6 Yıl önce 19 Ocak günü, şakulle ölç, İstanbul un tam orta yerinde arkasından kahpece vurularak öldürülen Hrant Dink’in yüz üstü boylu boyunca yatan cesedinin üzerine örtülen gazete ayakkabı tabanlarının deliklerini örtememişti! Ülkemiz bu çarpıcı görüntülerle bir kez daha Ermeni gerçekçiliğiyle karşı karşıya gelmiş, hor görülen, ötelenen ve ezilen bir halkın kurucusu olduğu AGOS gazetesiyle sesi olma mücadelesi veren bu güzel insanın ayakkabılarından yansıyan görüntülere gözlerimiz ve insanlık onurumuz takılıp kalmıştı.
 
      Yaşadığımız yüz yılda emekçi kitlelere karanlıkları yaşatanlara inat Hrant Dink gibi aydılar ölümleriyle bile karanlıkları aydınlatmaya, yolumuzu ışıtmaya ve karanlığın üzerinde ışık huzmeleri yaratmaya devam ediyorlar. Eve fakat bu ışık huzmelerimiz bir, bir yaşamdan koparılıp, elimizden alınacağa da benziyor. Bizler yeni birer Hrant olmadıkça; ışıklarımızı elimizden alanların üzerine öfkemizin ateşiyle yürümedikçe, karanlığı yayanlar karanlık yaymaya devam edecektir.
 
       Bir saymaya başlasak, bir, bir anlatmaya başlasak yitirdiklerimizi, resmi ya da gayri resmi olarak yazılan tarihin sayfaları kaldıramaz onların acısını taşımaya. Olmaz ya bir ağıt yakmaya başlasak dünya üzerinde hiç susmayan denilen “zalim Dehak Tanrılarının” Kavalara “yaktırdığı” ağıtlar bizimkisinin yansında “devede tüy” kalır!
 
       Olma ya, cumartesi annelerimizin gözyaşlarını biriktirmeyi “başarsak” dünyanı en büyük yapay baraj göleği su birikintisi yanında damla olarak kalır. Öyle büyük bir bedenimiz var ki bizim, öyle geniş öyle büyük ki koca deryalardan öte kocaman coğrafyalardan da öte, öyle ki bu dünyadaki mevcudiyetimiz sayısal varlığından fazla mermiyi bünyesinde barındırarak ölümsüzler kervanına katılıyor.
 
       Kan ile kutsanan rakamlarımız, sayılarımız var bizim… 15’lerimiz var adına türkü yakıp neden yakıldığını unutarak oynadığımız, peşi sıra 1915lerimiz var kan ile yıkanan ama hala “sözde” diye cümlelerle başlayan. İnat ve ısrarla yok ve hor görmelerimiz var,”deve kuşu” misali kuma kafa gömmelerimiz var.
 
      19’larımız var ki bir ile kanla yıkanan bir mezhebe plaka kodu olan 19’larımız var. 46’larımız var beş koca gün katliam yapılan, ana rahmindeki çocuklarımıza kızıl kanlara bürünmüş kefenler biçen şehre plaka kodu. Ardından gelen yiğitleri ateşiyle kavurarak harman eden 56’larımız var. Var ve var olmaya devam eden 19’larımız var ki en ayazında bu ülkenin açlığa yatırdıkları bedenleriyle ölümün uslu serinliğinde ülkenin dört bir yanında çoban ateşleri yakarak ayrıldılar aramızdan.
 
      Bu ne yaman acı birikintisi “say say” tükenmek bilmez. Evet, 33’lerimiz var bizim kuytuluk vadilerde yaylım ateşlerle kopartılanlarımız “kirvem hallerimi aynen böyle yaz” diye şiirler yazarak hatırladığımız, , 33 kurşunlu yürek, 33 akmayan kan pınarı, kan gölü olan dağlarda 33’lerimiz var…
 
     2011 son günlerinden kalan 34’lerimiz var bizim “ebabillerin” üzerine binen insan motifine bürünen “dehaklarca” katledilen kaçak çaycılarımız var, kaçak sigaracılarımız var, mazotçularımız var… 34 cihana kafa tutacak kadar kudretli ejderhaların zulmüne boyun eğmeyecek 34’lerimiz var.
 
     O bir çift delik ayakkabı ki, koca bir ülkenin üzerine tesis edildiği, gasp edilen zenginlikleri, gasp edilen yaşamları hatırlatarak bakanın, baktığını gören göz ün ve elbette her vicdanlı yüreğin donup kaldığı. Hrant, egemenlerin inkârını inkâr eden gerçekleri yaşamı boyunca yılmadan savunduğu ve söylediği için bugünün türedi tetikçileri tarafından “organize” edilen bir dümenle ateşi söndürülmek istendi.
 
      O bir çift delik ayakkabı ki, gasp edilen zenginliklerin sesi, kaybedilen kimliklerin cildi olduğu için “çocuk yaşta kendisinden katil imal edilen” zihniyetlerce katledildi.
     O bir çift delik ayakkabı ki, içerisine aldığı soğuk hava ile soluksuzlara soluk olduğu için, soluksuz, amansız, zamansız ve kimliksiz hava sahası yaratmak isteyenlerin kirli elleriyle tertemiz ciğerlerine kan kusturularak aramızdan alındı.
 
      “Su çatlağını buldu” misali o bir çift delik ayakkabı etrafında tüm yitirdiklerimiz Dersim oldu, Zilan oldu, Ağrı Laç oldu, Koçgiri oldu, Ekmekçiyan oldu, Ulucanlar oldu, Roboski oldu, Uğur oldu, Turan oldu, Bahriye oldu, Kemal oldu…..
 
     Binlerce, on binlerce, yüz binlerce, milyonlarca küllerine sevdalandığımız yürek Ocak ayının 19’unda soğuk bir kaldırım taşının üzerinde bir “Zümrüd-ü Anka” kuşu misali uzanan Hrant Dink oldu. Şimdi küllerinden doğan “Zümrüd-ü Anka” kuş sürüleri misali alanlara çıkma, hesap sorma ve “adalet” isteme zamanıdır.