Emeğin, emekçinin  şairi Nazım Hikmet 112 yıl önce, 17 Ocak 1902′de Selanik’te bir paşa torunu olarak dünyaya gelmişti. Dedesi Nazım Paşa Mevlevi düşüncesine bağlı, aruz ölçüsüyle şiirler yazan bir devlet görevlisiydi. Babası, Galatasaray Lisesi mezunu bir dışişleri memuruydu. Annesi Celile Hanım piyano çalan, resim yapan aydın bir kişiydi.
       Nazım’ın çocukluğu; edebiyat, resim ve müzikle iç içe geçmiş olarak gelişiyordu. Öte yandan dünyayı anlamaya başladığı daha ilk gençlik günlerinde yıkılmakta olan bir imparatorluğun enkazı içinde buldu kendini ve bu duygular ona ilk şiirini yazdırdı.
       Bu şiir 11 yaşında yazdığı 7 dizelik “Feryad-ı Vatan”dır. 12 yaşındaysa 11 dizelik ”Bir Bahriyelinin Ağzından” şiiridir. Yurtseverlik duygusu yerleşmiştir Nazım’ın ruhuna. 1917-1919 Harbiye Mektebi günleri ve Hamidiye Kruvazörü’ne güverte subayı olur. Ağır bir zatürre geçirir, bu nedenle çürüğe çıkar ve askerlik hayatı biter. 1920-1921 yıllarında İstanbul işgal altındadır. Arkadaşı Vala Nureddin ile Anadolu’ya geçer. Ankara’dan Bolu’ya öğretmen olarak atanırlar.Sovyet devrimini yerinde görmek için Rusya ya giderler. 
       1924 yılında gizlice yurda döner, “Aydınlık” dergisinde çalışmaya başlar. İstanbul polisince izlendiğini anlar, İzmir’e gider ve bir basımevi kurar. 1925 Şubatı’nda Şeyh Sait İsyanı başlar ve Takrir-i Sükûn Kanunu yürürlüğe girer. Ankara İstiklal Mahkemesi gıyabında 15 yıl ceza verir. Nazım Hikmet için hasret günleri tekrar başlar, Sovyetler Birliği’ne gider. 1926 yılındaki aftan faydalanır ama yurda dönmesi biraz zaman alır. Bu arada 1928 yılında Batum’da sosyalizme ve geleceğe olan inancını anlattığı ilk şiir kitabı “Güneşi İçenlerin Türküsü” yayınlanır. 
        1929’da Türkiye’ye döner. “835 Satır” yayınlanır, Türk şiirinde yeni bir dönem başlar. Resmi tarihin Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’le 1940’larda başlattığı yeni şiir aslında Nazım Hikmet ile 1929 yılında başlar. Nazım Hikmet, şiirindeki bu yeniliği şöyle anlatır: “Beni hangi zorunluluklar bu yeni şekle getirdi? Şüphesiz ki, yeni ve hiç olmazsa o zamana kadar Türk şiirine girmemiş bir içeriği işlemek zorunda kalınca, yeni bir şekil aramak zorunda kaldım”. Neydi peki bu yeni içerik: İşçi sınıfı, yepyeni sevdalar, hümanizm ve tabii ki sosyalizm. 835 Satır’da; Salkım Söğüt,Makineleşmek, Açların Gözbebekleri vardır.
Nazım Hikmet emperyalizme ve sömürüye karşı duruşuyla da şiire yeni bir soluk getirmiştir. Leonardo de Vinci’nin ünlü tablosu Jakond ile Çinli devrimci genç Si-Ya-U arasındaki düşsel aşkı; Jakond ile Si-Ya-U destanında dile getirerek emperyalistlerin halklar üzerindeki oyunlarını anlatır. Bunları, “Varan 3″ ve “1+1= bir” adlı kitaplar izler.
        Moskova’da üniversite de birlikte okudukları Şevket Süreyya Aydemir, inançlarından ve savunduklarından vazgeçip Ankara’da Eğitim Bakanlığı’ndan önce lise müdürlüğü, sonra bir şube müdürlüğü alarak devletle uzlaşır. Yazılarında mücadele düşkünü arkadaşlarını başka başka adlarla eleştirir.
         “Sesini Kaybeden Şehir”i yayınlar. Bu kitapta en önemli şiirlerden biri de “Sesini Kaybeden Şehir”dir. Bu Türkiye’de bir grev için yazılan ilk şiirdir. Tramvay işçilerinin İstanbul‘da ki grevi konu edilmiştir. Ayrıca “Kerem Gibi”, “Sıradaki”, “Sıradakinin Ölümü” gibi şiirleri de vardır.
       İtalya ve Almanya’da faşist yönetimlerin göreve gelmesi, Türkiye’de de faşistlerin safında yer alan Peyami Safa gibi yazarların saldırılarını arttırmaları üzerine Nazım Hikmet Taranta-Babu’ya Mektuplar’ı yayınlar.
       Nazım Hikmet ilk uzun destan denemesi olan Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı’nı yazar. Anadolu’nun en önemli isyanı olan bu isyan, sömürüsüz ve sınıfsız bir düşü gerçekleştirmek için yola çıkan Bedreddin ve yoldaşlarının destanıdır.
        Artık Nazım Hikmet sistem için zararlı hale gelmiştir. Bir şekilde saf dışı edilmesi gereklidir. Tanımadığı askeri öğrencileri isyana teşvik suçlamasından iki ayrı davadan 35 yıl ceza alır. 28 yıl yatacaktır.
         Ülkemizin çeşitli cezaevlerinde 10 yılı aşkın bir süre kalan Nazım Hikmet burada yurdun zor koşullar altında yaşayan yoksul, yoksun, acılı kişileriyle dostluklar kurar ve onları yakından tanır. Bu tecrübeler ona “en büyük eserim” dediği “Memleketimden İnsan Manzaraları”nı yaratmasında yardımcı olur. Bu destanda ülkedeki insanları ve yaşanan işsizlik, baskılar ve sömürüyü anlatır.
        Tarih 8 Nisan 1950… Türkiye cezaevlerindeki ilk açlık grevi eylemini başlatır. Rahatsızlanır doktorların isteğiyle ara verir. Bu arada Türkiye’de ve dünyada Nazım Hikmet için imza kampanyaları başlatılır. Türkiye artık “çok partili” sisteme geçmiştir ama bu da Nazım’ın cezaevinden çıkmasını sağlamaz. Tekrar açlık grevine başlar. Yurtiçi ve yurtdışından gelen baskılar sonucu Demokrat Parti sadece Nazım Hikmet için af çıkarmak işine gelmediği için genel af ilan eder ve Nazım da serbest kalır. 
        Nazım Hikmet hapisten çıkar, ama polisçe sürekli izlenir. Demokrat Parti Hükümeti askerlikten çürüğe ayrılmış olmasına rağmen askere almak için uğraşmaya başlar. Bu yüzden Nazım Hikmet yurtdışına çıkmak zorunda kalır. 3 haziran 1963 öldüğünde çok sevdiği yurdundan uzaklardadır..
        Vasiyeti halen evrensel bir manifesto aynı zamanda tarihsel bir yükümlülüğün adı olarak belleklerimizdedir.