Geçtiğimiz günlerde tamamlanan Londra Kitap Fuarı, dünya “kitap piyasasının” G-8′i olarak adlandırılan global oyuncuları (siz simsarları okuyun) orada toplandı. Simsarlar, reklamcılar, ucuza mal bulmaya çalışanlar, yayın haklarını yüksek karla devretmek isteyenler vb. vb. Bir tür ticari borsaydı fuar basından ve internet medyasından takip ettiğim kadarıyla.     
     Edebiyat sözcüğüyle bir arada kullanılamayacak ne kadar sözcük varsa hepsine yer ayrılmıştı fuarda. Büyük sermayeli yayıncılar, çok satan yazarlar, onların “piyasa ajanları, komisyoncular… Onlar el sıkıştıklarında hangi kitabın kaç dile çevrileceği, toplam ciro, transfer ücretleri, yazarlara sipariş edilen yeni kitaplar netleştirilmiş oluyor anlayacağınız al gülüm ver gülüm işine indirgenmiş “edebiyat.”
     Kapitalist üretim standartları “edebiyat piyasasında” da tıkır, tıkır işliyor. Tekelci bir ağ bu ağ. Tekel sistemi şu veya bu biçimde bünyesine katılan en satar yazarlara işleyişini dayatıyor. Amaç edebiyat değil kar. Yayıncıların büyük bir bölümü, sırtlarını büyük tekellere (banka, holding vb.) yaslıyor. Kar getirecek yazarların transfer edilmesi gibi örnekler ise edebiyatın futbol endüstrisine döndüğünü gösteriyor. O mekanizmada yer alan çok satan yazarlar kendileri için ayarlanan imza günlerine, görüşmelere, röportajlara mekanizmanın çıkarı için katılmak zorundalar.
     Bu yanıyla bazı bireysel şöhret peşinde olmakla ilgili değil. Aksine toyluklarında yüzlerinin tanınması için uğraşan kimi yazarların bundan ne kadar sıkıldıklarını, bunaldıklarını okuyoruz. Edebiyatın “Pop Star’ı, bizzat edebiyatçıyı öldürüyor, yazarlar kölelere dönüşüyor. Edebi ölçülerle ele avuca gelen bir kitap görmezden gelinirken çok satan bir roman, sırf bu nedenle övülüyor.
      Ahmet Altan’ın yeni romanı, daha yayımlandığı gün yüz bin tane satıyor. Olağan dışı bir reklam kampanyası ile ülkenin bütün kitapçıları o kitapla dolduruluyor ve “tüketiciye” sunuluyor. Kitabın yayınlandığı gün fikirleri önemsenecek bir edebiyat eleştirmeni, Altan’a ölçüsüzce, Fethi Nacilerin kemiklerini sızlatırcasına övgüler düzdü. Açıkça, kitap basılmadan önce belli isimlere ulaştırılıyor ve onlardan tanıtım-mal sürüm kampanyasında (düpedüz reklam kampanyası okuyun) yer almaları isteniyor. Kabul edenler taltif edilmişlerdir diye düşünebilirsiniz. Hem ne taltif edilme çil, çil dolar ya da avro bazında taltifler.
     Ortada bir kir varsa, kire tutum almayan herkes, az veya çok ama bir biçimde kire batar. Kıt kanaat geçinen, en büyük lüksü çiçek pasajında dostlarıyla laflayıp iki tek atan yazar ve eleştirmenler toprak oldu. Şimdi,  iş bitiricilik  önde. Simsarlar ve sansarlar çağındayız nasılsa. Bunları söylemek aslında hiçbir şey söylememek olur mesele burada bırakılırsa. Tekel yayınevlerinin, çok satanların mekanizmasını, kahırlanmak, kınamak, lanetlemek ve sinik bir tutumla sineye çekmek kabullenilemez.
     Bu mekanizma ezilenleri, ötekileştirilenleri, sosyalistleri ve gadre uğrayanları külliyen dışlıyorsa tam da orada doğru alternatifler üretilebilir. Tüm ezilenlerin ve geniş anlamda emekçi solun sayısal bakiyesi milyonları buluyor. İlerici, sol, sosyalist yayınevlerinden çıkan eserleri öncelikle buralarda dağıtmak, dostların, tanıdıkların kitapçılarına, dükkânlarına bırakmak, dahası tavsiye etmek okutmak bir yoldur. Meslek odalarından sendikalara, yöre derneklerine dek bir  bir çok imkân bu kapsamda etkin olarak değerlendirilebilecek yol ve yöntemler buluna bilir.
     Bunun yanı sıra, gerçek anlamda aydınlanmanın muhatabı olan, entelektüel estetik-teorik bakımlardan kendisini gerçekleştirme doğal göreviyle yüz yüze gelen bizlerin iç bünyelerinde yapabilecekleri var. Ülkenin her şehrinde olanaklı bütün ilçelerinde sosyalist yayınevlerinin ürünlerini kitapçılardan markete mümkün olabilecek her yere ulaştırmak, festivalleri, etkinlikleri bu kitapları okurla buluşturmanın aracı kılmak, dahası bununla yetinmeyip kapı, kapı halka, özellikle de gençlere kitap/ışık taşımak mümkün. Burada ana halka bu işi herkesin sahiplenmesi, üstlenmesi oluyor. Erinmek, başkasından beklemek, nasılsa yapılıyordur kolaycılığına düşmek de en büyük sorun haline geliyor. Karar vermek, girişmek ve koparıp almak.  Hem de büyük bir tutkuyla bunu gerçekleştirmek!
      Her ileri sıçrama veya devrimci yükseliş, aynı zamanda ona paralel ilerleyen bir toplumsal aydınlanma dönemiyle iç içedir. Daha hızlı koşmanın, aydınlık bir zihin ve kalple, ezilenler için her zamankinden fazla emek harcamanın gerektiği bir dönemde toplumcu aydınlanma perspektifini diri tutmak ihmal edilemez görevlerimiz arasında olmalıdır.