Eğitimin geneli ile ilgili çok önemli gelişmeler oluyor. Bu yüzden ayrıntılar gözden kaçıyor. Örneğin sıkıntı, sadece devlet okullarında mı var? Özeller de her şey güllük gülistanlık mı?..

Özel öğretim kurumlarında ciddi anlamda el değiştirmeler oluyor. Sektörle hiç alakası olmayan isimler, kuruluşlar, gruplar, fonlar eğitim işletmeciliğine soyundular. Amaçları eğitime ve çocuklara hizmet mi, sosyal sorumluluk mu, yoksa ticaret mi, hiç belli değil.
Onun da ötesinde, eğitim sektörü, gücü gücüne yetenin kıyasıya mücadele ettiği bir arenaya dönüştü. Üniversitelerin kurucuları bir bir dışlanıyor. Yerine yeni yönetimler geliyor. Bir gecede  pek çok öğretim kurumu el değiştiriyor. Adı sanı bile ortada kalmayabiliyor.
Bu yazdıklarıma yönelik onlarca örnek sayabiliriz. Ama isimlendirip hiç kimsenin kafasını bulandırmak istemiyoruz. Sadece ve sadece, okulöncesinden üniversiteye kadar çocuğunuzu teslim edeceğiniz kurumları çok yakından inceleyin ve ona göre karar verin...

Eğitim sektöründen para kazanılmaz mı? Elbette kazanılır ve kazanılmalıdır. Ayrıca kazanılmalı ki, yeni yatırımlar yapılsın. Ama bir bakıyorsunuz, birkaç yılda, okulöncesinden ilköğretime onlarca okul açan ya da açmayı planlayanlar var. Niye? Çünkü, çok kârlı bir sektör. Özellikle genç anne babalar, yemeyip içmeyip çocuklarını kreşe, anaokuluna, kolejlere gönderiyor. Bu yüzdendir ki,anaokulu ücreti bile üniversite ücretlerini ikiye, üçe katladı.

Neymiş, İngilizce öğretiyorlarmış; neymiş, dünyanın en gelişmiş eğitim metotlarını uyguluyorlarmış!..

Eğitim hiç bu kadar ticari meta haline gelmemişti. Veliler, hiç bu kadar istismar edilmemişti. Ve bu gidişat kesinlikle iyi bir gidişat değil!..

Lisans ve doktora programları
Eğitimin çivisi çıktı dedik ya, kesinlikle abartılı değil. Dünyanın hiçbir yerinde yeni kurulan ya da birkaç yıllık geçmişi olan üniversitelere yüksek lisans ve doktora eğitimi için izin verilmez. Hele hele mezun vermeden bu mümkün değil. Ama bizim üniversitelerimiz öylesine güçlüler ki, YÖKhemen hepsine bu izni veriyor. Helal olsun! Onlara da YÖK’e de...

Unvanları itibarsızlaştırma konusunda üzerimize yok. Önce üniversite diplomalarını ve doktor, mühendis, öğretmen, iktisatçı, işletmeci, sosyolog, psikolog, antropolog gibi unvanları sıradanlaştırdık, şimdi sıra doktor, doçent ve profesörlere geldi.
Doğramacı zamanında, profesör sayısı, bir gecede iki katına çıkartılmıştı. Akademisyen kökenli sanatçıların hemen hepsi, doktoraları bile olmasa profesör ilan edilmişlerdi. Hatta içlerinde üniversite mezunu olmayanların bile olduğu iddia edilmişti.

Şimdi yapılan da ondan farklı değil. Akademik unvanlar âdete ulufe gibi dağıtılıyor. Ve başta YÖK ve MEB olmak üzere herkes olup bitenleri sadece izliyor.
Yüksek lisans ve doktora, bir üniversitenin olgunluk döneminde gerçekleştirdiği en üst eğitim düzeyidir. Yurtdışında üniversitelerin iyi olup olmadığına, doktora eğitimi verip vermediğine bakarak karar verilir. Ama o noktaya gelmek için de çok önemli çabalar ortaya koyarlar. Bizde ise tam tersi, YÖK’ten adamını buldu mu, izni kapıyorsunuz.

Bir ara bir ilan vardı, daha yeni açılmış bir üniversite koca koca başlıklara, şu şu alanlarda doktora öğrencisi alınacak diyordu.

Karşısında da minik minik yıldızlar ve en altında, okunamayacak kadar küçük  bir dipnot: YÖK’ten izin alındığı takdirde...

Yani daha izin almadan pazarlamaya başlıyor, öğrenci alıyor, ardında da YÖK’ün izni geliyor.

Böyle bir eğitim düzeninin çivisi çıkmamış da ne olmuştur!..

Bu saçmalığa son verilsin
4+4+4 gibi ne olduğu belli olmayan ucube bir sistemi dayatmakta kararlı olan MEB, üç maymunu oynamaya devam ediyor. On binlerce velinin kafası karma karışık. Sadece onların mı, rapor verecek doktorun da, il, ilçe ve okul müdürlerinin de bu konuda söyleyecek sözü yok. Çünkü Ankara’dan talimat bekliyorlar. Ama o talimatı verecek olanlar da ortada yok. Olsalar, veliler şu tablo ile karşı karşıya kalırlar mıydı:

“Kızım 31 Mart 2007 doğumlu ve 1 gün farkla yeni kanundan etkilendi. Bu sene devletimiz okula başlamasını şart koşuyor.
Bunun istisnası olarak da devlet veya üniversite hastanelerinden rapor alınması gerekiyor. Ancak hastaneler, hangi kriterlere göre çocuklara okula başlaması uygun değil diye rapor verecek  belli değil.

İki defadır çocuğumu muayene ettiriyorum. Boy ve ağırlık olarak ortalamanın altında çıkıyor. Ancak doktorlar, hangi seviyenin altında olursa, bu rapor verilebilir bilemedikleri için, bir rapor yazmaktan çekiniyorlar. İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne soruyorum, haklısınız bu belirlenmedi, diyorlar.

Yeni eğitim yasası ile 10 yaşında çocukları imam hatip lisesine almakla ilgili hükümetin kendi açısından önceliklerini ve acelesini anlıyorum. Ancak 5,5 yaşında ufacık çocuklarımızın hayatını karartmayacak ve hastane hastane koşmamıza gerek kalmayacak şekilde de yapılamaz mıydı?..”

Özetin özeti: MEB=Çözümsüzlük değil, MEB=Çözüm olmalıdır.