CHP’nin İstanbul, Ankara, Hatay gibi “çekişmeli” illerdeki adaylarını, geçen ayın 22’sindeki PM toplantısında resmileştirmişti. İstanbul’da Mustafa Sarıgül, Ankara’da Mansur Yavaş, Hatay’da Lütfi Savaş gibi sağcı adayları tercih etti CHP. Tercih etti etmesine de bir tartışmadır aldı yürüdü. ”CHP sağcılaşıyor mu?”, “CHP sağa mı kayıyor?”, “CHP de sağa açılma” vb. vb.
      Kanaatimce ne o, ne bu. CHP aslına rücu ediyor. Nasıl mı? Dilim döndüğünce izah etmeye çalışayım. 30 Mart yerel seçimlerinde ve gelecek cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde CHP “merkez sağ parti” boşluğunu doldurmaya adaydır.
      CHP, TÜSİAD-MÜSİAD, TUSKON-MÜSİAD, ABD-AB ile AK Partisi iktidarı, Gülen cemaatiyle AK Partisi iktidarı arasındaki çelişki ve çatışmaların zeminine yerleşmeye çalışıyor ya da daha açık biçimde söylersem, ABD/AB emperyalizmine, banka tekellerine, TÜSİAD oligarşisine “Size AKP’den daha iyi hizmet ederim” diyor. Böylece AK Partisinin politik İslamcı söylemlere yaslanmasıyla ortaya çıkan merkez sağ parti boşluğunu doldurmaya aday oluyor.
       Bugün merkez sağın yeniden örgütlenmesi hamlesinin başını çeken motor güç, Hizmet Grubu ve çevresidir.. ABD’nin tam saha desteği ile Özal çizgisini diriltmeye yöneliyorlar. CHP, hem dershane krizine yaklaşımında, hem de yolsuzluk skandalında Hizmet Grubuna göz kırptı. Adaylarını “cemaatle ittifak” olasılığını gözeterek belirledi. Olanaksız mı? 1999 seçimlerinde Hizmetin DSP’yi desteklediği unutulmasın.
      CHP, İstanbul’da Gürsel Tekin gibi bir zengin solcusunu dahi aday gösteremedi. Tipik sağcı-popülist neoliberal bir siyaset erbabı olan Sarıgül’ü aday gösterdi. Ankara’da Melih Gökçek’in karşısına çıkartacak aday bulamadı, Alevi tabanının itirazlarına da aldırmadan Mansur Yavaş adlı MHP’nin bile kabul etmediği birini aday gösterdi. Anımsatayım; 2009 yerel seçimlerinde Ankaralı Beyaz Türklerin hatırı sayılır bir kısmı, kitle halinde il genel meclisinde CHP’ye, başkanlık için ise Mansur Yavaş’a oy vermişlerdi. Yani, CHP tabanının en varsıl kesimleri, kendi adaylarını (Murat Karayalçın) beğenmemiş, MHP adayına oy vermişlerdi. Bu gün CHP’yi şekillendiren ve aslına rücu ettirende yine onlardır. AK Partisinin savaş politikalarıyla mahvettiği Hatay’da CHP, bula ula AK Partili mevcut belediye Başkanı Lütfi Savaş’ı bulmasının temelinde de bu vardır.
       Özcesi CHP, 30 Mart seçimlerinde AK Partisinin sağ-muhafazakâr programının, rantçı-neoliberal belediyeciliğinin (AK Belediyecilik) karşısına yine sağ muhafazakâr adaylarla ve rantçı-neoliberal belediyecilik “vaadiyle” çıkacak! Bugünkü AK Partisinin karşısına 2002′deki AK Partisini çıkartacak. Sosyal Demokrat bir çerçevede dahi “alternatif” bir kent önermesi, bir sosyal perspektif ortaya koymayacak. Neoliberal Topbaş’ın karşısına neolibaral Sarıgül’le; eski MHP’li Gökçek’in karşısına eski MHP’li Yavaş’la; AK Partili Sadullah Ergin’in karşısına eski AK Partili Lütfi Savaş’la çıkacak. Bu, sağın sağla yerel seçim rekabeti olacak.
      Umarım, ortaya çıkan bu tablo, CHP’nin bir “sol blokun” merkezi olabileceğini savunan ve bu yüzden de HDP’yi ayrı adaylar çıkartmamaya, CHP’yle ortaklaşmaya çağıran “Gezici” omuzdaşlarımızı artık ikna etmiştir.
      30 Mart yerel seçimlerinde sol, alternatif, demokratik-halkçı bir programa sahip görünen “Kendimizi de kentimizi de biz yöneteceğiz” iddiasıyla oryaya çıkan HDP den başka parti yok. Önümüzdeki Mahalli idareler seçimlerine sağ blokun (AKP-CHP-MHP) kendi içindeki rekabet damgasını vuracakmış gibi görünse de asıl rekabet bu sağ blokla “yerinden yönetimi ve sosyal-halkçı belediyeciliği” savunan HDP arasında gerçekleşecektir.
       CHP, bu seçimde, “AK Partisi gitsin de nasıl giderse gitsin, yerine kim gelirse gelsin” diyen çizginin partisidir. O yüzden Washington’dan icazet almaya çalışması normaldir. Cemaat mensuplarıyla kahvaltı, ABD Büyükelçisiyle öğle yemeği yemesi normaldir. “Dürüst, namuslu” bütün sağcıların davet edilmesi “doğaldır”. Düne kadar bir numaralı düşman olan cemaatin Sarıgül’e, Yavaş’a destek vermesi için girişimler “mantıklı”dır.
       CHP, iktidar uğruna, cemaatle MHP’lilerle, AK Partililerle kaynaşmayı mubah görerek, demokrasi ve özgürlük gibi bir önceliğinin olmadığını açıkça sergilemiştir. Uzun lafın kısası aslına rücu etmiştir.