Ülkenin birçok farklı noktasında yaşanan işçi ve emekçi ölümleri aslında  biz işçi ve emekçilerin yaşamasının “şans” olduğunu’ gösteriyor.
  
     İşçi ve emekçiler madenlerde, inşaatlarda, metal işlerinde her an onlarca kiloluk ağırlığın altında kalma, pres kapakları ile ezilme ihtimaliyle birlikte çalışıyorlar. Ya da “eğlence sektörü” gibi işkollarında hiçbir önlem alınmadan en tehlikeli işleri yapmak durumunda bırakılarak çalışmak zorunda kalıyorlar.
 
 
     Nisan ayı ilk günleri bir biri ardına gelen iş cinayeti haberleriyle başladı. Gebze’deki Marmara Geri Dönüşümcüler Sitesi’nde çalışan Ercan Şahinduran isimli işçi, montaj için gönderilen 500 kiloluk kurşun kalıpların üzerine düşmesi sonucu yaşamını yitirme3sinden tutunda, sanatçı Nilüfer'in, “Meme kanserinde erken tanı” konusunda farkındalık yaratılması amacıyla Ankara’daki MEB Şura Salonu'nda düzenleyeceği konser hazırlıkları sırasında afiş asmak için çatıya çıkarılan Kemal Ünlü’nün, sahneye düşmesine, Urfa’daki bir taş ocağında 20 metre yükseklikten dev kayaların iş makinalarının üzerine düşmesiyle kepçe operatörü Şefik Süleyman kardeşimizin iş makinasında sıkışarak feci şekilde can vermesi Mart ayında 50’yi bulan  iş cinayetlerinin Nisan ayında da artarak devam edeceğini,işçi ve emekçilerin tesadüfen yaşadıkları gerçekliğini bir kez daha acı bir şekilde gözler önüne sermiş oluyor.
 
      Ülkemizde geçtiğimiz 10 yılda yaklaşık 11 bin işçinin benzer cinayetlerde hayatını kaybetmesi yaşananların kaza değil seri cinayet olduğunu göstermektedir. Bu gerçekliğe rağmen iş cinayetlerini hala “takdiri ilahi” diyerek kadermiş gibi gösterenler gerçeği gizleyerek sorumluluktan kaçabileceklerini sanıyor iseler ancak kendilerini aldatırlar.Biz işçi ve emeekçileri değil. 
 
      Bizce gerçekler hiçbir tartışmaya yer vermeyecek kadar açıktır. Her geçen yıl artan iş cinayetleri, yaralanmalar, sakat kalmalar, ölümler işçilerin alın yazısı değildir. Aşırı kar hırsıyla;  güvencesiz, esnek ve kuralsız, taşeron çalışmayı yaygınlaştıran düzenleme ve uygulamalar iş cinayetlerinin temel sebebidir. Bu durumun doğal sonucu olarak iş cinayetlerinin çok büyük bölümü işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerini maliyet olarak gören taşeron firmalarda yaşanmaktadır.
 
      Taşeron çalıştırma sistamatiğini geliştiren siyasal iktidarlar  artmaya devam eden iş cinayetlerinin suç ortağı olduklarını bilmedirler.Ülkemizi İş “kaza”larında dünyada üçüncü Avrupa’da birinci sırada olması “başarısını” kimlere borçlu olduğumuzu  gayet iyi biliyoruz. Meclisteki sayısal üstünlüğüne dayanarak çıkarttığı “İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu”  ile iş cinayetlerinin adeta önünü açanlar yaşanan ölümlerden sonra timsah göz yaşlarıynla taziye dileklerinde bulunmaktan geri durmuyorlar.
 
      İş kazalarında sorumluluğu işverenin maaşını vererek istihdam ettiği “İş Sağlığı ve Güvenliği Uzmanının” üzerine yıkan bir kanunun yaptırımından ne beklene bileceği biz emekçiler tarafından acı deneyimlerle öğrenilmiştir. Oysa her iş cinayeti yazılarımda belirtiğim gibi “işçi cinayetleri” gerçekten önlemek isteniyorsa yapılacak olanlar çok basittir.
     Başta sendikal nedenlerle işten çıkarmalar, esnek, kuralsız, güvencesiz koşullarda çalıştırma yasaklanmalıdır. Sermayenin, taşeronların çıkarlarını değil işçi ve emekçinin sağlığını ve güvenliğini temel alan yasal düzenlemeler yapılmalı, çalışan sayısına bakılmaksızın bütün çalışanların bu düzenlemelerden faydalanması sağlanmalıdır.
 
    Tüm çalışanlara insan onuruna yakışır çalışma koşulları ve ücret verilmesi sağlanmalı, iş cinayetlerinin en başta gelen sebebi olan taşeron çalıştırmasistemine son verilmelidir.  Dün,bu gün,yarın ülkeyi yöneten siyasal iktidarlar  bu asgari koşulları yerine getirilmedikleri sürece yaşanmış, yaşanan ve yaşanacak olan tüm iş cinayetlerinin sorumluluğundan kendilerini kurtaramıyacaktır.