Çernobil “kazası” sonucu yayılan radyasyon etkileşiminden kanser olan ve genç yaşta yaşamını yitiren sanatçı Kazım Koyuncu bir söyleşisinde “Türkiye’de hiç radyasyon olmasa da sistemin kendisi yeter zaten Beni radyasyon değil, Türkiye’deki sistem kanser etti” Derken nükleer santrallerle ilgili en temel sorunu “sistem” sorununu işaret etmeye çalışıyordu.

 

       Öncelikle bir nükleer santral kurmak için zenginleştirilmiş uranyuma ihtiyaç varmış. Gelin önce zenginledikleri uranyuma bir göz atalım. Nükleer reaktörler için zenginledikleri uranyumun maliyeti bir hayli yüksektir ve kapitalistler doğaları gereği “nasıl” sorusundan kaçınır,”ne kadar” sorusuna odaklanır. Nükleer enerjinin bugüne kadar yarattığı tahribat, termik santrallerin, hidroelektrik santrallerin yaşama verdiği zarar onun için olsa olsa imaj meselesidir. Kapitalist kendisine arzuladığı enerjiyi sunabilecek her türlü öneriye isteklidir, fakat bir şartla “bu bana daha fazla kazandıracak mı?”.Hal böyle olunca zenginledikleri uranyumun yaydığı radyasyon onların umurlarında olmaz. Alınacak önlemlerin maliyeti onlara pahalıya patlar ve fakat kapitalist daha çok paraya açtır, daha fazla önleme değil!

 

       Peki ya nükleer atıklar? Nükleer enerji reaktörlerinin yakıtı olan zenginleştirilmiş radyoaktif çubuktan enerji elde edildikten sonra geriye kalan kullanılmayan atık. Bu atıkları depolama sorunu dünyanın hiç bir yerinde henüz çözülmedi. Atıklardan kurtulmak için yerin en az 300 metre altına kapatılarak gömmek mümkün. Ama nükleer santral kullanan ülkelerin çoğu bu tür önlemlere girişmemiştir; çünkü maliyeti yüksektir. Nükleer atıktan kurtulmanın maliyetinin artışı, elde edilen enerjinin cazibesini azaltır.

 

      Hadi diyelim kapitalistler şaşırıp(ki bu imkânsız) masrafları görmezden gelip öyle bir önlem alsınlar. Bu defa hiç bir zaman hesaba katmadıkları doğa, intikamını almak için devreye girecek.(Fukuşima nükleer kazası bu öngörüyü doğrulamıştır).Zaten bu atıklar gömülse dahi radyoaktifin etkisini tamamen yitirmesi 250 milyon yıl sürüyor. Fazlasıyla iyimser yaklaşalım ve en sıradan doğa olayının bile yaşanmadığını varsayalım.250 milyon yıl boyunca sonraki nesillere orada tehlikelinin gömülü olduğunu nasıl aktaracağı söz konusu bile değil.

 

     1998 yılında İstanbul İkitelli’de bir hastanenin röntgen kaynağı olan kobalt 60 radyoizotopunun bulunduğu kaynak, hurdacıda ortaya çıktı. Oysa bunun Türkiye Atom Enerjisi Kurumu(TAEK)’in kontrolünde yurtdışına gönderilmesi gerekiyordu. Bu kaynağı parçalamaya çalışan hurdacı ve ailesi, ani radyasyon zehirlenmesi sonucu kısa bir süre sonra öldü. Ortaya çıkan bir başka olay da İzmir’de kurşun üreten bir fabrikanın yıllarca yurtdışından ithal ettiği radyoaktif atıkları kendi arazisindeki toprağa gömdüğü. İşte bu TAEK denen kurum Türkiye’de kurulacak olan nükleer santralleri denetleyecek!

 

     Gelelim işçi sağlığından çok iş sağlığına önem veren sermayedarların bu kadar tehlikeli bir sistemde işçiler için yazdıkları ölüm fermanına. Nükleer enerji sektöründe çoğunlukla iş güvencesi olmayan, işçi sağlığı ve güvenliği zaten olmayan, taşeron işçiler çalıştırılıyor. İş cinayeti riski, sakatlıklar,radyasyon gibi çok ciddi riskleri olan bu sektördeki tüm yasalar bildiğimiz gibi sermayedarları koruyup,sistemin tüm tehlike,risk ve açıklıklarını taşeron işçinin sırtına yıkıyor.Taşeron işçiler nükleer santrallerde belirli bir süre çalıştıktan sonra “üst radyasyon sınırı” yüklendiklerinde santral ile tüm ilişkileri kesiliyor ve mesleki hastalık tanısı alamıyor. Soma’da, Ermenek’te, Torunlar’da işçi katliamlarının sorumlusu zenginlerin bu kadar riskli bir sistemde binlerce işçinin güvenliğini sağlayabileceğini ön gören varsa beri gelsin!

 

      Kapitalist düzenin bu pisliklerine karşı bizim ne gibi alternatif enerji kaynağı önerimiz olabilir ona bir göz atalım. Görüldüğü üzere “iyi halli” nükleer yoktur; nükleerin nasıl daha zararsız hale getirilebilir olduğuna kafa yormaktan çok nükleeri tamamen nasıl yok edebilirizle ilgilenelim.

                                                                                         

        Enerji konusunda tabiat bize sınırsız doğal kaynaklar sunuyor hali hazırda! Güneş, rüzgar, hidrojen, hidroelektrik, jeotermal…Ancak alternatif olan bu enerji kaynakları çevre sorunlarından çok çevre sömürüsü üzerinden rant elde eden kapitalizm tarafından kullanıldığında yine felaketlere yol açmaktadır. ABD’nin Kaliforniya eyaletinde 13 kilometrekarelik alana kurduğu Güneş Panelleri, kuruldukları daha ilk günlerde böceklerin ve kuşların yanılarak içerisine girmesine yol açıyor ve binlercesinin yanarak ölmesine sebep oluyor. Bu kadar geniş alana kurmak yerine daha küçük alanlara yerleştirmek kapitalistin “satılamazsa ne işe yarar” ilkesine ihanet etmesi anlamına geliyor. Alternatif enerji kaynaklarını çoğaltma ve tasarruf bilincini geliştirme işçi sınıfı bilinciyle hareket edenlerin ötelenemez görevlerinden olduğunu belirtir, “sınırsız sömürüsüz, yaşanacak bir dünya”yı muştulayanların çevre mücadelesinin de öznesi olması zorunluluğunu hatırlatmak isterim.