Siyaset sahnesinin şenlenmesiyle birlikte, içi hizmet aşkıyla dolu memleket sevdalıları sıkı bir yarışın içinde buluveriyorlardı kendilerini.
Evet…
Seçim zamanıydı ve memleket hizmet bekliyordu.
Aday adaylarının ilk sıralarda aday olabilme noktasında, sadece ve sadece memleket sevgisi için atan yüreklerini zapt edememenin coşkun hissiyatında; herkesin herkesle aynı anda dost ve yine aynı anda düşman olabilme yeteneklerini sergileyecekleri zaman diliminin sonlarına doğru geliniyordu.
Eğitim, tarih, bilgi birikimi, vicdani vebal, anlayacağınız liyakat ve ciddiyet isteyen milletin vekili olma işine kendini layık gören aday adayı profillerimizin, yine kendilerince belirledikleri ve kendilerini de inandırdıkları  “hizmet için varım” fedakarlığının ağlatan hüznüyle karşı karşıya kalınıyordu, sandığa giden engebeli yollarda.
Bu düşünce o kadar asil ve insana özgüydü ki katiyen, “milletvekilliğine olta atar seçilirsem üstüne yatarım” düşüncesinin anlaşıldığı yargısı Niğde halkının aklından, gram dahi zaten geçmiyordu.
Kimsenin makamda…
Kimsenin ihalede…
Kimsenin ihtirasta…
Kimsenin ful kasko maaşta…
Kimsenin intikamda…
Kimsenin maddiyatta…
Kimsenin mühim insan olmakta…
Asla ve asla gözü yoktu…
Hedefe giden her yol mubah olsa da…
Asıl olan; “ bir şey olmak değil, bir şey yapmaktı”…
Hiçbir beklenti veya çıkar ilişkisi olmaksızın, karşılıksız olarak kendini memlekete feda etme sanatının bir icracısı olmak isteyen gönüllülerin…
Gönül borçlarını ödeyip hidayete erecekleri ilahi bir sanat oluyordu onlar için, siyaset sahnesi...
Hizmet için var olup;
Niğde için atan yüreklerinin gümbürtüsü eşliğinde,
Karşılıksız kendilerini adayacaklar…
Karşılıksız harcayacaklar…
Karşılıksız tüm benliklerini vereceklerdi…
Tek amaçları ilelebet hizmet olsa da…
Ufak bir sorunları vardı…
O da…
Karşılıksız çek çıkma ihtimallerinin…
Yüksekliğiydi…