Kendisine büyük tuzaklar kurulduğu vehmine kapılan iktidar partisinin lideri, sözü sıklıkla Kuran’daki “En büyük tuzak Allah’ındır” ayetine getirmeyi adet haline getirdi. Artık iktidara karşı çıkan herkese bu ayet, bir tehdit gibi sallanıyor. Kuran’daki bir başka ayete atıfla söylersek, “dün insanları Allah’la kandıranlar, onları bu tür sözlerle emellerine alet edenler, bugün onları yine Allah ve cehennemle korkutuyorlar. Oysa bakın İslam’ın ortaya çıkış koşullarına göreceksiniz, kölelerin, kadınların, yoksulların Allah’ı “Rahman ve rahim, esirgeyen ve bağışlayandır”. Korku, zalimler içindir.
Devlet İslamcılığı, rant İslamcılığı, kendi sonunu hazırlıyor. Günbegün burnumuza dayanan bu siyaset tarzı, kendi başına hiçbir ikna ediciliğe sahip değil bu topraklarda. İktidar partisi liderinin, yakın arkadaşlarıyla beraber 28 Şubat döneminde gözünü kırpmadan hançerlediği ustası Erbakan dahi siyasi kariyeri boyunca dini bu kadar kullanmadı. Müslümanlara Müslümanlık taslayan, öğretmeye kalkan tutumların geri tepeceğini biliyordu.
Şu anda İslam, tam da 12 Eylül darbesi dönemindeki kadar araç sallaştırılmış durumda. İşin tuhafı AKP devlet dışı İslam’ı, Türkiye/Batı sahasında ya bitirdi ya kendine eklemledi; söylemlerine o cenahtan dişe dokunur bir itiraz gelmiyor. Bu yanıyla geleneksel politik İslam’ın devlet dışı damarı kurumuştur artık. Oradan Antikapitalist Müslümanlar gibi farklı ekollere referanslarda bulunan gruplar hariç ana akım İslam bütünüyle düzene eklemlenmiştir.
      Bahsettiğim ayet vasıtasıyla Allah’ı adeta mülk edinen iktidar partisi lideri kendisini tarihsel olarak Hz. Muhammed’le (SAV) aynı çizgiye yerleştirirken, muhaliflerini, Mekke’nin yok edilesi despot-zengin müşrikleriyle aynı kategoriye sokuyor.
Gerçeklik algısı tepetaklak bu demagojik sunumun asıl hedefi milyonlarca insanı mobilize etmek. Geriye kalanlar gözden çıkarılmış çoktan. Üstelik bu sunum, bir tür siyasal katl çağrısıdır.
Adliyeden üniversite idarecilerine dek bu tür konuşmalarla yön tayin eden menfaat İslamcısı bürokratlar, medya patronları, suyun başını tutan sermayedarlar nasıl davranır; tahmin etmek hiç zor değil. Onlarca yeni hapishanenin yapılması, medyadaki temizlik harekâtı, polisin teknik gücünün artırılması, halkın ihbarcılığa çağrılması, soğuk savaş döneminin bayağı-rezil iftira kampanyalarının tazelenmesi, bu konuda bir fikir oluşturmaya yeter. Hiçbir etik değer tanımayan, sadece alt etmeye kilitlenen koyu saldırı dalgası bekliyor diktatörlüğe karşı çıkanları.
İktidar durumu bir tür “şebeke” kurmak demek. Binlerce yılın deneyimiyle kurulan böyle bir iktidarda iki şey kaçınılmaz. Tarihsel süreklilikle hep kazananların yanında bulunarak ezenlere/egemenlere hayran olmak ve mutlaka Fouche’ler, Rasputinler barındırmak-beslemek ikisi de var bunlarda. Günün birinde, kof rantiyeci yapı yerle yeksan olduğunda bu durum çok daha iyi görülecektir. Egemenlerin dramı, ezilenlerin bayramı olacak o gün geldiğinde besleme Rasputin’lerin, Fouche’lerin durumu “ayazda kalmış itlerden” beter olacaktır.
       Beleme Rasputinlere göre zihinsel-ruhsal/moral sefalet ise hep sürecek. Şu sıralar bütün dertleri savaştan nemalanmak. Suriye’ye saldırılsın, Rojava Kürtleri bastırılsın, Kuzey Kürtleri beklentiye sokulduktan sonra karınları doyurulup taleplerinden caydırılsın, itiraz edenler hapsedilsin, rantları ebedi olsun.
İktidar partisi liderinin lafıyla söyleyeyim: “Kusura bakma”sınlar  okadar uzun boylu değil. Kürt halkı kültürel/moral devrimini yaşamış, Batı’da bin bir çeşit mücadele biçimi ardından Gezi Parkı direnişinde yer almış milyonların kendini yönetme iradesini gösterdikleri “Form” tipi örgütlülükler kölelik hukukunun sürmesine izin vermeyecektir.
Nedeni çok basit: Artık her ayrıntı yeni Gezilerin vesilesidir. Cihangir’deki gökkuşağı merdivenlerinin devlet grisine boyanması ile birlikte gösterilen eş zamanlı Türkiye sathına yayılan tepki bile bunu anlatmaya yeter. Belediyenin apar topar geri adımı, gökkuşağı renklerinin yeniden merdiven basamaklarında gülümsemesi şunu göstermeye yeter: Türkiye’de isyan ve ayaklanmalar için uzaklara bakmaya gerek yok. Büyük bir zindana dönüştürülen ülkemiz de en basit meseleler bile “bozkırı tutuşturur”; bu kadar basit. Hayatı ve özgürlüğü savunma mücadelesi, teorik olarak her tür savunmanın sona ermesiyle zafere ulaşacak bir sürece evrilmesi kaçınılmazdır.
Herkesten daha fazla “Müslüman”, herkesten daha çok “özgürlükçü”, herkesten çok “çevreci”; artık emekçi halkın karnı tok bu söylemlere.Artık çok net biliniyor. İktidar bu çıkar grupları koalisyonudur ve ilk ciddi tökezlemede çok büyük krizler yaşaması kaçınılmazdır. Bu sert üslupları, savaş-seferberlik psikolojisini topluma rağmen toplumsallaştırmaya çalışmaları, Gezi direnişini yok sayma veya küfürmüş gibi algılayan müthiş bir körlük.
Evet, Gezi direnişini ortaya çıkaran dinamiklerin tümü orta yerde duruyor. Yeni vesileler, durumlar, sürprizlerle bu dinamikler yeni “koçbaşı” olacak örgütlülüklerlesağlam zannettikleri kale kapılarına daha güçlü hamlelerle dövmeye başlayacaktır. Bu memlekette emekçi halkın hikâyesi böyle; kimse “kusura bakma”sın.