Çığırtkanlar yakın geçmişte koro halinde genel akım medya aracılığıyla “sayın başbakanın” suikastlarla kurban edileceğini söylüyorlardı. Şimdilerde ise “sayın başbakanın” yanlış kişilerce yanlış bilgilendirildiği için huyunun değiştiği anlatılıyor. Kış mevsiminin kurak geçmesinin “vaiz lobisi” bedduası nedeniyle olduğunu bilmeyen yok. “Alo Fatih hattı” açık. Yeni tape” ve görüntü kayıtlarının servis edilmek üzere olduğu konuşuluyor.
     Başlıkta belirttiğim gibi çığırtkanlıkta sınır yok! Camide içki içildiği palavrası patladığı halde aynı yalanı yineliyorlar. Kabataş’ta 70 çıplak saldırganın dayağı iddiası tamamen çöktü, fakat “sayın başbakan” “Adli Tıp raporunu nerenize koyacaksınız?” diye haykırıyor, “Neden yalan söylediniz?” diyenlere. “Nerenize koyacaksınız?”  diye soruyor.Soruyor ki çığırtkanlar kuvvet alsın.
     Nitekim alıyorlar da. Hani selvi boylu, kuğu boyunlu, pek zarif bir eski bakan vardı, iftiralar hasebiyle istifa etmişti. Tapelerden anlaşıldığı kadarıyla, 1 Mayıs’ı ezilenlere zehir etmekten yılmayan bu zat, dolandırıcılıktan hapiste bulunan biriyle konuşurken, “Hakkında soruşturma yok, varsa ben de senin önüne yatarım” diyor. Anlayan anlıyor değil mi? “Önüne”
     Vatan, millet, devlet, din sevdalısı olduğunu söyleyenlerin makyajsız hallerinin ne kadar çirkin olduğunu bir defa daha görüyoruz. Sonu kestirilemeyen buhran dönemlerinin karakteristiği, toplu ve hızlı çürümedir. Tarihin şimdiki zamanı buna işaret ediyor.
      Eğlenceli haberler de yok değil. Şehzade Mustafa “Muhteşem Yüzyıl”da boğdurulunca bir vatandaş, elinde dilekçesi soluğu savcılıkta almış. Kanuni, Hürrem ve Rüstem Paşa’dan davacı. Adreslerinin Topkapı olduğunu belirttiği üç şüphelinin şehzadeyi boğdurttuğunu belirtip, arşivlerin açılmasını, şehzadeye otopsi yapılmasını ve itibarının iadesini talep etmiş. Normal. Okullarda öğrendiğimiz ecdadın hikâyesi Kara Murat ve Battal Gazi olunca, haliyle insanın nefsine dokunuyor, ecdadına yakıştıramıyor böyle kötü işleri. Günün birinde, bugünkü iktidar partisi yetkilileri hakkında da yolsuzlukları nedeniyle yargılanmaları dilekçeleri verilecek mi acaba?
      Mümkün. Çünkü perde yırtıldı. Gezi dirnişnden bu yana iktidarın esip üfürmelerinin korkutuculuğu kalmadı. Gezi’nin “öğrettiği” tam da bu korkulardan sıyrılma halini kitleselleştirmesinde yatıyordu. Direniş, bu iktidarın zirvelerden inişini hazırlayan bir katalizördü. Etkisi zamanla daha derinlere inecektir. İktidarın yaldızları, asıl Gezi direnişi günlerinde döküldü.
       İktidarın önünde iki yol vardı: Direnişe kulak vermek, kendini o doğrultuda reorganize etmek veya ceberutlaşmak. İki halde de yenileceklerini anlamışlardı. Demagoji yeteneklerine, manipülasyon araçlarının fazlalığına, “Alo Fatih” hatlarına, dini çıkarlarına alet etme becerilerine çok güveniyorlardı; ikinci yolu tercih ettiler.
      Üzerinden daha bir yıl bile geçmeden Gezi’nin açtığı yaranın ölümcüllüğü belirginleşti. Gezi’nin vurduğu aslanpençesi, ava çıkanı avladı! Artık inandırıcılıklarını yitirmiş durumdalar. Eleştiriye tahammülsüzlükleri, insanların işlerini ellerinden alma tehditleri, servet biriktirmeleri, kul hakkı yemeleri, mağduriyet acındırmalarının işe yaramamasının asıl sebebi. Saltanatlarını sürdürme, ihale kollama, satın alma dışında hedefleri yok.
      Çaptan ve gözden düşüyorlar. Ilımlı İslam projeleri gözden düştü. Yeni Muaviye-Mervan ve Yezid’lerle idare edilemeyecek bir dünyada yaşadığımızı ABD bile AK Partiden evvel anladı ve şimdi buna göre konumlanıyor.
      Hizmet Grubunun, kendi çıkarları uğruna gemileri yakması ve huruç hareketi başlatması, AK Partide geçici bir kenetlenme meydana getirdi. Ancak iki gücün savaşı ikisini de zayıflatıyor. AK Partisinin HSYK’dan vali atama hamlesine dek bütün uygulamaları Bizans-Osmanlı devlet geleneklerine uygun şekillenen yönetişim tarzını alt üst ediyor. Hiçbir gücün bu denli ben merkezli düzenleme yapmasını kabul etmeyen bir yönetim geleneğinin hâkim olduğunu bilenler gelişmeleri tenis maçı izlercesine bir oyana bir buyana bakarak izliyor.
        Her siyasal iktidar çalıp çırpıyordu, emek düşmanı politikaları uyguluyordu; bunlar ülkemizin iktidarlarının rutinidir. Ancak bir iktidarın çalıp çırpmaları devlet bloğunun diğer odaklarınca dile dolanıyor, belgeleri ortaya çıkarılıyorsa, o iktidarın kurban vermesi adeta kaçınılmaz hale gelir. Tasfiye, mahkeme, yüce divan süreçleri birer kurban ediş törenini andırır. Yakın geçmişte örnekleri var. Mevcut iktidarın benzer bir akıbetin beklemesi şaşırtıcı olmaz.
       Asabilikleri, çığırtkanlarının akılları zorlayacak sürmanşet senaryoları biraz da bu korkuyla ilgili. Yüksek dozajlı bu çığırtkanlıklar ve İzmir’in Urla’sında yaşanan provokatif saldırganlıklar, çaresizliğin dışa vurumudur. Sözün özü özeti “yolcudur Abbas bağlasan durmaz.”