Gündemimde farklı bir konu vardı; Ta ki eşinin öldürülüşünün ardından 9 yıl sonra Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu’nun, “İnanın artık benim bu dosyayı sorgulayacak gücüm kalmadı. Benim kimseden beklentim yok. Biz artık oraları geçtik. Benim tek beklentim çocuklarımın ülkemize faydalı olmasıdır. Güven duygumu yitirdim” cümlelerini gazetelerde okuyana kadar.
Yaşadığı büyük acı ve travmanın ardından eğilmeden dik duran bu saygıdeğer annenin feryadı karşısında üstüme ağır bir baskı çöktü. “Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı” derler ya...
Aynen öyle!
Uzun süren muhasebelerin ardından, 18 Aralık 2002 yılında saat 20.30 sularında evinin önünde Dr. Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi sonrasındaki bildiğim ayrıntılardan bazılarını lisan-ı münasiple siz kıymetli okuyucularımla paylaşmaya karar verdim. 
Dönemin Başbakanı Abdullah Gül, Hablemitoğlu cinayetinin hemen ertesi günü olağanüstü duyarlılık içinde olaya sarıldı. Aileyi aradı başsağlığı diledi, Şengül Hanım’a “Elimden geleni sonuna kadar yapacağımdan şüpheniz olmasın. Kapım her zaman size açık olacak” dedi. Cenazeye gitti, Hablemitoğlu’nun tabutunun üstüne karanfil bıraktı. Hayrünnisa Gül ayrıca taziye ziyaretine gitti.
Abdullah Gül, Necip Hablemitoğlu cinayeti ve ailesi ile nasıl yakından ilgilendiğinin en ince ayrıntılarıyla basına yansıtılmasını istedi ve ben de profesyonelce çalıştığım yerdeki görevim gereği, gerekeni yaptım.
Ama o sıcak günlerde, gazetecilik yıllarımda da hiç alışık olmadığım bir durumla karşılaştım.
Abdullah Gül, beni yanına çağırdı ve saatini de söyleyerek “MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’u çağırdım. Cinayeti görüşeceğiz. Tüm basına duyur lütfen. Görüntü almalarına da izin verelim” dedi.
Çok şaşırmıştım.
Uzun süre siyasette olan ve bir dönem de Bakanlık yapan Abdullah Gül’ün, Başbakanın MİT Müsteşarı ile görüşmelerinin basın duyurusunun yapılmasının ve hatta görüntü alınmasının devlet geleneğimizde olmadığını bilmemesinin imkanı yoktu.
“Böyle bir usul yok. Yanlış olur” dedim. Israr etti ve son olarak “O zaman yalnızca Başbakanlık kameramanı ve fotoğrafçısına görüntü aldıralım. İsteyenlere görüntü veririz” önerimde uzlaştık.
Dönemin MİT Müsteşarı gelip de görüntü alındığını görünce yüzünün halini sizlere buradan kelimelerle anlatmamın imkanı yok. Görüşme tamamlanıp, Atasagun makamına geçtikten hemen sonra kurumun basın danışmanı beni telefonla aradı ve Müsteşarın görüntü alınmasından dolayı duyduğu rahatsızlığı açık bir dille ifade etti. Ben de “Sayın Başbakanın talimatıdır. Sayın Müsteşar duyduğu rahatsızlığı, eğer uygun görürlerse, kendisinin direkt iletmesi daha doğru olur” cevabını verdim.
O zaman cevabını bulamadığım bu soruya hâla kafamda açıklık getirmiş değilim.

***

Daha sonraki yıllarda kendi gazetecilik gayretlerimle bazı ip uçlarının peşini bırakmadım. Cinayetin işlendiği yılda, olayla ilgilenen Ankara Emniyeti’nde -özellikle olay yeri inceleme bölümünde- görev yapan bazı polis şeflerinin daha sonraki yıllarda bürokrasinin farklı kesimleri de olmak üzere yükseltildiklerini belirledim. Hatta böyle bir ismin eşine de Çankaya Köşkü’nde üst düzey görev verildiğini öğrendim.
Bunlar tamamen rastlantı olabilir.
Fakat, cinayetin hemen ardından yapılan üst düzeydeki toplantılardan sonra, “Elde iki boş kovan, bir mermi çekirdeği ve diğer mermi çekirdeğinin gömlek denilen parçasından başka somut delil bulunmadı” açıklamaları yapılmıştı. Balistik incelemeler, Ankara ve İstanbul’un dışında başka illerin kriminal polis laboratuvarlarında da yaptırıldı. “Hiçbir iz yok” dendi. Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı olarak Ocak 2011’de yaptığı bir açıklamada ise “Boş kovanlarda parmak izi vardı” dedi ve cinayetin yurtdışı kaynaklı olmadığını açıkladı.
Tam bir kafa karışıklığı ve adeta topun orta sahada döndürülmesi pozisyonunu seyreder gibiyiz.
Faili meçhul cinayetler konusunda yeri göğü inleten bir iktidar, Cumhurbaşkanının “katilin içeride” olduğunu işaret ettiği bir cinayeti 9 yıldır çözemiyor!..
Kafalarının üstünden dolarlar yağdırılırken düğünlerde türkü söyleyip halay çeken bakanlar, Habur açılımında kahraman kesilen ve İçişleri Bakanı iken Cumhurbaşkanı’nın “git görüş” dediği halde, Şengül Hablemitoğlu’na randevu bile vermeyen Beşir Atalay.. Hepsi sus pus!..

***

Fotoğrafın son karesine bir bakın;
Cinayetin her aşaması ile yakından ilgilenen ve “katil içeride” diyen Cumhurbaşkanı ve “Dosya açık mı kapalı mı, dosya var mı yok mu, yeterince soruşturuldu mu soruşturulmadı mı? Bu soruların yanıtını bilmiyorum. Yetkililer bilgi de vermiyor” diyen Şengül Hablemitoğlu.
Diğer meçhul nokta
“Faili meçhuller” üzerinde kafa yorarken MİT’çi Mehmet Eymür’ün 1 günlük gözaltı süresinin ardından ortaya çıkan ifadelerine tekrar tekrar baktım. Bilgi ve tahlillerine çok güvendiğim bir güvenlik biriminde görevli isme “Bu ifadelerin ardından ne gelir?” sorusunu tekrar sordum. O da medyaya kızdı, “Eymür’ün 10 sayfa kadar ifadesini okudum. Yazılanlarla alakası yok. Medya başkaları tarafından verilen ifadeleri de katmış, Eymür’ün ifadeleri diye millete okutuyorlar” dedi.
“Peki, İstanbul’daki evinde sabahtan akşama kadar arama yapıldı ve ’çok şeye el kondu’dendi.Yanılıyor muyuz?” dedim.
“Evinden alınan pek bir şey yok” diye cevap verdi.
“Yani bize şekil mi yapıldı?” dedim.
Sustu!...
Yazıyı bitirdim. Kafam hâlâ allak bullak.
Siz ne durumdasınız?..