Sahip olunan toprakların gerçekte fethi için o topraklar üzerinde yaşayanların fethi gerekir. İnsanı fethedilmeden toprağın (iktidarın) fethi arızi bir durum yaratır. Toprağın kültürle işlenmesi, mimari eserlerle donatılması, yolların, fabrikaların yapılması da işin fiziki yönüyle ilgilidir. Bu yüzden akılcı fatihler, fetih hareketlerinin hedef kitlesi olarak  “kâinatın özü” olan insanı almışlardır. Çünkü onlar fethin insanla başladığı ve insanla da bittiğinin farkındaydılar. “Kalenin içinden fethedilmesi” kavramı da bunu anlatır. Önce insanların rızası ve onayı alınır daha sonra eylem başlar.
Gönül, yürek ve ruh uygun hale getirilmeden fiziki direnişi kırmak çok zordur. Yani önce kavramlar, yöntemler, düşünme biçimleri, idrakler zaptedilir daha sonra da yer altı ve yer üstü zenginlik kaynakları. Uygulanan strateji, toplumları mallarla teslim almadan önce kavramlarla teslim almak üzerine kuruludur.
Egemen olmak isteyen güç, kendi yasalarının, insanlık anlayışının, ahlaki duruşunun sömürmeyi hedeflediği toplumunkinden üstün olduğunu o toplumun fertlerinin bilinçaltını işgal ederek kanıtlar. Ondan sonrası kendiliğinden gelir. Bu bakımdan toplumların gelişmişlik düzeyleri aynı zamanda manevi işgale uygunluk düzeylerini de gösterir.

Maddi sahiplik ile manevi sahiplik
Tarih boyunca çoğu ülkelerin maddi sahibi başkaları, manevi sahibi ise daha başkaları olagelmiştir. Kısacası bir ülkeye siyaseten hükmetmek yeterli değildir, bunun sosyolojik, psikolojik ve kültürel egemenlik ile tamamlanması şarttır.
Bir bölgeye kan dökerek, can vererek ve bedel ödeyerek fiziken hakim olunabilir, oraya bayrak dikilebilir. Ancak orada kalabilmek, tutunabilmek ve kurumsallaşabilmek her şeyden önce oradaki insanların kültürel ve ekonomik yönden fethi ile mümkündür. Bölgeyi fethetmeden önce yüreklerin fethi büyük avantaj sağlar. Bu yönden de teknolojiden önce filolojiye, etnolojiden önce sosyolojiye, fizyolojiden önce de psikolojiye önem vermek gerekir. İngiliz askerlerinin işgal ettikleri topraklardan çekilmesine karşılık İngilizcenin işgal ettiği topraklarda bugün hâlâ hâkim durumda olmasının başka bir izahı yoktur.
Demokrasi çağı ise başlı başına bire bir insan fetih çağıdır. Öyle nitelikli elit aramaya da gerek yoktur. Burada temel amaç herhangi bir siyasi program için mümkün olduğu kadar insanı ikna etmektir. Günümüzde medya ve diğer kitle iletişim araçlarının grup bağlarına ve aidiyet duygularına saldırarak imha ettiği ve atomize hale getirdiği bireyin etki altına alınması artık çok daha kolaylaştırmıştır.

Yapılması gereken!
Milletlerin değerlerine, inançlarına, törelerine, geleneklerine ve giyim-kuşamına müdahale ederek herhangi bir siyasi kazanım elde etmek mümkün değildir. Düşmanın fethi, Yavuzca yöntemlerle olsa da milletin fethi, ancak Yunusça yöntemlerle mümkündür. Zafere ancak yılların oluşturduğu ön yargıların aşılmasıyla ulaşılabilir. Başarı için sevgi de yeterli değildir, aynı zamanda güven de gereklidir. Ancak halkın gönlünü fethetmek için de onun yüreğine girmek gerekir. Tarih, milletiyle kavga eden siyasi iktidarların önce meşruiyetlerini sonra da etkinliklerini kaybederek gerçek yerleri olan tarihin çöplüğüne atıldığının sayısız örnekleriyle doludur. Milletin oyuyla iktidar olmayı amaçlayanlar, milletin değerleriyle kavga etmeyi bir kenara bırakıp onun gönlünü fethetmenin yolunu bulmalıdırlar. Türk milliyetçileri de bu anlamda Anadolu’nun ya da İstanbul’un fethinden daha çok Anadolulunun ya da İstanbullunun fethine önem vermelidirler. Zira başarı, coğrafyanın ya da tarihin fethinden daha çok milletin gönlüne ve yüreğine girmekle ilgilidir. Bunun yolu da itilip kakılan Türk milletinin kimliğini kendi kimliği, değerlerini öz değeri, dostunu dost, yoksulluğunu da dava edinmekten geçmektedir.