Geçen hafta sokağın ortasında arkalarından vurularak şehit edilen iki asker görüntüsü Türkiye’nin içini yakmıştı. İki gün önce de Hakkâri merkezde sivil giyimli bir polis memuru yine şehrin ortasında arkadan ensesinden sıkılan kurşunlarla şehit edildi. Kalleş ve alçakça işlenen bu ve benzeri cinayetleri, aradan bir süre geçince hikâyesi bir yana hatırlayan dahi olmuyor. Polis, asker ve kamu görevlilerine yönelik olarak işlenen cinayetlerin bazı medya mensupları için haber değeri bile yoktur.

Bugün teröristlerin işlediği cinayetler, yakıp yıktığı okullar, patlattığı araçlar, sakat bıraktığı insanlar nasıl bazı kesimlerce görmezlikten geliniyorsa, dün de isyan eden, eşkıyalık yapan, tecavüz eden, cinayet işleyen terörist grupların yaptıklarını hatırlayan yoktur. Örneğin 1937’lerde Dersim’de Seyit Rıza’nın idamı ağıtlar içinde anlatılırken Seyit Rıza’nın adamlarının yıktığı köprüden, yaktığı karakoldan ve içindeki 33 Mehmetçikle komutanlarının katledilmesinden kimse söz etmemektedir. Bütün bunlar kasıtlı olarak yapılmaktadır.

Mağduriyet, mazlumiyet, ezilmişlik, yok sayılmışlık, asimilasyon üzerine oturtulmuş tezlerle devleti ve milleti mahkum etme girişimleri bir proje bağlamında sürdürülüyor.

Çözüm de mağduriyetlerin giderilmesi suretiyle sağlanacaktır. Demek ki önce bir mağduriyet inşa edeceksiniz, ardından da tazminat talepleri gelecek. Nitekim bu konuda dilin arka tarafına saklanan bakla, geçen günlerde nihayet ağızlardan çıktı. Üretilen sanal mağduriyetin giderilmesi için “Kürtlere pozitif ayrımcılık” uygulansın tezleri devreye sokuldu. Kendisi de Kürt olan Orhan Miroğlu’ndan ’Kürtlere zenciler gibi pozitif ayrımcılık yapılabilir’diye bir açıklama geldi. Ardından bu tezi destekleyen ya da karşı çıkanlar oldu. Demek ki birilerinin “Kürt sorunu” adını verdikleri sorun bir tarafında ’demokratik özerklik’, diğer tarafında ise ’pozitif ayrımcılık’olan bir sorundur. Bu tutum devlet içinde devlet, millet içinde millet talebinden sonra vatandaşlar arasında imtiyaz talebinde bulunmak demektir.

“Pozitif ayrımcılık” bağlamında sözü edilen taleplerden bazıları da şunlar: “Kürt il” lerinde oturan vatandaşlar ’vergi ödemesin’... Devlet memurluklarına girişte ’Kürt kontenjanı’ tanınsın, üniversite giriş sınavlarında ’Kürt öğrencilere ekstra puan’verilsin, “Kürt gençleri askerlik yapmasın” . Sözüm ona hepsi birbirinden makul (!) ve “demokratik açılıma” uygun talepler.

Haber Türk’te Fatih Altaylı bu önerilere şu gerçekçi cevabı verdi: “Bölgede en kabadayı iş adamının verdiği vergi, ortalama ücretli bir işçinin vergisinden çok fazla değil... Bırakın vergiyi (elektrik beleş), elektrik parası ödemeyenler cenneti” . Bölge, verilmeyen vergi, ödenmeyen elektrik parası, neredeyse tamamı kayıt dışı haline gelmiş bir ekonomiden ibarettir. Sınavların durumu, mafyatik örgütlenme ve her türden kaçakçılığın bölgesel durumu da orta yerde durmaktadır.

Serdar Turgut, bu konuda dikkate değer olarak şu tespiti yapmış: “ABD’deki zencilere pozitif ayrımcılık toplumda olan ırk bazındaki bölünmüşlüğü azaltmadı, tersine artırdı ve en önemlisi de beyaz insanlar arasında zencilere karşı duyulan kin ve tepkinin artmasına, içselleştirilmesine ve derinleşmesine yol açtı” . Gazeteciler böyle diyor da halk ne diyor? Asıl sorulması gereken soru budur ama bu soruyu soran yok denecek kadar az...