Yöneteme krizi yeni yeni hamlelerle derinleşerek devam etmekte. Hal böyle olunca zengin egemenlerimiz boş durur mu? Durmaz! Örgütlü oldukları TÜSİAD aracılığıyla mesajını net cümlelerle verir.
      Tatlı karlarından gayrı endişeleri olmayan zenginlerimiz neden böyle tepki verir? AK Partisinin toplum nezdin de meşrutiyetini hızla kaybetmesi ve yolsuzluk soruşturmalarına karşı HSYK düzenlemeleriyle yargıya açık müdahalesini görmesinden kaynaklı olduğunu düşünenlerdenim.
       Ardı ardına gelen  ABD  ve TÜSİAD’dan sert tehdit açıklamaları, AB‘nin “uyarısı”, Gül‘ün veto sinyali, CHP‘nin Meclis’teki arbedeli muhalefeti ile bir kez daha durduruldu. Yine Meclis başkanı Çiçek‘in girişimiyle, daha önce yeni anayasa komisyonunda üzerinde uzlaşmış göründükleri HSYK maddesi çerçevesinde yeniden uzlaşma arayışı gündemleştirilerek, torba yasa girişimi bir kez daha ötelendi.
        Uzunca bir dönemdir siyasette düşük bir profil izleyen TÜSİAD, Gezi’den bu yana AK Partiye vurmanın dozunu giderek yükseltiyor. TÜSİAD’ın 23 Ocak genel kurulunda özetle şunlar söylendi: “Hukukun üstünlüğüne riayet edilmeyen, yargı mekanizması AB normlarında çalışmayan, düzenleyici kurumlarının bağımsızlığına gölge düşen, vergi cezaları veya başka türlü cezalarla şirketlerinin üzerinde baskı kurulan, ihale yasası onlarca kez değiştirilen böyle bir ülkeye yabancı sermayenin gelmesi mümkün değildir.” “Meseleye sistemi, kurumları alt üst ederek çözüm bulmaya çalışmak doğru değildir. Devletin güvenlikle ilgili kurumlarında yaşananlardan sonra bu kurumların daha önce nasıl işlediğini, bundan böyle nasıl işleyeceğini sorgulamadan edemiyoruz.” “Toplumun önüne yeni bir mutabakatın ilkelerini, yeni bir ‘biz’ tahayyülünün ipuçlarını koymak mümkün. Siyaseti, hukuku ve eğitimi yapılandırarak zihniyet değişimine kapı açmalı ve bu kapıyı sürekli tutacak yeni bir anayasa hazırlamalıyız.
         Başbakanımızın “vatana ihanet” yanıtı nedeniyle öne çıkan yukarıdaki alıntım en öne çıkan açıklamadır. Oysa bu restleşmenin tüm gösterdiği, sermayenin küresel temelden birikimi ve neoliberalizm koşullarında, “ülke, ulus, vatan” kavramlarının geçirdiği metamorfozdur: Vatan eşittir küresel sermayenin gelmesi! O zaman da TÜSİAD-AKP restleşmesinin tüm ruhu şuna indirgenmiş oluyor: Kim -zorlaşan koşullarda- ülkeye daha fazla küresel sermayenin gelmesini nasıl sağlar? Yani, kim daha neoliberal! Erdoğan “120 milyar dolarlık sermayeyi siz mi getirdiniz bu ülkeye? TÜSİAD’ın üyelerinin birçoğunun, küresel sermayeli ortaklarına bak, nasıl geldiler? Bizim yaptıklarımızı görerek geldiler… Türkiye’ye yabancı sermaye gelmez diye adeta kendi ülkelerine, kendi hükümetlerini tehdit ediyorlar. O zaman cevabını alacaksın.” derken, TÜSİAD başkanı Muharrem Yılmaz da, “Türkiye’yi özel sektör küresel yatırım markası haline getirdi, şimdi küresel yeniden yapılanma dışında kalma ve küme düşme riskini göze alamayız” diyor.
       TÜSİAD‘ın diğer söyledikleri ise daha kritik: Zengin egemenlerin iktidar aygıtı olarak devletin ve asli baskı aygıtlarının bu zengin klikler  arası çatışmada tahrip olması ve kitle hareketinin yükseliş olasılığı karşısında zaafa düşürülmesinden kaygısını dile getiriyor. Ve ordu, polis, yargı, siyaset, hukuk, eğitim, Kürt süreci ve anayasa dahil devleti ve toplumu bütünsel bir yeniden dizayn sürecine sokma hedefini daha yüksek sesle dile getiriyor.
        Kürt sorununda neoliberal reformist “çözüm sürecinde şeffaf adımlar atılması”, yürüyüş ve gösteri gibi neoliberal bireysel “temel hak ve özgürlüklerin olabildiğince genişletilmesi”, seçim barajının düşürülmesi, AB üyelik sürecinde 3-4 yeni başlık açılması gibi neoliberal demokrasi öpücüklerini de, Kürtlere, Gezi’ye, kadınlara tüm toplumsal muhalefet dinamiklerine göndermeyi de ihmal etmiyor. 
       TÜSİAD genel kurulunda 1997′de pek ünlü -TÜSİAD’ın sonra sahip çıkmadığı- “demokrasi raporu”nun hazırlatıcısı İshak Alaton’un da peydah olup “TÜSİAD bu rapora sahip çıkmadığı için 17 yıl boyunca küsmüştüm, şimdi barışmaya geldim” diye, TÜSİAD’ı geren bir konuşma yapması da raslantı olmasa gerek. Rahmi Koç ise, genel kurulun sonunda gazetecilerin sorusuna “Endişeli değilim. İlk çeyrek (yerel seçimler-bn) geçsin bakalım” diye soğukkanlı bir yanıt veriyor.
       Yaşadığımız yönetememe krizinde en önemli kilometre taşlarından biri yerel seçimlerde AK Partisinin performansı belirleyecek. Eğer AK Partisi ciddi bir oy kaybına uğrayıp CHP de belirgin bir yükseliş trendine girerse, kitlelerin hoşnutsuzluğunu da yedeklemeyi gözeten, tüm şu “yeni bir toplum sözleşmesi, yeni bir demokratik anayasa, yeni bir Türkiye tahayyülü, çoğulcu ve katılımcı demokrasi, temiz siyaset, hukuk devleti, güçler ayrımı, zihniyet dönüşümü” (kavramların tamamı TÜSİAD genel kurulunda ifade edilmiştir) gibi kavramların havada uçuştuğu; AB-TÜSİAD-liberal aydınlar eksenli bir yeniden neoliberal ideolojik hegemonya kurma ve -muhtemelen Erdoğan’ı da silkelemeye çalışacak- yeniden dizayn hamlelerinin istim kazanacağını öngörmek zor değil. Size de daha önce izlediğimiz bir demokrasi filmini hatırlatmıyor mu?