Giriş: Mucizenin Kaynağı Ülkücü Disiplin

Ülkücü hareket, kavga dönemi şartlarında gelişirken hedefin büyüklüğüne yaraşır bir disiplini daima ön planda tutmuştur. Teşkilat disiplini, tanımında da belirtildiği gibi “insan ve malzeme kaynaklarının, zaman ve mekan şartlarına göre en iyi şekilde koordine edilmesi için” gerekliydi. Hem dönemin can güvenliği ile ilgili kritik şartlar, hem de hedefe uzun ve çileli bir yolla gidilecek olması, disiplinin önemini artırmıştı. 

Teşkilat kurucularının askeri kabiliyet ve tecrübeleri de bu düşman kıskandıran disiplini sağlayan faktörler arasındaydı. Bir mucize olmuş ve popun cazın, otun kızılın arasından Hem “Bedrin arslanları” gibi, hem de “Kürşad’ın çerileri” gibi Ülkücü bir gençlik meydana çıkmıştı. Bu gözü pek gençliğin disiplinsiz bırakılması, bir felakete yol açabilirdi.

O yıllarda MHP, meydanlarda, tabelalarda, oy pusulasında ve meclisteydi. Karşısındaki eli kanlı “devrimci silahlı propaganda”ya rağmen demokratik iktidar arayışından vazgeçmiyordu. Bir ülkede hem sokak savaşı yapmak hem de vatandaştan oy almak öyle kolay bir iş değildi. MHP, bugün bile Devlet Bahçeli’nin bütün çabalarına rağmen o kavga döneminin çatık kaşlı imajını üzerinden atamamıştır. O günlerden kalan “Ülkücülükte demokrasi yoktur!” sözü o şartlar içinde “demokrasi mücadelesinin” ancak sağlam bir askeri disiplinle başarıya ulaşacağının veciz bir ifadesiydi. “Fikirde hür, emirde robot” klişesi de doğru analiz edilmesi gereken bir disiplin söylemiydi. 

Ülkücünün düşmana korku veren eşsiz disiplini, bugün ne yazık ki kulaklarımızdan içeri giren ve beyinlere nüfuz eden “kızıl örümceğin” sinsi darbeleriyle zehirlenmiştir. 

I-Osmanlı’yı Nasıl Dirilttiniz?

1978’de Ülkü Ocakları genel başkanıyla röportaj yapan bir yabancı gazetecinin, odaya girişler ve çıkışlar esnasında gördüklerinden etkilenerek, “siz bu Osmanlı ruhunu, yeniden nasıl canlandırdınız” diye şaşaladığı, bu devirde bu disiplinin bir mucize olduğunu ifade ettiği, uzun süre dillerde dolaşmıştı. Hiç şüphesiz, insan unsurunun geçmiştekiyle aynı olmasının yanında, “aleme nizam verecek” adamın, “önce kendisine nizam vermesi” gerektiği düşüncesi, bu onurlu disiplinin en makul gerekçesiydi. 

Gerçekte Ülkücüyü Ülkücü yapan da, mesela Muhsin başkanı “Muhsin Başkan” yapan da Başbuğ Alparslan Türkeş’in ocaklar üzeriden sağladığı “Ülkücü disiplin”di. Disiplinsiz bir Ülkücü, ağzıyla kuş tutsa ondan, ya Mehmet Ali Ağca, ya merhametli bir mafya kabadayısı ya da iyi bir istihbarat elemanı olurdu. Yani Ülkücü olmazdı. Öyleyse Ülkücü şahsiyatı, tek kelimeye indirgemeye çalışırsak, Ülkücülük “disiplin” demekti. 

Muhsin başkan zamanında ölümüne görev yapan, emre itaat eden, dur deyince duran, vur deyince vuran Ülkücüleri nerede bulacaksınız şimdi? Emrinde adam gibi Ülkücü olmazsa Muhsin başkan veya lider vasıflı Ülkücü nasıl yetişecek? Kendi şahsiyetimiz ve vücudumuzla gençlere cazip bir orta yaş Ülkücüsü tablosu çizebiliyor muyuz? 

Bugün ocaklardan yeni Muhsin başkanların, yeni Yılma Durak’ların, yeni Sami Bal’ların ve benzerlerinin yetişmemesinin sebebini, orta yaş Ülkücülerinin kendi 30 yıllık disiplinsizliklerinde, teşkilattan uzak kalmalarında ve isabetsiz siyasi analizlerinde aramalarının zamanı geldi de geçiyor bile... 

II- Disiplin Bozuluyor

Ülkücülerin üç cemaati beş partiyi rahatça besleyecek kalitedeki potansiyel güçleri, 12 Eylül’den bu yana ne yazık ki bir MHP’yi bile enerjisiz bırakacak derecede dağılmıştır. Cemaatin ve AKP’nin gücü dahi, Nurcu- Akıncı enerjisinden çok teşkilattan kopan disiplinsiz Ülkücünün “taşıyıcı” enerjisinden gelmektedir. Malumu ilamdan kaçınarak BBP’deki enerji kaçağını bu tasnifin dışında tutuyorum. 

İlk disiplin bozuklukları 12 Eylül’den hemen sonra başladı. Bazı Ülküdaşlar, nefisleriyle yaptıkları savaşı kaybettiler ve dava yaşarken onlar öldüler. Bazıları fakr-u zaruretten hareketin dışında kaldılar. Bazı iri bedenliler de da bu çileli Ülkücü üniformasını bir türlü üzerlerine uyduramadıkları için yeniden terziliğe soyundular. Ya ideolojinin orasından burasından kestiler. Ya da üzerlerine yeni ve yakışıksız aksesuarlar aldılar. Zaman, disiplinli Ülkücü olmanın ve MHP’de kalmanın doğruluğunu kanıtladıkça da büyük ikramiyeyi bir koşuyla kaçırmış ganyancılar gibi öfke krizlerine girdiler.

1- Mesela: 1982’de MHP’nin yeniden kurulamayacağını öngörerek başka partilerde ikbal arayanlar, 1987’de yanıldıklarını anladılar. (Çünkü Başbuğ “devam” demişti.)

2- Mesela: 1992’de MHP’den ayrılarak siyasi başarı sağlanabileceğini düşünenler, 1999’da, 2002’de 2007’de ve 2011’de yanıldıklarını anladılar. (MHP’nin ve BBP’nin seçim sonuçlarını karşılaştırınız.)

3- Mesela: 1996’da Başbuğ’dan sonra MHP’nin kan kaybedeceğini düşünenler 1999’da MHP daha çok oy alınca yanıldıklarını anladılar. (% 18,6 MHP rekorudur.)

4- Mesela: 2002’de MHP’nin baraj altı kaılnca biteceğini düşünenler, 2007’de MHP tekrar meclise dönünce yanıldıklarını anladılar. (Bkz. 2007 seçim sonuçları)

5- Mesela: 2011’de kasetler patlayınca MHP’nin baraj altında kalacağını ve partiyi kendilerine bırakacağını düşünenler 12 Haziran 2011’de yanıldıklarını anladılar. (% 13, şeytana ve ABD’ye atılmış bir vücut çalımıdır.)

Ve mesela: 2012 Kongreler sürecinde yaygın memnuniyetsizliğin körüklenmesi sonucunda MHP’nin yara alacağını ve Ülkücülerin birbirine düşeceğini planlayanlar yine yanılıyorlar. 

III- Kongre Süreci ve Disiplin

MHP, aynı zamanda Ülkücü hareketin kalesidir. Diğer partilerde ne nasıl olursa olsun MHP’de bir Ülkücü irade uzlaşması olmadan pusuya yatarak genel başkan olunamaz; olunmamalıdır. Ülkücü demokrasi anlayışı, J. J. Rousseau’lara, Karl Popper’lara uygun olmak zorunda değildir.

Angarya ile iştigal ettikleri için kölelere eziyet gibi gelen disiplin, bir Ülküye doğru yürüyenler için aynı zamanda haz veren bir şereftir. Başbuğ Türkeş’in çileli hayatıyla ve kırıksız çizgisiyle şahsında örneklediği teşkilat disiplini, işte bu yüzden Ülkücülerin Türk yüreklerinde ocak ateşi olmuş; bu ateş, onları Ülkücülüğün şerefli geleceğine doğru yakmış, pişirmiştir.

32 yıllık iç ve dış problemlerin Ülkücü bünyede meydana getirdiği bütün hastalıkların sorumluluğunu sadece MHP yönetimine yüklemek, eğer cahillik değilse tembelliktir. 

Bürokrasi ve mevzuattan, konjonktür ve reel-politikten âzâde bir Ülkücü siyaset olabilir mi? Mümkün değil. Peki parti daha iyi yönetilebilir mi? Mümkün!. Her şeyin daha iyisi vardır. En iyisini de sadece Allah bilir. Biz aklımız, fikrimiz, beynimizdeki hücre performansı kadar konuşuruz. Bu yüzden de meşverette hayır vardır. Meşveretin ilk şartı da Ülkücülerin meşveret kapılarını kapatacak saygısız ve sevgisiz söylemlere itibar etmemesidir.

Sonuç: Konjonktüre Ülkücü Bakış

Bugün bir tarafında ABD olan bir savaşın içindeyiz. 4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’de başımıza gelen çuval olayından beri Hükümet, mütareke dönemindeki gibi bir teslimiyetle kendi varlığını koruyor. Yargı mağlup, basın esir, ordu suskun, CHP şaşkın, BDP düşmana yatkın... 

Cephede Sadece MHP Var. 

ABD’ye meydan okuyan ve mesela son olarak Amerikan Dışişleri bakanının İstanbul davetini reddeden tek muhalefet lideri Devlet Bahçeli... Bu, emperyalizme meydan okumaktır ve siz neresinden bakarsanız bakın Tarih, Devlet Bahçeli’yi bu açıdan görecektir. ABD projelerini ve taleplerini reddeden generallerin içeri atıldığı bir konjonktürü sivil siyasiler açısından da doğru okumak zorundayız. 

Evet, sinsi bir savaşın tam ortasındayız ve yine sadece biz savaşıyoruz. Cephedeki disiplinsizliğin diğer adı “ordubozanlık”tır. Vatan söz konusu olduğunda, demokrasi pahalı bir “burjuva eğlencesine” dönüşür. Bugün vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir. Türklük, tehdit altındadır. Bu gerçeği göremeyenler, ordubozanlık yapmak yerine derhal safları terk etmelidir. 

Biz Ülkücüyüz!.. Yorgun ve bezgin millete umut aşılamak zorundayız. Bunu MHP içerisinde pusulu, pusatlı ve parçalı-bulutlu bir görüntü vererek yapamayız. Türklüğün son kalesi olan MHP’nin, ne sebeple olursa olsun incitilmesine razı olamayız. 

Bugün hep birlikte, bütün enerjimizi birleştirerek bir ışın huzmesi gibi karanlıkların üzerine yürüme zamanıdır. “Halk avuntusu eğlenceler, panayırlar” başka bahara kalsın...

Şimdi politikada Ülkücülük zamanıdır.

Şükrü Alnıaçık


Editör: TE Bilişim