2013 Yılında emekçilerin kazanılmış haklarına yönelik geçmiş yıllardakinden daha fazla ve kapsamlı saldırılar olacağını, bu saldırılara yönelik emekçilerin lokal de olsa tepkiler vereceğini bundan önceki onlarca yazımıza konu etmiş idik. Geride bıraktığımız 2013 Ocak ayı verileri saldırılar yönünden de direnişler yönünden de öngörümü doğruladı. Taşeron çalışmanın yaygınlaştırılması, Kamu Personel Rejiminin esnek ve güvencesiz hale getirilme çalışmalarına start verilmesi, akaryakıt ve doğalgaz başta olmak başlayan zam sağmakları, iş cinayetlerinde ölümler vb. vb. Yine geçtiğimiz Ocak ayı içerisinde basına yansıyan veya yansımayan 45’ten fazla işçi ve emekçi direnişi yaşandı. Bunların bir kısmı, kararlı direnişler sonucu kazanımla sonuçlandı. Bir kısmı sürüyor, bazıları da hukuksal alanda devam ediyor.
 
       Saldırlar veçhelerini değiştirse de biz emekçiler tarafından biline biliyor. Asıl bilemediğimiz yani direnişleri ortaklaştırıp, birleştirme “işi”  bu günkü yazımızın konusu! Elbette hali hazırda yapılan direnişlerin önemli bir kısmını, taşerona bağlı çalışan işçiler oluşturuyor. Bazıları sendikalaşma, ücretlerinin ödenmemesi, hak gaspları, iş cinayetleri nedeniyle yaşanıyor. Zonguldak madenlerinde taşeronda çalışan işçilerin iş cinayetlerinden ölmesi sonucu düzenlenen mitingin kitlesel ve kararlı geçmesi, karayollarında çalışan işçilerin kitlesel Ankara yürüyüşü, taşeron sistemine karşı tek, tek direnişlerin zaman, zaman kitlesel karakter taşıdığını gösteriyor. Bugün birbirine yakın talepler ekseninde gelişen tekil direnişler serisinin yer, yer kitlesel işçi direnişlerini mayaladığını, birikim sağladığını bile bilmeliyiz.
 
     Çünkü işçiler, taşeron demenin; iş güvencesi olmadan, mesai ücreti ödenmeden gece gündüz çalışmak, düzenli bir maaş sisteminin, kıdem tazminatı, sigorta, sendika, toplu pazarlık sistemi, iş güvenliği ve işçi sağlığının olmadığı bir çalışma düzeni demek olduğunu yaşam pratiklerinden biliyorlar. Taşeron düzeninin nasıl bir canavar olduğunu, tek kaldıklarında kendilerini nasıl yuttuğunu yaşayarak öğreniyorlar.
 
      Burada temel sorun şudur; egemenler işçileri parçalara ayırarak bölüyor. Bu bölünmenin bir sonucu olarak, direnen işçilerin mücadelesi aynı fabrikada, hastanede, havzada çalışan işçilerin bütününü kapsayan ve harekete geçiren bir düzeye çekimlemlenmesinin nesnel koşulları zorlaşıyor. Örneğin, Ada Tersanesi işçileri ücretlerini alamadıkları için fabrika önünde bekliyor, vinç işgal ediyor fakat aynı tersane bünyesinde, havzada başka tersanelerde çalışan işçilerin aktif desteğini alamıyor. En azından örgütsüz, güvencesiz olması bu durumu engelliyor.
 
         Biz işçi ve emekçilerin temel güç dayanağı, sınıf dayanışması ve birleşik örgütlü mücadele olduğu net kavranıp,ait olduğumuz sınıfa da net bir şekilde anlatılmalıdır.Direniş yapan emekçilerin yanına her gittiğimiz de duyduğumuz “yarın da kalabalık gelecek misiniz?” söz ve beklentileri,  biz emekçilerin sınıf dayanışmasından aldığı güç ve enerjiyi göstermesi bakımından son derece anlamlıdır. Bu, hemen bütün direnişlerdeki işçilerin ve emekçilerin ortak duygusunu yansıtıyor.
 
       Biz emekçilerin kazandığı direnişlerin ağırlıklı olarak kararlı, işyeri işgali veya üretimi durdurmaya dayalı mücadele biçimlerini kullandıklarında kısa sürede sonuca gittiklerini görebiliyoruz. Demek ki, Teknopark işçileri gaz bombası, cop, dayak yemelerine rağmen kararlı durdular ve kazandılar. Şişe cam işçileri, işyeri işgali yaparak, makinelerin çıkışını durdurarak kazandılar. Ada Tersanesi işçileri, tersanede üretimi durduran vinç işgali yaparak kazandılar. Örnekleri geçmişe doğru çoğaltmak mümkündür. Lakin yazı yerimiz dar!
 
      Kıssadan hisse biz emekçilerin iradesiyle sınıf dayanışmasının çeşitli biçimleri birleşince egemenlerin hesabı bozan sonuçlar almak mümkün oluyor. Bu, sayısız direnişin örnekleriyle sabittir. Krizin genel koşulları ve sonuçları, biz emekçileri kendiliğinden militanlığına doğru zorluyor. İşte sınıf sendikal kadrolara da tam da burada görev düşüyor. Bu kendiliğinden “militan” duruşu tüm çevre çeperleriyle örgütlemek en geridekini de direnişin içine katacak yol ve yöntemleri bulup tek, tek direnişleri birleştirecek halkaları bulup, havzalara, bölgelere ve şehirlere yayacak genelleştirme perspektifiyle çalışmalarını yürütmesi gerekiyor.
 
       Biz sınıf sendikacısı kadrolar, bugünkü koşullar altında işçi ve emekçi hareketinde gelişmekte olan kendiliğinden militanlığın içinden bilinçli militanlığı örgütlemek için gecemizi gündüzümüze katarak çalışmalıyız. Bu çalışmalar sırasında özellikle dil ve üslubumuz hayati öneme sahiptir. İşçi ve emekçiye tepeden bakan, üstten konuşan bir tarzla yapılan çalışmalardan bu güne değin iyi bir sonuç alınmadığı hatırlanmalıdır.
 
        Unutmadan, verilen mücadelenin yapılan direnişlerin bugünkü temel ihtiyaçlarından biri de hangi düzeyde olursa olsun başlayan bir direnişin etrafında mücadele dinamikleri örgütleme, diğer işçi ve emekçi direnişleri arasında bağ kurulması veya eş güdüm sağlanması, yerel veya genel dayanışma inisiyatifleri oluşturarak hareket etmemiz mücadelenin ileri doğru adım atmasında önemli bir rol oynayabilir. Evet, emekçiler tekil direnişlerle güç ve öfke biriktiriyor. Şişe Cam, Ada Tersanesi, Zonguldak, Karayolları taşeron işçileri, Dev Sağlık-İş’e üye olan sağlık alanındaki taşeron işçiler vb. bu birikimi mayalıyorlar. Önümüzdeki süreç birleşik güçlü bir işçi ve emekçi mücadelesini yükseltebileceğimizin olanaklarını işaret ediyor. Bu işaretlerle yönümüzü belirleyip, emekçi kitlelere yüzümüzü dönersek egemenlerin, sermayedarların ve dahi onların emrindeki siyasal iktidarların saldırıları püskürtmemiz, geri adım attırmamız ve elbette ki yeni kazanımlar elde etmemiz işten bile değildir.