Dünya’da örneğine az rastlanan bir hüviyete sahip olan Türk Ocakları, 100 yılı aşan teşkilatlı yapısı ile tarihteki rolünü yeniden oynamalıdır.
Osmanlı devletinin o kaos ve bilinmezlik dolu yıllarında ortaya çıkan devrin münevverleri milletin kurtuluş reçetesini yazmış ve o reçete, tarihle yeni bir Türk devletini tanıştırmıştır.
                Bugün için hem iç tezahürler hem de dış temenniler açısından bakıldığında ülkemizin içinde bulunduğu buhranlar anaforu dünü aratmayacak kadar çetrefillidir.
                Ancak ülkemizin sınırları dahilindeki ve etrafındaki olaylara karşı, ilgililerin belirlediği stratejik yanlışlara takındığı tutum çözüm değil kaosa sebep olmaktadır.
                Türk milletinin tarihi geçmişi ve oluşan bu tarihi süreç içerisinde etkileşimde bulunduğu coğrafya, aynı zamanda onun konumu ve rolünü de belirlemektedir.
                Gerçeklerden ziyade gerçek ötesi durumlara yönelen erk irade; stratejik olarak, realitelerle örtüşmeyen yaklaşımlar sergilemektedir.
                Stratejik algısını tarihin derinliklerinde arayan yönetim gücü o tarihi tasavvuru da tam olarak yansıtamamakta ve maalesef problemlerin çözümüne milli dokularımızla örtüşmeyen çözümler teklif etmektedir.
                Bu konu daha derinlemesine tahlil edilebilir. Ancak konumuz, yaşanan olaylara karşı sergilenen stratejik tutum eksikliğinin izalesi adına memleket millet sevdalılarının sergileyeceği tavrı anlatmak olacaktır.
                Gönüllülükten üyeline, delegelikten başkanlığına her kademesinde görev aldığım ve vazifede bulunduğumuz süreç boyunca gönül dostlarının destek, gayret ve teşvikleri, Allah’ın yardımı ile kapımızın önünden başlamak üzere elimizden geleni yapma gayreti güdüğümüz Türk Ocakları’nın, yaşanan iç-dış gelişmelerde etkin rol alması gerekliliğini hatırlatmak istedim.
                Tarihte bunu yaptığını herkes bilir. Kamu yararına faaliyet gösteren ve tüzüğü ile geniş bir faaliyet alanına sahip olan Türk Ocakları, elindeki değerli kadrosunu da düşünürsek sözün anlam kazanıp yol haritası çizebileceği bir özelliği sahip olduğu aşikardır.
                Öyleyse; aylardır dilendirdiğimiz yaşatma ideali ve Millete vefa adına kendini milletine ve inançlarına adamış bu ekibin Türkiye’nin her yerinde, Türk milletinin istikbali, onun istikbali ile de manevi değerlerimizin neşvü neması adına özelden genele problemleri ortaya koyan ve ortaya koyduğu her problemin çözümünü de sunan etkinliklere imza atması gerekmektedir.
                Bir an önce sayıları 40-50 kişiyi geçmeyen ve dostların birbirini ağırladığı sohbetlerden- ki o sohbetler dinleyici kitlesi, konuşmacı, konuları açısından Türkiye’nin en kaliteli yapısına haizdir- vazgeçip toplumun önce yöneticilerine, ardından siyasilerine, kanaat önderlerine, stklara, halk temsilcilerine, dini otoritelere vb. ulaşmalıdır.
                Zaten millet ve memleket sevdalısı müdavimlere, her yıl yeniden aynı değerlendirmeleri yapmak sadece o insanlarla dertleşmekten öteye gitmemektedir.
Ülke meselelerinin çözümü adına en geçerli stratejiyi belirleyebilecek ekibin Türk Ocakları bünyesinde mevcut olduğu aşikardır. Ancak bu stratejik tahlillerin iç bünyede ifade edilmesi hiçbir şeyi halletmemektedir.
                Milliyetçi ve ülkücü bir şuurda olan ve bundan da gurur duyan ancak siyasal bir hareket olmayan Türk Ocakları, memleketini düşünen her hareket, kurum ve kişi için bir şanstır. Ancak bu şansı göstermek daha çok Türk Ocakları’nın elindedir.
                Yazılı ve görsel basında çıkan birkaç ismin ötesinde yeterli açıklamaların yapılamaması, proje temelli yaklaşımların yerel ve zayıf kalması, büyük ve kalıcı faaliyetlerin olmaması Türk Ocakları’nın geniş tasavvurlarını aktarma adına yetersiz kalmaktadır.
                Bu durumu aşacak irade, yapının içinde mevcuttur.
                O zaman, ülkemizin yaşadığı bu açmazları ufkun ötesine taşıyacak olanlar, Anadolu insanını kendi hinderlendı  (arka bahçesi)görenlere Anadolu’nun sadece kendisinin arka bahçesi olduğunu ifşa etmek, bir iman gereği ve tarihi misyonun gereği olduğunu göstermek gerektiğini hatırlamalıdırlar.
                Bu da milli, ahlaki, İslami, insani kaygı duyan herkesin, siyasal beklenti ve kaygı duymadan, tarihi serencamımıza ve tarihsel stratejimize uygun bir tutum sergilemesi ile mümkün olacaktır.