YAŞANAN ONCA ACI DENEYİMLERE RAĞMEN DUYMAMAK, GÖRMEMEK VE YAZAMAMAK!
 
 
Ülkem yaygın, gündem tutan medyasının bugünkü açlık grevleri karşısında aldığı yok sayma ya da dezenformasyona uğratma tutumu için genetik kodlarına yakından bakmamız gerekir. Yayın ve saygın medyamızda bu tür haberler ancak ve ancak ölümler geçekleştiğinde manşete çıkarılır. Hem de ne çıkarma! Bilgi kirliliği yaratma üzerine gazetecilik etiğini ayaklar altına alma pahasına. Uzağa gitmeye gerek yok.1996 yılı ölüm orucunda olduğu gibi, ölümlerin tek, tek sayıldığı haberlerde direnişçiler de “kurban”. Ölüm orucu eylemi ise “intihar”. Ölümler sürerken bile gazete sayfalarını dolduranlar ise, resmi açıklamalar olduğunu hatırlayan iyi hatırlar. Yani anlayacağımız ülkemizde iktidarlar değişse de yaygın ve saygın egemen medyamız, iktidar ve düzen yanında saf tutma geleneği bakidir.
 
 
      Zaman Gazetesi ’96 ölüm oruçlarında anlaşma sağlandığı gün olan 27 Temmuz 1996 da “Ölümler Örgüt İnfazı” diye manşet yaparak haberi vermişti.
 
 
      1996 dan günümüze değişen bir şey yok.50 günü aşkındır süren açlık grevini yok sayarak sadece resmi açıklamalara haber değeri biçen yaygın medyamız, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerin ölümüne engel olmak için demokratik kitle örgütlerinin,sivil inisiyatiflerin,sendika ve partilerin yürüttüğü mücadeleyi ise “asayiş” ve “güvenlik” kapsamında haber vererek görevini yapmış oluyor.Her şeye rağmen duyarlı birkaç gazetecinin, ölümleri durdurabilmek için ana akım medyada yazabildikleri ise arada kaynayıp gidiyor.
 
 
      Geçmişte tek, tek ölümleri sayarak ve çıkan her tabutun yüzlerine vurduğu gerçeklikte utanmadan, sıkılmadan yayınlarını egemenlerin istediği şekilde kurgulayarak vermekte tereddüt etmediklerini yakından gördük. Bu gün de görüyorum.
 
 
     1996 yılının 26 Mayıs’ında siyasi tutuklu ve hükümlüler “Eskişehir Tabutluğu’nun açılması ve cezaevlerinde siyasi temsilcilik statüsünün kaldırılmasına karşı” açlık grevine başladılar. Eylem, 27 Temmuz’da tutukluların taleplerinin kabul edilmesiyle sona erdi. Eylemde can kayıpları Temmuz ayının sonuna doğru başladı. O günün Sabah, Hürriyet, Milliyet ve Zaman gazeteleri, ancak can kayıplarıyla birlikte ölüm oruçlarında sayfalarında yer vermeye başladılar. Ancak, birer, ikişer ölümleri saydılar. Ölüm orucu eylemcilerine “kurban”, eyleme ise “intihar” gözüyle baktılar. Ölümlere kadar, onların gündemi, DYP kongresinde Çiller’in başarısı, örtülü ödenek, Erbakan’ın PKK ile mücadele planı, haltercilerin başarıları oldu. Ölüm oruçlarına destek için yapılan eylemlere yönelik devlet şiddeti de, “operasyon”, “darbe”, “gerginlik” gibi askeri tabirlerle gazetelerde haber oldu.
 
 
       Yaygın medyamızın güzide temsilcilerinden Hürriyet gazetesi  ölüme bedenlerini yatıranları “kurban” sıfatıyla  vererek “Birinci kurban”, “İkinci kurban” şeklinde manşet yapmakta sakınca görmedi. Hatta Hürriyet, ölümlerin damga vurduğu bu acılı süreci magazinleştirmeyi de ihmal etmedi. 26 Temmuz günkü manşet ve spot şöyleydi: “Ölüm orucuna Baba el koydu. Cezaevlerindeki açlık grevlerinde dün de üç kişi birden ölünce Demirel, devreye girip, Adalet Bakanı Şevket Kazan’ı aradı ve ‘Ölüm olayları uzamasın’ dedi.”
 
       Eylemin bitirilmesi bile yaygın medyamızın birinci sayfasından nasıl verildi? Unutanlar için hatırlatayım. Sabah gazetesi “Ve anlaştılar” dedi. Sabah gazetesinin, 29 Temmuz 1996 tarihindeki “Türkiye nefes aldı” manşetinin spotu da, 12 tutuklunun yaşamını yitirdiği bir eylemin ardından gelen basit bir pot ya da yanlış ifade değildi. Katliamcı bir geleneğin bekçisi olmanın ifadesiydi: “Ölüm oruçlarında peş peşe gelen ölümlerle iyice gerilen kamuoyu, eylemin kan dökülmeden bitmesiyle rahatladı.”
 
 
      Sabah öylede, Milliyet farklı mı? Bakın Milliyet nasıl vermiş! Milliyet gazetesi, ilk ölümü, “Ölüm orucuna ilk can” başlığıyla verdi.( Bu başlıkla diğerlerinden ayrıldığını belirmeden geçemeyeceğim.) Cezaevlerinden gelen ölüm haberlerini, diğerlerinin aksine manşetten “Durdurun bu ölümleri” başlığıyla duyuran Milliyet gazetesi, tutukluların direnişini “intihar” görme yaklaşımından ise uzaklaşamadı. Söz konusu manşetin spotunda, “Toplu intihar eylemleri çığırından çıktı” dedi. Gazete, açlık grevlerinin son bulması için yapılan girişimleri ise 27 Temmuz günkü manşetinde “Ölüm pazarlığı” olarak verdi.
 
 
        Yaygın medyada Zaman Gazetesini peş peşe gelen ölümler bile etkilemeyerek saldırı salvolarına mütemadiyen devam etmekle sakınca görmedi. Evet, Zaman ölümler sürerken, o dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın açıklamaları gazetenin sayfalarında bolca yer verdi. Gazete 25 Temmuz’da “Bayrampaşa Cezaevi’nde ölüm orucu barikatı” manşetini attı. Spotu da aynen şöyle idi: “Mahkûmlarla görüşen cezaevi doktorunun açıklamaları Bayrampaşa Cezaevi’nin insanları ölüme bile mahkûm edebilecek bir terör üslü haline geldiğini açıkça ortaya koyuyor.”
 
 
      Zaman’ın anlaşma sağlandığı gün olan 27 Temmuz’daki “Ölümler örgüt infazı” manşetinde ise Adalet Bakanı Kazan yer aldı. Spot ise şöyle: “Adalet Bakanı, cezaevlerinin örgüt kampına dönüştüğünün belgelerini basına dağıttı ve CHP’li seleflerini suçladı. Kazan, eylemlerin örgüt infazına döndüğünü savundu.”
 
 
     O günlerden bu günlere yananmış onca acı deneyime rağmen üç maymunu oynayarak susup, görmemek ve konuşmamanın neler sebep olduğunu bilerek içeridekilerin süresiz dönüşümsüz açlık grevlerini bir an evvel bırakmaları, açlık ölümlerinin bir daha yaşanmaması için objektif gazetecilik yapmanın dayanılmaz hafifliği bir kez daha gün ışığına çıkıyor.
 
      1996 yılının üzerinden 16 yıl geçti. Bu 16 yıl içinde 2000 yılı ölüm orucu eylemi ve 19 Aralık “Hayata Dönüş Operasyonları” da dâhil sayısız olumsuz örnek ve can kaybı oldu. Bugün ise, 55. gününde artarak (5 Kasım 2012 gününden itibaren cezaevlerinde bulunan on bin kişinin katılacağı haberleri gelmekte)  devam eden açlık grevi var. Anlaşılan ve ürpertici olan şu ki siyasi iktidarlar değişse de egemenlerin ve medyasının tutumunda her hangi bir değişiklik olmadığıdır.