Türk milleti, tarih sahnesine çıktığı günden beri kendine has hayat tarzı, duygu, düşünce ve inanç dünyası ile ortadadır. Üstelik Türk, sadece bir kavim adı olmaktan çıkalı çok olmuş ve Anadolu’da, Kafkaslar’da, Balkanlar’da, Orta Doğu ve Türkistan’da belirli bir kültür birliğinin mührü olmuştur.
Fazla uzağa gitmeden Selçuklu ve Osmanlıdaki manevi kaynağa bir göz atacak olursak Türk milletinin özünü oluşturan unsurlar daha net anlaşılacak ve kültür birliğinin harcı görülecektir. Şöyle ki, Türkler İslam dininin zahiri esaslarına uymakta samimi ve sağlam bir anlayış ortaya koyarken, İslam’ın sırlı esaslarını ihtiva eden tasavvufu da Türk töresi ile bütünleştirerek ifade ettiği gerçek hüviyeti ile benimsemiş, yaşamış ve yaymışlardır.
Bazı Türk İslam tarihçilerine göre, Gök tanrı dininin kamları İslam’ın kabulü ile itikatlarını düzeltip İslam’ın mürşitleri haline gelmişlerdir. Buna mukabil alp erler yeni ve sağlam bir maneviyat ikliminde yeniden neşv-ü nema bularak alperenleşmişler, Gazi dervişler haline gelmişlerdir.
İslam tasavvufu, İslam dünyasının her yerinde görülmesine karşın büyük tasavvuf mekteplerinin çoğu Maveraünnehir’den zuhur etmiştir. Mesela Türkistan tabiri geçince bütün İslam aleminde tasavvuf mektepleri akla gelmekteydi.
Osman Turan Hoca’nın belirttiği gibi bütün Müslüman-Türk devletlerinde İslam inancı büyük bir yer işgal etmektedir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ve yükselişinde de dini unsurlar ve Türk töresinin oluşturduğu kültürel değerler birinci derecede rol oynamıştır.
Ancak, Osmanlı Devleti’nin mayasının oluştuğu 13. asır Türklüğün fetret dönemlerinden biridir. Moğol istilası İslam Medeniyetlerini yıkmış, Büyük Selçuklu Devleti birleştirici özelliğini yitirmiş ve Türk birliği yok olmuştu. İşte böyle bir ortamda Pir-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri’nin öğrencileri, dervişleri, mürşitleri Anadolu’da Türklük aşısına, başlamışlardı.
Söğüt ve Domaniç dolaylarındaki Osmanlı Beyliği etrafında toplanan gazi dervişlerin üst üste kazandığı zaferler, dağınık Türk boylarına “aradığımızı bulduk” dedirtmiş ve alperenlerin yaktığı ışık Türklüğü aydınlatmaya başlamıştı.
Türkistan’da Ahmet Yesevi Hazretleri’nin Ocağından gelen gazi dervişler, bütün beyliklerde Osmanlı ideolojisinin destekçileri olarak faaliyet göstermişlerdir. 
Daha yolun başında, Osman Gazi’nin sağlığında Söğüt çevresinde diri, imanlı, kararlı ve Allah yolunda ölmeye hazır yarım milyon insan toplandığı görülür.
12. ve 13. yüzyılda Anadolu’da en yaygın tarikatlardan biri olan Yesevi kaynaklı Ahi Tarikatına mensup Şeyh Edebali’nin kızı ile Osman Bey’in, Osmanlı Cihan Devleti’ni müjdeleyen bir rüyanın şuası altında evlenmeleri devletin kuruluş felsefesi adına büyük anlamlar taşımaktadır.
Abıyan-ı Rum, Dervişan-ı Rum, ve Bacıyan-ı Rum devletin temel rükünleri olarak ortaya çıkarken yeni kurulan her müessese ve mevcut kurumların yeniden düzenlenmesinde tasavvuf, terbiye ve manevi disiplin esasları hakim kılınmıştır.
Orhan Gazi tarafından temeli atılan Yeniçeri Ocağı, Hacı Bektaşi Veli Hazretleri’nin manevi tasarrufuna emanet edilmiş; ahilik ile de esnaf teşkilatlanması manevi bir yapıya kavuşturulmuştur.
Böylesine iman derinliğine bağlı bir temeli olan Osmanlı Devleti üç kıta yedi denize adalet götürmüş ve altı asır kutlu bir çınar gibi ayakta dimdik kalabilmiştir. Dünya üzerinde Osmanlı’nın bir benzerinin kurulamamasındaki espri bu cihan devletimizin özündeki manevi kuvvettir.
            Ahmet Yesevi Hazretleri’nin kutlu ocağından Anadolu’ya ve Rumeli’ye akıp gelen alperenler, bir taraftan Osmanlı Beyliği etrafında toplanıp ona güç kazandırarak bir cazibe merkezinin oluşmasını temellendiriyorlardı.
Bir yandan da illerinde İslami şuuru takviye ederek, halkın maneviyatını yükselterek ve hatta dünyevi işlerde örnek çalışmalar (Marangozluk, terzilik, tarım vb.) yaparak içtimai hayatı büyük davalara ve bu yeniden doğuşa hazırlıyorlardı.
            Toprakların işlenmesi, tenha yerlerin canlandırılması, sınır boylarının iskanı suretiyle ileri karakol vazifesinin görülmesi, Bizans topraklarına yerleşmek suretiyle hem misyonerlik hem de İslam’ı yayma çalışmalarının yapılması bu gazi dervişler sayesinde mümkün olmuştur.
            Türk devletlerini ayakta tutan ana unsur kimliğini oluşturan değerlere bağlılığı sayesinde mümkün olmuştur. O kimlik hiçbir zaman tartışma konusu olmamış ve ayrışmaya değil birleşmeye, birlikte hareket etmeye vesile olmuştur.
Bütün bu anlatılanlar ile birlikte değerlendirildiğinde sözün özü şudur ki; aralarında dil, din, kültür, ülkü birliği olan ve geçmişindeki şerefli mazisine sahip çıkan, Türk gibi hissedip, yaşayan herkes Türk’tür.