Sonunda bu da oldu! Ortaya çıktığı yüz yıllardaki devrimci özüne atıf yaparak günümüz dünyasının üretim şekline cepheden bir karşı duruşla kendini konumlayan bir platform olarak“Müslüman Antikapitalist Gençler” toplumsal muhalefet sahnesindeki yerini aldılar.
 
   Kuşkusuz ki, geriye dönük olarak bakıldığında İslami hareketin barındırdığı kökensel devrimci içeriğin doğrudan “asrı saadet” döneminden başlamak üzere epey zengin bir biçim çeşitliliği ürettiği görülür. Karmatiler hareketini, Hasan Sabbah'ı, Hallacı Mansur'u, Şeyh Bedreddin ve yakın tarih açısından da Seyyid Kutub ve Ali Şeriati gibi örnek isimleri özetleyip hatırlatarak bu direnişçi-isyancı geleneğin halkalarına dikkat çekmiş olmakla yetineyim.
 
 
    Sonuç itibariyle bu halkalar ve başkaca benzerlerinin tümü, kendi tarihsel ortamlarının etkisi altında özgünleşmekle beraber, “İslam ilahiyatı”na dayandırılan adalet, eşilik ve özgürlük arayışlarını ve mücadelelerini temsil etmişlerdir. İslam hareketi içinde tarihsel süreç içinde oluşan, belirginleşen ve nihayetinde baskın hale gelen sömürücü, baskıcı egemen sınıfçı eğilimin halk yığınları üzerindeki hegemonyasına karşı bir duruş, mücadele ve isyan gücü olmuştur bilinmektedir.
 
    “Müslüman Antikapitalist Gençlerin” ortaya koydukları katalizim karşıtlığı inisiyatifle kendilerine açmış oldukları bu yolda nasıl bir yürüyüş temposu tutturacakları ya da yürüyüşlerinin politik ritminin ilan ettikleri amaçlarıyla ne kadar uyumlu bir ses çıkaracağı hakkında köşeli eleştirel değerlendirmelerde bulunmanın hem maddi koşulları henüz oluşmuş değildir, hem de bu aşamada gerekli olmadığını düşünenlerdenim.
 
     Ancak bu oluşumun politik anlamı ve ezilenler cephesi için, değeri bakımından ilk elden söylenebilecek ve söylenmesi gereken şeyler de var elbet.
 
     Birincisi; bu platform, yaptığı 1 Mayıs çağrısı (ve katılımı) ile ve “politik program” yaklaşımlarının esasları kabul edebileceğimiz yayımladıkları deklarasyon belgesiyle İslami harekete egemen olmuş “sunni İslam” ittifakına dayalı sömürücü, baskıcı yeni güç yapılanmasından ve hiyerarşilerinden kendilerini açık biçimde ayırmışlardır. Müslüman kimlikleriyle beraber kendilerini tarif edici ikinci bir temel nitelik olarak “antikapitalist”likleri de açıkça öne çıkarmış olmaları, bu bakımdan çok anlamlıdır. Çünkü bu, egemenler karşısındaki sınıfsal duruş perspektiflerini yansıtan ideolojik ölçülerden biri olarak kabul edilmelidir...
 
     İkincisi, “Müslüman Antikapitalist Gençler” egemenlerin/kapitalistlerin dininden değil, sömürülenlerin/ezilenlerin dininden ve dilinden konuşmaktadırlar. Bu anlamda, özelde İslami hareketin genelde tüm dinlerin pasifleştirici, boyun eğdirici yüzüyle, halkın/ezilenlerin “vicdanı” olan adalet arayıcı, isyancı yüzü arasındaki tarihsel sürecinde gelişen çelişki ve 'iç çatışma'da, ikinci safta konumlandıklarını tereddütsüzce dile getirmektedirler. Bu niteliğin, din bezirgânlığıyla beslenen egemen sınıf güçlerinin ipliğinin pazara çıkarılması bakımından ezilenler cephesini güçlendireceği bir kazanım olduğu kabul edilmelidir.
 
     Üçüncüsü ve yine kabul edilmelidir ki, “Müslüman Antikapitalist Gençler”in varoluş bilinçleri, bildik “Müslüman” misyonuna dayanmamaktadır. Tarihsel deneyimden de biliyoruz ki, halkların ve ezilenlerin vicdanlarını biçimlendiren ideolojik güçlerden biri olarak din inancı/dinsel bilinç, inananların her günkü olağan/doğallaşmış, sosyal ilişkilerinde “dinci'lik” olarak ayrıştırıcı bir katılaşma yaratmaz ve yaşatmaz. Gerçek bir iman duygusuna sahip dindarlar, “dincileşmez”. Din, egemenlerin elinde sömürü ilişkilerini ve egemenlik düzenini perdelemenin, olağanlaşmanın aracı haline getirildiği ölçüde emekçi kitlelerin bilinçlerine zerk edilir. Ve fakat kitleler bu yolla da istendik davranışlar gösterme yönünde dönüştürülür. Din, devletleştikçe, iktidar aygıtlarının ideolojik bir parçası haline getirildikçe “vicdan yüzü” kararmış ve zalimlerin karanlığının gücü haline getirilmiştir. “Dinci'leşme”
 
       İşte tam da bu nedenlerle, “suni İslam” ittifakı egemenlerin çıkarları yönünde kitlelere yönelik vaaz verirken “Müslüman Antikapitalist Gençler”in platformu “dinci'liğin” değil, imanlı Müslümanlığın bir “vicdan” ve “adalet” ittifakı  olabileceği söylemleriyle dinin “dinci”likten kurtuluşu çabasında tutulan bir toplumsal “hak” yolu olarak algılanmak istenmeleri görülmelidir.
 
     Dördüncüsü; “Müslüman Antikapitalist Gençler” bu çıkışlarıyla aynı zamanda sol-sosyalist ve demokratik siyasal güçlere dönük bir politik “muhataplaşma” çağrısı da yapmış oluyorlar. Tabii ki bu “muhataplaşma” çağrısının bir mücadele ortaklaşması isteği ve çabası olarak da okumak ilk başta “iyimser” bir okuma olarak düşünülse de “Müslüman Antikapitalist Gençler” çıkışlarını 1 Mayıs'la sembolize etmeleri ve Taksim mitingine katılmalarıyla muhataplaşma ve ortaklaşma arzularını somutlayan bir başlangıç iradesi ortaya koydukları da göz ardı edilmemelidir. Şu an  devam zaten bağımsız inisiyatifleriyle ve bundan sonrası bakımından bu çerçevenin içinin hangi mücadele gündemleri, araç ve biçimleri üzerinden doldurulabileceğini, bunun toplumsal muhalefet güçlerine ne gibi yeni mevziler kazandıracağını yaşayarak göreceğiz.
 
      Asıl en önemlisi Halkların Demokratik Kongresi'nin gerek politik temelde gerek demokratik temeldeki kapsayıcılığı, gerekse de örgütlenme yapısı ve işleyiş mekanizmalarının olanakları itibariyle “Müslüman Antikapitalist Gençler’in” yüzlerini dönebilecekleri ve muhataplaşma-ortaklaşma arzularının karşılık bulması gereken ilk adreslerden biri olduğu da bilinmelidir. En azından “somut durumun somut tahlili” bunu gerektirmektedir.
 
      Buradan hareketle, HDK'nın kendine düşen inisiyatifi göstereceğine olan inancımı belirterek, illerdeki HDK Meclislerinin kapılarını bu gençlere açmalarını ivedilikle öneririm.