AKP hükümeti ile PKK ile yapılan görüşmelerin ardından başlayan sürece destek vermek amacı ile oluşturulan Akil İnsanlar  İç Anadolu Heyeti 22 Nisan 2013 tarihinde Niğde’ye gelmişti. 

Akil insanlar Niğde'deki temaslar yapmış ve Niğde Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Konferans salonunda öğrenciler ve Akademisyenlerle buluşulmuştu. 

Akil İnsanların Niğde Üniversitesi'ndeki salona girmesiyle soru yağmuru başlamış, soruların ardı ardına gelmesi ile Akil insanlar konuşamayarak salondan ayrılmıştı. 

Niğde Üniversitesi Senatosu bir bildiri yayınlayarak olayı kınamış ve salonda soru soran içinde şehit ailelerinin de olduğu bir grup öğretim görevlilerine soruşturma açıldığı haberleri gelmişti. 

Yeniçağ Gazatesi yazarı Arslan Tekin dün ve bugünkü köşe yazısında bu konuyu ele almış ve Üniversitesinin soruşturma açmasını sert bir dille eleştirdi. 


Arslan TEKİN'in 09 Aralık 2013 tarihli yazısı

Niğde Üniversitesi’nin akla ziyan soruşturması

Niğde Üniversitesi’nde “Yok artık!..”  dedirtecek bir soruşturma var: “Sen neden Âkil Adamlar’a soru sordun?” 
“Âkil Adamlar”, biliyorsunuz, Abdullah Öcalan/Recep T. Erdoğan ikilisinin müzakereleri/istişareleriyle teşekkül ettirilmiş PKK’ya meşruiyet kazandırma gruplarıdır.

Yani eski Hey’ât-ı Nasîha’nın zamane versiyonu... Eski Hey’et-i Nasîhacılar, 1919’da, belki Osmanlı anâsırında birlik sağlarız umuduyla yollara düzüldüler; ancak, basiretleri bağlandığı için bizi Sevr’e (20 Ağustos 1920) götüren yola taş döşediler.

“Âkil Adamlar” yıkımı gördükleri hâlde, kimi gerçekten PKK’lı olduğu için, kimi bir çıkar sağlama umuduyla bölgelere dağıldılar. Hemen her yerde protesto edildiler.

Niğde’ye ise Orta Anadolu Grubu gitti... Orta Anadolu Grubu’nda, tarihin karanlık sayfalarında yer alacaklarından aklıselim sahibi hiç kimsenin şüphe etmediği şu isimler bulunuyordu:
“Ahmet Taşgetiren (Başkan), Beril Dedeoğlu, Cemal Uşak, Celalettin Can, Vahap Coşkun, Doğu Ergil, Erol Göka, Mustafa Kumlu, Fadime Özkan.” 

Bu Yeni Hey’et-i Nasîha’ya Niğde Üniversitesi’nde de toplantı tertip ettirilir. Toplantıya üniversitedeki öğretim üyelerinin katılması mecbur tutulur. Herkesten imza alınmıştır. 

İşte bu tavır diktatörlüğün dik alâsıdır. Kimdir nasihatçılar ki, onları koca koca ilim adamları dinlemeye mecbur ediliyorlar!

İlmin haysiyeti nerede kalıyor! Beril, Vahap, Doğu, Erol akademik kariyer sahibi insanlar... “Neden üniversiteye getirildik?”,  “Neden ilim adamları bizim nasihatlerimizi dinlemeye mecbur ediliyorlar?”  diye sormadılar mı?

Soramazlardı... Eğer “âkilliğe” razı oldularsa, “Kalk!” deyince kalkacaklar, “Otur!”  deyince oturacaklardır.

Madem toplantı yapılıyor, birilerinin soru sormaları gerekmez mi? O zaman gazeteler yazdı, içerdeki görüntüler YouTube’a yüklendi. Öğretim üyeleri sadece soru soruyorlar. Protestolar görülüyor ama orada öğrencilerin olduğunu da unutmamak gerek... “Ne mutlu Türk’üm diye!..”  temposu tutuluyor. Kavga yok, darp yok...

Bu hâdise 22 Nisan 2013’te... Arada rektörlük seçimi var ve Prof. Adnan Görür, seçimi tekrar kazanınca düğmeye basıyor. Yeni Hey’et-i Nasîha’ya soru soran ve sormayan 11 öğretim üyesi hakkında soruşturma başlatıyor, savunmalarını alıyor. 

İşin garip tarafı soruşturmaya uğrayan 11 öğretim üyesi rektörlük seçimlerinde Adnan Görür’e oy veriyor. Adnan Bey, millî meselelere vâkıf biliniyor. Peki ne oldu da soruşturma açtırdı? 11 kişiye âdeta  “vebalı” muamelesi yapıyor? Görüşmeyi bile kabul etmiyor? Bunların yedisi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden ve bölüm başkanı daha katı... Özlük haklarını kısıtlıyor, sürekli baskı altında tutuyor. 

En acısı; PKK sempatizanı öğrencilere, hocaları aleyhine şahitlik yaptırıyorlar.

Şimdilik son sözüm YÖK Başkanı Prof. Gökhan Çetinsaya’yadır: Niğde’de olup bitenlerden haberiniz var mı? Gökhan Bey’e de, Adnan Bey’e de köşemiz açık.



ARSLAN TEKİN'in Yeniçağ Gazetesi'ndeki 2. yazısı aşağıda

Diktatörlükten farkı ne!

Niğde Üniversitesi’ndeki akılları durduran, lisede, ortaokulda bile görülmeyecek, görülmemesi gereken soruşturmayı dün yazdım. Öcalan/Erdoğan ikilisinin “Âkil Adamlar”ına, üniversitedeki toplantıda soru sordukları için, “örgüt” bağlantısı arayarak soruşturma başlatılmıştı. 

YÖK Başkan Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya’ya, “Bu soruşturmadan haberiniz var mı?”  diye seslenmiştim. Bütün Niğde’nin merakla beklediği soruşturma sonucunu, bundan sonra bütün Türkiye merakla bekleyecektir.

Soruşturmaya uğratılan 11 öğretim üyesine  “Ülkü Ocakları”yla bağlantıları olup olmadığı, birilerinden emir alıp almadıkları sorulmuş! Bu tür sorular, soranın seviyesinin ne kadar düşük olduğunu gösterdiği gibi, Türk ilim adamlarının böyle sorularla muhatap edilerek aşağılanması, Türk üniversitelerinin hazin durumunu ortaya koyar.

Ülkü Ocakları, dernekler kanununa göre faaliyet gösteren bir müessesedir. Yaşı müsait herkes bu derneğe üye olabilir ve faaliyetlerine katılabilir. 1968’den beri Ülkü Ocakları vardır. Ülkü Ocakları’nın ülke birliği için vazgeçilmez bir kuruluş olduğunu hatırlatmama her hâlde gerek yoktur. Art niyet taşımayan, bölücü emeli olmayan herkes bunu kabul eder. 

Hadi öğretim üyelerinin Ülkü Ocakları ile bağlantısını tespit ettiniz, diyelim... Ne yapacaksınız? “Örgüt suçu işliyor.” mu diyeceksiniz? Kanunun hangi maddesinde bu yazıyor? İnsan öğrenciliğinde bu kuruluş içinde faaliyet göstermiştir, öğretim üyesi olduklarında, konferans vermiş, konferans dinlemiştir... Hepsi mümkün... Daha yakın zamanda bütün Türkiye’den 800 dolayında öğretim üyesi MHP’nin Antalya’daki toplantısına katıldı. Bu katılanların hemen hepsinin Ülkü Ocaklı geçmişleri olabileceğini belirteyim. 

İnsanların iradelerine ipotek koyarak, imza karşılığı, toplantıya katılmalarına mecbur ediyorsun, sonra soru sorunca,  “Niye soru soruyorsun? Seni kim yönlendirdi? Hangi örgüte bağlasın?”  diyerek sorguya çekiyorsun! 

Ülke ismi vermeyeceğim; “Diktatörlükler.” diyeyim. O ülkelerde, hem öğrenci, hem öğretim üyesi, hem gazeteci olarak bulundum. Karşılaştıklarımı, duyduklarımı şurada yazsam, aynısının Türkiye’de uygulandığını hayretle görürsünüz.   
  
Öğretim üyeleri üzerindeki asıl bu baskı bir  “örgüt”ün gayesine hizmet ediyor demektir. Hükûmetin “PKK açılımı”na destek vermek için bütün bu baskılar... Mantık yürütürseniz şu sonuç çıkar: Üniversite yönetimine, birileri, “Aykırı ses çıkaranların boynunu kırın!”  talimatını vermiştir. “PKK açılımı”nın yürüyebilmesi için bu şarttır. Bu baskılar, Kandil’e destekten başka ne anlam taşır! Demek ki, baskı uygulayanlar “örgüt”le birlikte hareket ediyorlar, demezler mi! Şartlar değişince -kesinlikle değişecek- “örgüt”e destekten mahkemeye çıkarılmaz mısınız?!

Kanunları, yönetmelikleri de hiçe sayarak soruşturma yürütüyorlar.

En tehlikelisi; öğretim üyelerinin, Öcalan/Erdoğan ikilisinin “Âkil Adamlar”ını sorularıyla köşeye sıkıştırdıkları için soruşturulmalarının ötesinde, PKK sempatizanı öğrenci bulup onlara, bu hocaların dersleri gereği, Türk dilini, Türk edebiyatını, Türk tarihini... kısaca “Türk”ü anlattıkları için “bölücülük” yaptıklarına dair şahitlik etmelerini istemeleri... Yazık!

Editör: TE Bilişim