Bir zamanlar çok dinlediğimiz
“Köye vardım, varmasaydım
Köyüm eski köyüm değil”
Şeklinde ifade edilen mısralar, Niğde’den başlayıp Nevşehir’e oradan Erzurum’a, Adıyaman’a, yukarıda Çorum’dan  Amasya’ya, Kocaeli’nden Yalova’ya, Bursa’dan Osmaniye’ye, Gümüşhane’den Sivas’a kısacası memleketimin köylerine, kasabalarına değişik  vesilelerle seyahat yapma imkanı bulunca daha bir anlam kazanıyor.
Hüzün dolu seyahatlerimin neşve veren tek yanı kaderini milletinin kaderine bağlamış “ Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isteyen; muhteşem bir maziyi daha muhteşem bir istikbale bağlayacak köprü olmak” idealindeki altın neslin sunma gayreti güttüğü ışık huzmeleri  oldu.
Ama bir de yüzleşme mecburiyetinde olunan hakikatler vardı:
İdeal sahibi olmayan şehirler, kimliksiz kentler, vizyonsuz, projesiz yönetimler, asli değerlerinden uzaklaşan nesiller…
Köyler ise tarımdan ve hayvancılıktan nasibini alamamanın verdiği çaresizlikle terk edilmişliği iç içe yaşıyordu.
Köylerimizde birkaç beli bükük yaşlı ve onları ziyaret için geldiği belli olan değişik illerin plakalarını taşıyan araçlardaki köy ile ters orantılı kıyafetlere sahip misafirler vardı. Hele bir köyümüzde Cuma namazı için gittiğim camide bir buçuk saflık cemaatin yarısı misafir idi.
Anadolu topraklarının lekesiz ve pak sesi Yavuz Bülent Bakiler ne acı dile getirir memleketin ahvalini şu mısralarında:
Ben Anadoluyum... 
Yıllar yılı susuz kaldım, yıllar yılı aç... 

Şükrederek, kalktığım sofralarımda 
Ya soğan ekmek olur, yahut bulamaç. 

Hastalarım ölüm yataklarında 
Ne doktor yüzü gördüm, ne ilaç. 

Zaman zaman nankör çıktı büyütüp okuttuğum, 
Gölge vermedi çok kere diktiğim ağaç... 

Devlet denince hep vergi geldi aklıma 
Jandarma deyince kırbaç... 

En gümrah ırmaklarım boşuna akıp gitti 
Üç beş adım ötesinde toprağım vardı kıraç. 

Gittim, yiğitçe döğüştüm gazâ meydanlarında 
Ne tak-ı zaferler istedim, ne taç... 

Savaşta çiğnetmedim hilâli düşmanlara 
Barışta düştü üstüme gölge gölge haç... 

Yolsuz, okulsuz köylerim, kasabalarım hâlâ 
Alın terine muhtaç... 

Ben Anadoluyum, acılı, mahzun; 
Bende bitmez tükenmez dert kulaç kulaç...
 
 
 
Evet, aslında söz üstadı yazılacakları yazmış ve Anadolu’yu en usta ressamdan daha net bir tablo ile karşımıza koymuştur.
Ama;
Memleket sevdası “sen-be” kavgasına kurban edilemez. Herkesin el ele vererek memleketimizi için fedakarlık yapması gerekmektedir.
 İç Anadolu, bir tarım ve hayvancılık merkezi olması gerekirken köylerin, vurdumduymazlığa terk edilerek göçe zorlanmış olması yetkililerimizin bu konuda çözüme yönelik projeler geliştirmesi gerektiğini göstermektedir.
Bu da ortak akılı hareketlendirmekle mümkün olur.
Öncelikle valiliklerin oluşturacağı bir “Düşünce masası” yaşanan şehir ile ilgili güzel bir fizibilite çalışması yapmalıdır.
Yine valiliklerden, belediyelere, kaymakamlıklara yerel yönetimlere kadar  bütün idari birimler, gönüllü hizmet erleri ile beyin fırtınası ekibi oluşturmalı ve memleketimizi için neler yapılabileceği masaya yatırılmalıdır.
Anadolu’nun güzellikleri ve imkanları yerel ve ulusal basında yer almalı, tanıtımı yapılıp bir cazibe merkezi oluşturulmalıdır.
Konu ile ilgili söylenecek çok söz olduğu muhakkaktır.
 Biz, meselenin ön sözünü yazmaya çalışıyoruz. Dileyen olursa kitabını da yazar basarız.
 Yeter ki  gaye, Yaşatma ideali dediğimiz Millete Vefa şuuruna  vakıf olsun.