DOLAR ALDI BAŞINI GİDİYOR, ÜLKEMİZ “KIRILGANLIK” LİSTELERİNDE ÜST SIRALARA YÜKSELİYOR!
 
     Gündemin tozundan dumanından, yakıcı dayatmalarından bir an olsun başımızı kaldırıp ülke ekonomisinde neler olup bitmekte diye dikkatlerimizi “ekonomik verilere” yoğunlaştırdığımıza görünen manzara sınırlarımızdaki manzara kadar iç karartıcı.

       Tüm verilerde ülkemiz ekonomisinin potansiyel büyüme hızının düşmekte olduğunu gözlemliyoruz. Tüm zorlamalarla milyonlarca emekçinin kırıntı denebilecek sosyal haklarının gaspına rağmen sermaye birikim oranı yüzde 20 dolaylarında tıkandığını söyleye biliriz. Burjuva iktisatçılarının “Orta gelir tuzağı” söylemi, ülkemiz için geçersiz olduğu tüm çıplaklığı ile gözler önüne serilmekte. Kapitalistlerin semirilmesinin yegâne anahtarı hâlâ sermaye birikimindedir. Bu yatırım ve sömürme temposu, dinamik bir ekonomi için yetersizdir.

        Yetersiz yatırımlar ile daha düşük ulusal tasarrufların birlikte gerçekleşmesi, kronik dış borçlanmanın artmasına yol açar. Ülkemiz bu durumdadır; dolayısıyla durgunluk ile yapısal dış bağımlılığı birlikte gerçekleştiren sağlıksız bir “sentez” içindedir.

       Bu durumda ekonominin bugünden yarına, kısa vadeli büyüme temposu, hemen hemen tamamen dış kaynaklara bağımlıdır. Nitekim son altı ayda büyüme hızındaki düşme, büyük ölçüde toplam sermaye girişlerinin gerilemesinden kaynaklanmıştır. 2014’ün yüzde 3 civarında bir büyüme ile tamamlanması kötünün iyisi olarak şimdiden vaaz edilmektedir.
Sermaye hareketlerinin yakın geleceği, hem dünya, hem Türkiye açısından belirsizdir.

Avrupa 
      Merkez Bankası’nın likidite pompalaması, Türkiye’ye de “sıcak para” biçiminde taşabilir. Ne var ki siyaseti ve ekonomisi ile Ortadoğu bataklığına fazlasıyla bulaşmış bir Türkiye, spekülatif finans için dahi çekici olmaktan çıkabilir. Yani bu güne kadar can simitti olan yabancı sermaye girişleri bundan böyle artarak istikrarsız ve spekülatif olacaktır.

       Yabancı sermaye girişlerinin önemli bir bölümü spekülatif, sıcak para öğelerinden oluşmaktadır. AKP’nin ilk beş yılında sıcak para, toplam sermaye girişinin yüzde 23’ünü oluşturuyordu, 2008-2013 içindeyse tam iki misli artmış, yüzde 46’ya ulaşmıştır. Benzer bir saptamayı stoklar üzerinden de yapabiliyoruz: Türkiye’nin 653 milyar dolarlık brüt dış yükümlülüklerinin kısa vadeli, “sıcak” öğeleri Haziran 2014’te 272 milyar dolardır; toplamın yüzde 42’sidir. Altı yıl önce bu oran, yüzde 23 idi. Bu oranlar, ekonomiden “ani çıkış” yapabilecek yabancı sermayenin göreli ağırlığını vermektedir.

        Yine ekonomik verilere baktığımızda, hızla artan, 400 milyar dolara yaklaşan dış borçların dayanılmaz ağırlığını görüyoruz. 2007-2013 arasında dış borçların yıllık ortalama artış oranı yüzde 7,6’dır. Aynı dönem içinde dolarla milli gelir ortalama yüzde 4 büyümüştür. Yani borç alınarak büyüme sağlanmıştır.

       Verileri incelediğimizde dış borç toplamında kısa vadeli borçların payının 2007’den bu yana aşağı yukarı iki misli artmış olmasıyla ilgili olduğunu görürüz.  Bu soru önemlidir; zira uluslararası ortamın bozulduğu dönemlerde önem taşıyan dış yükümlülükler, kısa vadeli olanlardır.

       Tüm veriler burjuva iktisatçısı gözüyle incelense dahi kırılgan ekonomiler listesinde neden üst sıralara yükseldiğimiz gizlenemez. Uluslar arası kapitalin, “işler karışırsa paramı çıkartabilir miyim; alacağımı toplayabilir miyim?” soruları ile bağlantılı “kırılganlık” durumu da ayrı bir yazı konumuzdur. Yalınız şu kadarını belirteyim, kısa vadeli dış yükümlülüklerin Merkez Bankası döviz rezervlerine oranı tersine iki katını geçmiş durumda.   
 
       Dış bağımlılık, düşen büyüme hızları, orta vadede de durgunlaşma, artan işsizlik oranları = yüksek kırılganlık… Bunlar teker teker, hatta hep birlikte siyasal iktidarı sarsacak ekonomik etkenler değildir. Neden? Geniş halk yığınlarında kendine sınıf olma bilinci cılız ve güçsüzdür. Hatta olanların bile sınıf bilinci aşınmıştır.

       Siyasi iktidarı sarsabilecek, ilerici, anti-faşist bir toplumsal muhalefet,  ağır bir kriz beklentisinin rehaveti içinde geliştirilemez.  Tam aksine, sözünü ettiğim kendine sınıf olma bilincini geliştiren, sistemi kökten sorgulayan ve kapitalizmi yıkmayı hedefleyen uzun vadeli bir mücadele platformuna işlerlik kazandırarak hayatın her alanına nüfuz etmek gerekir.