Son zamanda yapılanlarda dâhil hemen hemen tüm “mutluluk” anketlerinde ülkem yurttaşları genel atmosferden ve yaşadıkları ortamdan “mutlu” olduklarını ifade ediyorlar. Genel akım medyada bu anket sonuçlarını manşetten allayarak, pullayarak yayınlayarak “mutluluğumuza mutluluk” katmak için ellerinden gelen çabayı esirgemiyorlar.
     Fakat unuttukları yâda unutturmaya çalıştıkları bir başka gerçeklik “mutluluk” tablosuna gölge düşürüyor. Bu gerçeklik Antideprasan  ilaç satışının son yıllarda 2 ye 3’e katlayarak ülkemizde satış rekoru üzerine satış rekorları kırması gerçekliğidir. Türkiye’de antidepresan kullanımının son 4 yılda yüzde 75 artarak yılda tam 35 milyon kutuya çıkması, yeni bir tartışma başlattı. Özellikle gençlerin, kadınların ve beyaz yakalıların antidepresan kullanımındaki büyük çaplı artış, antidepresan kullanımındaki artışı daha da göze batıcı kılıyor.
     Antidepresanlar üzerine medya ve internet ortamındaki tartışma, Türkiye’de “kendini mutlu hissetme oranı”nın dünya ortalamasına göre daha yüksek çıkmasına karşın antidepresan kullanımındaki artışın nasıl açıklanacağı, kriz-antidepresan kullanımındaki artış bağlantısı, gençlerin, kadınların antidepresan kullanımındaki artış ile metalar dünyasının kışkırttıkları ve artan özgürlük ihtiyacı ile duyulan hayal kırıklığı, beyaz yakalıların antidepresan kullanımındaki artış ile konum kaybı arasındaki bağlantı, neyin genel olarak sistemden kaynaklanan mutsuzluk, ruhsal tükeniş, yıkım ve yabancılaşma olduğu, neyin ise tedaviye muhtaç hastalık olup, olup olmadığı noktalarına doğru geldi, ancak bu sorulara esaslı yanıtlar vermeye doğru bir geçiş yapamadı.
      Kalabalığa ait metalar dünyasına uyum sağlayamayıp arıza çıkaranları, beyin sulandırıcı ilaçlarla veya üzerinde çalışılmış yalanlarla ayar çekip tekrar kalabalığa salmakla mükellef kişiler olan psikologlar ve psikiyatrlardan medet uman bu hasta insanın (gerçekten hastadır ve tedaviye ihtiyacı vardır; acıdan, kendinden ve gerçeklerden kaçıştır onu hasta eden.), kendinden ve gerçeklerden kaçmak için yasa dışı uyuşturucu maddelere sarılan hastalardan tek farkı; uyuşturucu kullananların, insanın kendinden asla kaçamayacağının farkına daha erken varmalarıdır. Çünkü ikincisinde içsel yıkım ve tükeniş daha kısa sürede gerçekleşir. Fakat birincisinde bu hayal kırıklığı süreci yavaş yavaş ilerler. Hiç kimsenin antidepresanlarla bir iç aydınlanma yaşadığı, ufkunun genişlediği, mutluluğu yakaladığını falan görmedim. Ama uyuştuğunu, kayıtsızlaştığını, sorunlara karşı duyarsızlaştığını gördüm. Bir nevi zihinsel narkoz alıp, sorunları çözmek yerine sorunun neden olduğu acıyı hissetmemek üzerine kurulu olan bu tedavi biçimi, sistemin kendisi gibi sahte, yapaydır.
     Bitmedi.. antidepresan kullananları, ya da uyuşturucu madde bağımlılarını parmağımla gösterip günah keçisi ilan ederek diğer “hasta” insanları akladığımı düşünmeyin hiç. Toplumun genelinin hasta olduğunu, sistemin dayattığı kurallar çerçevesinde rol yapma ve oyun oynama mecburiyetiyle ruhunun ve kişiliğinin sakatlandığını göz önüne alırsak; bunun sonucunda yaşanan ruhsal “tatminiyetsizlik” ve mutsuzluk duygusundan kaçış için kullandığımız birçok yöntem ve araç da aslında bir tür uyuşturucudur. Bu uyuşturucuların başında televizyon, internet, oyunlar, alışveriş, kumar, gece hayatı, kafamızı üretime yönelik değil tüketime yönelik işlerle meşgul edecek, dolayısıyla kendimizden kaçmamızı sağlayacak her türlü aktivite.
     Tam tersine, bireyin üretime yönelik işlerle meşgul olmasıdır onu iyileştirecek olan şey; birey, kendini üretebildiği ölçüde vardır, ancak o zaman kendini bulur, kendine döner ve kendinden kaçmayı bırakır. bir kitap okumak, bir film izlemek, bir enstrüman çalmak, bir sanatla, bilimle uğraşmak, karşı cinsle severek sevişmek gibi, bize ve süreç içinde topluma artı değer (ki bunun metalar dünyasının ve A:Smith’in artı değeriyle bir alakası yoktur) kazandıracak, insanın kendindeki iyiyi keşfetmesine ve kendini gerçekleştirmesine katkı sağlayacak herhangi bir şey.
       Bu düşüncelerimden kapsam olarak, şizofreni vb. tıbbi müdahale gerektiren çok ciddi beyinsel rahatsızlıkları yahut da depresyon anında derhal bertaraf edilmesi gereken ciddi bir risk (intihar vb.) doğması durumunu, ayrı tuttuğumu belirtmek istiyorum. Fakat beyindeki direkt bir arızanın değil, sosyal ilişkilerdeki yapaylığın ve sistemin doğrudan sonuçları olan “tatminiyetsizlik”, kimliksizlik, mutsuzluk ve akabindeki depresyonun tedavisi x mg’lık küçük hap değildir. Örneğin, işinde yaşadığı stresten dolayı çöküntüye uğrayan ve artık çalışıp üretemeyecek seviyeye gelen bir insana, iş şartlarını iyileştirmektense psikoloğun yolunu göstermek, bireyi tüketen sistemin kendi kan emiciliğini pervasızca ilan etmesidir.  
      Sömürü çarkının dönmesine katkı sağlayamayan insanı çürük veya hasta ilan etmek, ancak çark döndüğü sürece ve çarktaki işlevini yerine getirebildiği ölçüde insanın değerli olduğunu savlamanın başka bir yoludur. Psikolog, alır bu insanı, bir oto tamircisi gibi karbüratöründen girer egzozundan çıkar, yeniden işler bir makine galine getirir. Sonuçta ne olur? Makine, çarktaki yerine geri döner ve mesaisine devam ede. Sorun çözülür; bir sonraki depresyona kadar.
    Depresyonsuz gerçek mutlu günler görmemiz ümidiyle.