Egemenlerimiz yılar değişse de huylarını değiştirmiyorlar. Her yeni yıl yeni yeni zamlarla milyonlarca emekçinin kanını, iliğini sömürmeye devam ediyorlar. 2014’e de yeni zamlarla girdik. Bakanlar Kurulu kararının Resmi Gazete’de yayınlanmasıyla yürürlüğe giren bu zamlar; otomobil, alkollü içecekler ve tütün mamulleri başta olmak üzere iğneden ipliğe hemen her şeye yeni zamlar yapıldığını bangır bangır duyurmakta. Yeni vergi düzenlemelerine göre otomobil fiyatlarında yüzde 3,5-6,5, alkollü içeceklerde yüzde 6-15, sigara fiyatlarındaysa yüzde 3-17  ve akaryakıt fiyatlarında yüzde 1,5 ila yüzde 2,5 dolayında artış olacak.
        Yeni yılın ilk günlerinde bu kalemlere yapılan zamların arkasından bence en temel tüketim kalemlerinde yapılacak astronomik zamlarla gelecek. Keza döviz oranlarındaki tırmanışa bakacak olursak ithalata dayanan doğalgaz-petrol ürünleri ve dolayısıyla elektrik başta olmak üzere, aklımıza gelebilecek tüm zorunlu harcama kalemlerinde yüksek oranlarda zamma gidilmesi kaçınılmaz görünüyor. Kısacası önümüzdeki günlerde ekmek de dahil tüm toplumsal ihtiyaçlarımıza zam üstüne zam gelecek! Enflasyon tırmanacak, mevcut yöneteme krizi üzerine birde ekonomik kriz derinleşecek…
       Tüm bunlar bir gerçekken asgari ücrete yapılan sefalet “zammı” da diğer bir gerçek. 2014 asgari ücret zammı günlük ortalama 1,4 TL’ye denk düşüyor. Bir simit parasına bile yetmiyor yani! Oysa bizzat devletin resmi istatistik kurumu TÜİK’in yoksulluk sınırını temel alarak yaptığı hesaplamalara göre bile asgari ücretin en az 1205 TL olması gerekiyor. DİSK-Ar ve Türk İş’in yoksulluk ve açlık sınırlarına göre yaptıkları hesaplamalara ise hiç girmiyoruz. Asgari ücret ise yine bin TL’nin altında kalarak 849 TL olarak açıklandı!
        Gerçi egemenler ve onlara hizmet eden siyasiler açısından asgari ücret yıllar yılı bir kişinin bir ayda yapacağı asgari harcamalara göre belirleniyor. Nitekim Çalışma ve Sosyal Güvelik Bakanı Faruk Çelik’in pişkince dile getirdiği, “891 TL bekar biri için iyi rakam” sözleri de bunun resmi ilanıdır. Bir işçi ailesinin diğer fertlerinin yok sayılması üzerinden yapılan bu hesaplama, yaşlısı-genci-çocuğu-hastasıyla tüm bir ailenin alabildiğine istikrarsızlaştırılmış, her türlü keyfiliğe açık hale gelecek şekilde esnekleştirilmiş emek pazarına dahil olmasını buyurmaktır. İşsizlik oranlarının tavan yaptığı bu koşullarda bunun nasıl olacağı da ayrı bir mesele!
        İşçi ve emekçilerin önemli bir kısmının ay sonlarını yüksek oranlarda borçlanarak getirdiğini biliyoruz. Yüksek faizlerle peynir ekmek gibi dağıtılan kredi kartları olmasa bir işçi ailesi aldığı ücretle en fazla bir hafta yaşayabilir! Kredi kartlarına ve tüketici kredilerine endekslenmiş yaşamların her anının bir kabus olması da işin cabası. Birçok ücretli o kredi faizlerini ödeyemediği için icralık ya da mahkemelik! Yani emek gücü ordusu her açıdan kesif bir belirsizlik-güvencesizlik sarmalıyla çevrelenmiş bir yaşamı soluyor.
        İşçi ve emekçilerin yaşamını kabusa çeviren bu sarmal bile açgözlü egemenler için tahammül edilemez olarak görülüyor. Geçtiğimiz günlerde Başbakan Yardımcısı Ali Babacan o çok övündükleri ekonomilerindeki giderilemez gediklerin baş sorumlusu kredi kartlarını kullanan emekçilermiş gibi “Önce hak et… Sonra harca” diye buyurdu. BDDK da tüketici kredileri kullanımına, taksitlendirmeye sınırlama getirdi. İşlerine geldiği gibi yani. İşlerine geldiğinde peynir ekmek gibi dağıtılan kartlar, işlerine geldiğinde de ekonominin “kara deliği” oluveriyor!
        Bu kara deliğin baş müsebbipleri de işçi ve emekçiler!.. Nitekim “Önce hak et… Sonra harca!” diye buyurulanların ezici bir kısmı aylık ücreti bin TL’nin altında olan asgari ücretliler. Bizzat devletin resmi verilerine göre tüketici kredisi kullananların yüzde 50.8’inin aylık geliri bin ila 2 bin TL arasında olan ücretli emekçiler. En fazla kredi kartı kullananlarsa aylık geliri bin TL’nin altında olanlar, yani asgari ücretliler. Yine Merkez Bankası verilerine göre 2013 yılında tüketici kredilerindeki artış 45 milyar TL. Kart borçlarındaki artış ise 11 milyar TL. Yani Babacan’ın “Önce hak et… Sonra kullan” diye buyurduğu kesimlerin borcu toplam 56 milyar TL yani. Son yolsuzluk operasyonunda dile gelen yüz milyarlarca doların yarısına bile yaklaşamıyor!
      Asgari ücretin 849 TL olduğu, tüm tüketim harcamalarına akıl almaz düzeyde zamların yapıldığı bir ülkede işçi ve emekçilerin kastedilerek “Önce hak et… Sonra kullan” sözleriyle aşağılanması kapitalist sömürücülüğün açık ifadesidir.
       Kendisi bir asalaklık, hırsızlık sistemi olan kapitalist çürümüşlüğün yüzüne tükürmek için ne bekliyoruz? Tüm zamanımızı, enerjimizi, ruhumuzu… iliklerimize kadar sömüren, gasp eden, çalan bu sistemin bize asalak muamelesi yapması örgütlü mücadele dışında bir konuşma seçeneği bırakıyor mu?