırtına, kendi sahillerinde söner. Vietnam’da kopan bir fırtına, ancak kendi sahillerini yalar; Himalayalar’da  kopan bir fırtına dahi Hint Okyanusu’nda kırılabilir. Fakat, Anadolu yaylasında kopan bir fırtına bütün dünyayı tesiri altına alabilir. Bunun böylece bilinmesi ve değerlendirilmesi gerekir.”