Yıl 1993...  bir sabah, güneşi henüz görmeden :  «Ses ver anne... Bugün yine sesini duymak istiyorum.» derken… O da benimle yürek bağı kurdu.  O anda annem  bana telefon açtı :  «Oğlum baban hastalandı, hep seni sayıklıyor. Mümkünse hemen buraya gel.» dedi.
İşyerinden atılma ihtimaline rağmen Türkiye’ye gitmeye karar verdim. Bana emek veren, destek olan yıllarca birlikte aynı çatı altında yaşadığım babam için yola koyuldum. Uçaktan iner inmez vakit kaybetmeden garajlara geldim. İlk saat içerisinde Mersin’e hareket edecek otobüslerden birinde  yer buldum. Sabahleyin erken saatlerde Mersin’e geldim. Babamın hastanede olduğunu komşulardan öğrendim. Koşar adımlarla oraya gittim. Giriş oldukça zor idi. Ahiret suali gibi sorulan sorulara cevaplar verdim. Babamın hastalığı sebebiyle Fransa’dan geldiğimi söyledim. Kimliğimi bırakmam istendi.Onu da verdim. Gözüm hiç bir şeyi görmüyordu. Babam, annem gözümde tütüyordu. Hasret öyle bir anda,  bir iki kelimeyle izah edilebilecek bir şey de değildi.
 
Yukarı çıktığım zaman babamın durumunun çok ciddi olduğunu gördüm. Gözyaşlarımı tutamadım. Beni görünce yattığı yerde doğrularak oturdu ve uzanarak bana sarıldı. «Oğlum…» dedi. Orada kardeşlerim ve annem de vardı. Bir hasta ve yakınları da bizi izliyorlardı. Babamın bana sarıldığı an orada bulunanların hepsi gözyaşlarını tutamadılar. Ölüm döşeğinde bulunanların görünüşleriyle onu sevenlerin bakışlarını birileri yazı haline dönüştürmek isteselerdi,  o an ne yazabilirlerdi ki?
 
Oradaki bulunanların tek tek bakışlarını inceledim.
«Sürekli sevgileriyle sizi büyütenlere söyleyecek bir sözünüz yok mu?» dedim kendi kendime...  Ateşin özünde yaşayan günah tacirleri geçti gözlerimin önünden...  Çivi çakılan aykırılıklar...  Yüzlerine bakılmayan ayrılıklar resimlendi...
 
Üç gün üç gece babamla birlikte kaldık. Ona hizmet etmek, onun bana söylediklerini dinlemek bana haz verdi. Bana : « Dindar görünenlere, dini kullananlara inanma! Din yaşanır. Aldatanlar ve aldananlar din dışında kalırlar. İki yüzlü insanlara dikkat et. » dedi. Bu sözlerden sonra babam ALLAH’ın ismini anarak gözlerini kapadı. Gece veya gündüz,  üç gün içinde oraya tek bir doktorun geldiğini görmedim. Babamın ölüm raporu yazıldı… Cenazeyi mezarlığa veya cenaze namazının kılınacağı yere nasıl götüreceğimi sordum. Taksi tut dediler. Taksi tuttum, babamın ayakları arkadan sarkıyordu. Oradakilere sordum : «Bu vilayette, bu hastanede hiç cenaze arabası veya ambulans yok mu» dedim. Bana  «olmaz olur mu? Baştabip beye söylemeniz gerekir», dediler.  Neyse, baştabip odasının kapısını tıklayarak içeriye girdim. Baştabip masanın üzerine ayaklarını atmış, sınırsız bir keyifle döner koltuğa yatar gibi iyice yaslanmış, dönerek televizyon seyrediyordu. Bana olmaz dedi önce… sonra ben biraz sert konuşunca ambulans şöforüne emir verdi ve babamı mezarlığa götürdük. Kefen ve mezar yeri de hızla hazırlandı.  Mezarlıkta iki imam öncülüğünde cenaze yıkandı ve namaz da gerçekleştirildi.
 
Bir yıl sonra Fransa’da gördüğüm rüyalar sebebiyle bir gece uyuyamadım. Sabahleyin erkenden anneme telefon açtım.
Erkek kardeşimi annemin, gözyaşlarıyla askere yolcu ettiğini öğrendim. Annem bana : « Hasan’ımı bu gün yolcu ettim... Askere gitti oğlum! » dedi.
 
İki ay sonra doğuda teröristlerle yapılan bir çatışmada kardeşimin şehit olduğunu öğrendim. Üç gün sonrası için uçak bileti bulabildim.  Vakit  kaybetmeden iş yerinden otuz altı gün  izin alarak Türkiye’ye hareket ettim.
Ben gittiğim zaman cenazenin kaldırıldığını ve babamın mezarıyla komşu olduğunu öğrendim. Bir taksi tutarak annemle, «babamın ve kardeşimin mezarlarını» ziyaret ettim.
Annem için için ağlıyordu. Onu hergün kardeşime ait  teslim edilen eşyalarla, ayakkabılarıyla başbaşa görüyordum.
İzin süremin son haftasında bir perşembe gecesi annemin gece yarısı gezinerek dua ettiğini gördüm. Uyuya kalmıştım. Sabah ezanı okunuyordu.
Bu esnada kapının açıldığını ve annemin dışarıya çıktığını hissettim.  Kalktım, abdest aldım ve evimizin yakınında bulunan camiye gittim.
Geldiğim zaman annem evdeydi. «Anneciğim neredeydin?» diye sordum.  Oğlum  kardeşin Hasan bir çok kez uyudum uyandım bana: «Anne, benim yanıma gel, mezarımın başucundaki taşı kaldır... bir pamukla başımdan akan kanı sil», dedi.  Gittim oğlumun toprağa konulmasının otuz üçüncü gününde başından akan sıcak kanları sildim. Hasan’ımı çok iyi gördüm...  Biraz da sohbet ettik.  Bana : «Anneciğim şu an iktidarda bulunan insanlar bize kurşun sıkanlarla işbirliği içerisindeler... Bu tehlikeli işbirliğini sinsice gizliyorlar. Onlar ve işbirlikçileri üstelik inançlı görünerek insanlara ve komutanlarımıza kötülük yapmaktan çekinmiyorlar. Onların bizim hallerimizden ve sizin acılarınızdan hiç haberleri yok! Siyasi ihtirasları için dinimizi ve teröristleri kullanıyorlar... Kuran-ı Kerim başka kitapların, başka niyetlerin içerisinde eritilmeye çalışılıyor... Abdülhâlik Gücdevani Hazretleri’nin manevi evlâdına ilettiği öğütlerini mutlaka okuyun. İnsanlar içtikleri sulara, yedikleri gıdalara, karşılaştıkları bilinmezlere dikkat etsinler... Unutmayın, sır kapısı tektir. Anneciğim son bir defa daha alnımdan akan kanı sil ve üstümü ört. Ağabeyime selamımı söylemeyi de unutma. Allah’a emanet olun...» dedi bana. «Alnından akan kanı sildikten sonra tekrar kapadım kardeşinin mezarını... Ve buraya geldim oğlum».
 
Mersin, 10.11.2006
 
 
Selam ve sevgilerimle. 
Üzeyir Lokman ÇAYCI
İç Mimar – Endüstri Tasarımcısı
55, rue Louise Michel
78711 Mantes la Ville
FRANCE
------------------------------------------------------------------
 
 
-------------------------------------------------------------------
Resim : Üzeyir Lokman ÇAYCI