İstanbul Taksim Meydanı “meydan” olmaktan çıkartacak ve AVM’ ye dönüştürecek projelerden “Topçu Kışlası Projesi” Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunca onanarak kabul edildi. Daha önce Topçu Kışlası'na ilişkin projeyi "Gezi Parkı’nın tarihe tanıklık ettiği" gerekçesiyle uygun bulmayarak oybirliğiyle reddeden İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun kararı açıklandığında “bu kurulun üstünde de bir kurul var. O da Ankara da” mealinde demeçler veren sayın başbakanımızın ön gördüğü gibi kurulun üstündeki kurul Topçu Kışlasının yeniden Taksim Gezi Parkı üzerine yapılmasına onay verdi.
 
      Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili hizmetlerin, bilimsel esaslara göre yürütülmesini sağlamak üzere kurulan ve üst kurul olarak kabul edilen Kültür Bakanlığı’na bağlı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu verdiği bu son kararla “kimin sözünün” geçer akçe olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.
 
      Ülkemiz uluslararası tekelci sermaye gruplarıyla entegrasyonunu tamamlamış zenginlerinin bu dönemdeki yönetici gücü AK Partisi hükümetinin yönlendirmesiyle ilerleyen devlet aygıtı iki temel karakter üzerinde şekilleniyor.
 
      Birincisi,  her ne olursa olsun sermaye birikim sürecinin yaşamın her alanına yansıması, düne kadar sermaye ilişkilerine yeterince açılmamış tüm alanların (eğitimden sağlığa, kültürden-sanata, spordan belediye işlerine kadar) ticarileştirilerek zenginlerin iflah olmaz iştahına sunulması ve ikincisi,  bu ticarileştirme,  azami kar yaratma sürecinde çeşitli hak gaspları, konum kaybı yaşayan, geleceksizliğe, güvencesizliğe itilmiş işçi sınıfı ve emekçi kesimleri tevekküle sevk ederek “muhafazakâr bir toplum”  yaratma çabasıdır. Kısacası bir eliyle zenginleri beslerken, diğer eliyle geniş emekçi kitlelerin gözlerini boyama gayreti içerisindedir.
 
      Yaşamın her alanının “piyasa-rant” ilişkilerine tahvil edilmesi sanırım en çıplak şekilde iki alanda kendini belli ediyor. Birincisi, kentsel dönüşüm adı altında sürdürülen yağma ve talan, diğeri ise sanat-kültür-tarihsel varlıkların tamamen piyasalaştırılmasıdır. Kentsel dönüşüm adı altında şehirleri sermayenin ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden yapılandırırken işçi sınıfı ve kent yoksullarının merkezlerden sürülerek gettolara sıkıştırılması süreci tüm hızıyla ilerliyor. Özellikle büyük şehirlerde acımasız bir şekilde yapılıyor bu dönüşüm.
 
Tabi toplumu muhafazakârlaştırmak düzenli ve sistemli bir çaba, tüm alanları kuşatan dezenformasyonu, demagojiyi, ideolojik- kültürel bütün araçları kullanmayı gerektiriyor. Muhafazakâr sanat tartışmalarında çokça yazıldı. Mimariden,  tiyatroya muhafazakâr toplum yapılanmasına uygun ne gerekiyorsa hayata geçirilmektedir. Çamlıca ya alış veriş merkezi de dâhil olmak üzere yapılması planlanan Camiden tutunda tüm kültür ve tabiat varlıklarının “para getirici” bir rolle yeniden inşasını sistematik olarak planlayıp uygulamak isteyen siyasal iktidar bu uğurda Kültür ve Turizm Bakanlığı koltuğunda oturan kişiyi değiştirerek “gecikmelere” bile tahammül edemeyeceğini göstermiş oldu.
 
      Bir bütün olarak sanatın, mimarinin metalaştırılarak alınır-satılır bir hale getirilmesi, kentsel dönüşümlerle yeni rant kapılarının sermayeye sonuna kadar açılması, Artvin Yusufeli ilçesinde olduğu gibi ilçe merkezlerinin top yekun yerinin değiştirecek denli HES projelerine destek verilmesi, doğaya ve geniş emekçi yığınlara verilen tahribatın siyasal iktidar nezdinde hiçbir ödeniminin olmadığının göstergesidir.
 
      Tepeden tırnağa ticarileştirilmenin, piyasalaştırmanın yaygınlaştığı günlerden geçiyoruz. Üniversiteleri yeniden düzenleyen yeni YÖK kanununda, hastane birlikleri adı altında yapılan yeni düzenlemelerde, esnek çalışma koşullarına geçirilmek istenen kamu işçilerine yapılan dayatmalarda görüldüğü üzere tüm kamusal alan kapitalist bir şirket mantığı ile yönetiliyor. Londra olimpiyatlarında yaptıkları o kadar gürültüye rağmen başarısızlığın verdiği “eziklikten” kurtulamayınca çareyi sporun tüm branşlarının piyasa ilişkilerine açılmasında gören anlayışta olduğu üzere Sayın Başbakanımız, Taksim Meydanı’nın yeniden düzenlenmesi çalışmaları içinde çok önce yıkılan Topçu Kışlası’nın yeniden inşasına getirilen eleştirilere muhafazakâr bir tonda, tarihi bir zenginliğimize sahip çıktığımızı, milli değerlerimizi koruduğumuzu söyleyerek cevap vermeye devam ediyor. Lakin unuttuğu Topçu
Kışlası projesi İstanbul’un şakulle ölç tam göbeği olan Taksim Meydanı ve bu meydanın en merkezi yeri olan Gezi Parkında 16 metre boyunda beton direkler üzerinde Topçu Kışlası görünümümde yükselecek AVM gerçekliğini örtmeye yetmiyor.
 
      İnşa edilecek şeyin Topçu Kışlası görünümlü bir AVM (alışveriş merkezi) olacağı, içerisinde “buz pateni” dâhil birçok aktivitelerin “paran kadar” yapılacağı “görkemli” bir merkez olacağı genel akım medya tarafından empoze edilmeye başlandı bile. İstanbul da yaşayan emekçiler başta olmak üzere, Topçu Kışlası görünümündeki AVM ’ye bakan tüm emekçiler zenginlerin ve onların emrindeki politikacıların ikiyüzlü karakterinin bir bu bina üzerinden nasıl somutlaştığını göreceklerdir.
 
     Girişte yazdığım gibi iki temel karakteristik yön, piyasa ve muhafazakârlık Taksim’deki bu Topçu Kışlası’nda vücut bulmuş. Dıştan bakınca kitleler “ceddinin, dininin ihtişamı ve gücü karşısında gururlanacak, muhafazakâr sembollerle huzur bulacak.” İçerisi ise bugüne, piyasa ilişkilerine yanıt verecek. Muhafazakâr görünümlü kapitalizmde bu olsa gerek.
 
    Her şeye rağmen biz emekçiler dikkatimizi zarfa değil mazrufa yönelterek, bize dayatılan kölece yaşama koşullarından kurtulmanın yol ve yöntemlerini bulmaya çalışmalıyız.