Erkek egemen emperyalist kapitalist sistemde parçalanmış ruhu, örselenmiş gururu, sarsılmış özgüveniyle yaşamaya mahkûm edilen, tecavüze uğrayan, adının olup olmadığı sorgulanan kadınlarımız.
 
 
     Ülkemizde de sıkça duyulan “tecavüz” haberlerinin bir benzeri bu sefer Hindistan’dan geldi. Dünyadaki vicdanlı tüm yürekleri ayağa kaldıran “toplu tecavüz” olayının üzerinden henüz bir ay geçmişken benzer bir olayla bir kez daha insanlık yerlerde süründü. Başta Hindistanlı kadınlar olmak üzere tüm dünya kadınlarının ayağa kaldıran, günlerce süren ve sürmekte olan sokak gösterilerine rağmen yine Hindistan da aynı şekilde bir yolcu otobüsünde bir genç kadın yedi kişinin tecavüzüne uğradı.
 
     Daha önceki iğrenç saldırı 16 Aralık‘ta 23 yaşındaki tıp öğrencisi bir genç kadın otobüste toplu tecavüze uğramış, demir çubuklarla ölesiye dövüldükten sonra otobüsten atılmış idi. Ağır yaralanan genç kadın tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirmiş, olay Hintli kadınların haftalarca devam eden sokak gösterileri düzenlemelerine yol açmıştı.
 
    Kadınlara yönelik şiddetin en yaygın olduğu ülke olan Hindistan’da her 20 dakikada bir kadının tecavüze maruz kaldığı söyleniyor; tabii resmi rakamlara göre... Hindistan’da geçtiğimiz yıl 256 bin 329 şiddet olayı meydana gelmiş. Bunlardan 229 bini kadına yönelik şiddet olaylarını oluşturuyor. Kadınların büyük bir bölümünün şikâyette bulunmadığı hesaplanarak gerçek rakamın bunun 4 katının üzerinde olduğu belirtiliyor.
 
      Tecavüze uğrayan kadınları dinlerken acı kelimelere dönüşür, imgelere karışır, bambaşka şeyler olurlar. Sizinle paylaşmayı, arkasından geniş topluluklarla paylaşmayı kabul edenler, sanki kendileri yaşamamış gibi, beyinlerinden kazıma istemi ile anlatırlar.
 
      Tecavüz tüm çağlarda ve özelliklede savaşlarda bir saldırı aracı olarak kullanıla gelmiştir. Sadece cinsel bir saldırı olarak değil, baskı ve teslim almayı hedefleyen bir işkence yöntemi olarak en etkili olacağını düşündükleri alçakça araçlardan birisidir. Bundandır kadınlara toplu tecavüz denildiğinde akla ilk gelen savaşlar olur. Çünkü savaşlarda kadınlar sadece eşini oğlunu kaybetmez. Savaş ganimetidir adeta, tecavüz edilir, öldürülür, ruhu paramparça edilmeye çalışılır.
 
      Buralarda salt cinsel bir saldırı değildir tecavüz, politik bir baskı ve teslim alma yöntemidir. Özsaygısını kaybettirme, kimliksizleştirme kişiliksizleştirme çabasıdır. Kadın şahsında bir toplumu bitirme amaçlanır. Tecavüz, her savaşta saldırganların kullandığı en etkili ve en derin iz bırakan silahtır.
 
      Bu kadar mı? Bir de bunun “resmi” olanı vardır. Erken yaşta evlendirilen, çeşitli toplumsal korku ve kaygılarla eşinden ayrılamayan ve “evlilik” etiketi altında yıllarca eşinin tecavüzüyle yaşamak zorunda kalan kadınlarımız...Adını koyamayan ve yok sayıldığına seyirci kalan kadınlarımız.
 
      “Her şeyi de getirip egemenlere, egemen ideolojiye bağlamayın tecavüzcüler basbayağı da sapıklık işte” itirazlarını sıkça duymuşumdur. Fakat gerçek de budur, kapitalist ideolojinin kendini tekrar tekrar üreterek sistemini nasıl meşrulaştırıldığına, erkek egemen ideolojinin ve cinsiyetçiliğin nasıl yeniden üretildiğine tanık olduğumuz şeylerden sadece biridir tecavüz. Kadın bedenini meta olarak algılayan zihniyetlerin bunu yeniden yeniden ürettiğine tek tek yaşanmışlıklarda tanık olmadık mı?
 
      Örneğin, Türkiye’deki N.Ç olayı. N.Ç davasının ahlaksız ve hukuksuzca bitirilmesine öfkemiz dinmemişken ardından otuzdört kişinin cinsel taciz ve tecavüzüne uğrayan 14 yaşındaki Ö.C davasıyla insanlık bir kez daha yerlerde sürünmedi mi? Kadın bedeni üzerinden tüm toplum hizaya getirilmek, tepkiler susturulmak  istenmedi mi?
 
     Öyleyse, tecavüze karşı mücadele nasıl sadece tecavüzcülere tepkiyle sınırlandırılabilir. Kapitalizmin yarattığı ahlaki çöküntü düşünüldüğünde, sistemin dönen çarklarından birine karşı mücadeleyi, sistemin kendisine karşı mücadeleden ve onu yeniden üreten zenginlerin ideolojisinden nasıl ayrıksı düşünebiliriz?!