Sovyet Rusya’nın Afganistan işgaline karşı Pakistan istihbaratı ve CIA aracılığıyla palazlandırılan Selefi Cihadcı grupların eğitim ve toplanma üssü olarak dizayn edilen Pakistan’ın Peşaver kenti günümüzün Şanlı Urfa Akçakale’sine çok benzemekte. Umar ve ümit ederim ki sonu/sonumuz Peşaver ve Pakistan’a benzemeye.  Kabul etmeliyiz ki, uluslararası emperyal güçlerin piyonları aracılığıyla gerçekleştirdikleri Suruç katliamının kökeninde Suriye de süren iç savaşa emperyalist müdahale gerçekliği var.

 

    Yine kabul edelim ki bu temel neden dışında verilmek istenen başkaca da mesajlar var!    Suruç bombalı katliamı hangi mesaj veya mesajları barındırıyor? Elbette sadece Kobane’ye, sadece Kürtlere ya da sadece Rojava devrimiyle dayanışma ruhuna yönelik değil bu mesaj... Kürdüyle Türküyle, Alevisiyle Sünnisiyle, LGBT’siyle çevrecisiyle, feministiyle aydınıyla... Türkiye’de hüküm süren kapitalist aç gözlülüğe ve faşist barbarlığa tepki duyan, muhalif olan herkese dönük bir mesajlar verilmek istendi.

 

      Şimdi aklınızı başınıza toplama zamanı!  Benim naçizane çözümlemem şu: Ülkemiz hızla Pakistan’ın içine düşürüldüğü duruma itilmekte. Hızla bir iç savaş girdabı içine çekiliyor! Ülkemizde neoliberal barbarlık biçiminde yeniden formatlanan tekçi ceberut devlet yapılanması ve işleyişine “muhalif” olan herkesin bundan böyle en masumane tepki ve tutumlar sırasında bile insanlık dışı bir terör ve vahşetin hedefi haline gelebileceğinin mesajını veriyor.

 

      Bu şiddet ve vahşet devlet güçlerinden gelebileceği gibi, devlet istihbaratının beslemesi IŞİD ya da Hizbullah gibi taşeron örgütler aracılığıyla da gelebilir. 1980 öncesinde devletin piyonu ÜGD’li beslemelerin oynadıkları aşağılık rolü bugün yerine göre IŞİD, yerine göre Hizbullah, yerine göre de “şekilsiz” linç grupları oynuyor. 

 

     Siyasi arenada Yalçın Akdoğan ve Efkan Ala’larda simgeleşen AKP zihniyetiyle 7 Haziran sonrası özünü yeniden bütün çıplaklığıyla kusmaya başlayan MHP (ve Hüda-Par gibiler) bu organizasyonun politik alandaki ideologları olarak öne çıkarken “havuz medyası” denilen paçavralar ise işin medya ayağını oluşturuyorlar. 

 

      Yeni başlamadı bu süreç. Özellikle 2010 sonrası hızını giderek artıran bir gidiş söz konusu. Onun için hiç kimse, Reyhanlı’da, HDP’nin Adana ve Mersin bürolarında, Diyarbakır mitinginde ve dün Suruç’ta patlayan bombaları 3-5 dinci fanatiğin işi olarak görme ahmaklığına ortak olmasın! 

 

     Bunların arkasında “mülk’ü” elinde bulunduranların parmağı olduğunu görmekle birlikte kimse bu yoklama saldırılarını gelip geçici ya da “kontrollü” tezgâhlar olarak yorumlama darlığına düşmesin. Akçakale ve Ceylanpınar’da yüz binlerce dönüm arazi (1 Milyon 111 bin hektar) üzerinde kurulu, Suriye sınıra paralel 60 km. bir hat üzerindeki TİGEM üretme çiftliklerine 2012 yılından bu yana hiçbir sivilin girmediği gerçekliğinden hareketle “kontrollü” ahmaklığına düşenler Pakistan olma yoluna taş döşediklerini bilmelidir.

 

      Kaçınılmaz olarak yaşananlar kapitalist emperyalist buhran süreçlerinin bir devamı. Bunun arkasında sadece Türkiye’nin içindeki ekonomik, siyasal, kültürel ve ideolojik saflaşmalar ve kutuplaşmalar yok. Bu gidişin nesnel zeminini oluşturan çelişkiler yumağı ağırlıklı olarak elbette Türkiye içinde. Ancak bunlar aynı zamanda bölgesel süreç ve gelişmelerle de fazlasıyla iç içe geçmiş durumda. “İç” ve “dış” kökenli olanlar karşılıklı olarak birbirlerini etkileyip derinleştirerek, üst üste binip yığışarak gitgide büyüyen ve hızlanan bir kartopu oluşturuyorlar. 

 

      Bu bütünlük içinde bugün kendini şimdilik “tekil” provokasyon girişimleri olarak gösteren saldırılar, gelecekte giderek genelleşip olağanlaşacak olanların haberini veriyor. Bugün “kontrollü” olarak tezgâhlananlar yarın “kontrol dışına çıkabilecek” gelişmeler ve süreçlerin ön adımı. Bugün Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç örneklerinde olduğu gibi daha çok Kürt illerinde ve Alevi nüfusun yoğun olduğu sınır kentlerinde patlayan bombaların yarın bir gün İzmir’in, İstanbul’un, Ankara’nın AVM’lerinde, sokaklarında, hatta camilerinde patlamayacağının hiçbir garantisi yok... 

 

       Dolayısıyla süreci ve gelişmeleri hala “Tayyip’in hırsı” ya da “AKP’nin çırpınışları” ile sınırlı görüp bunlarla “açıkladığını” zanneden her yaklaşım sadece bir kavrayış eksikliğini ve sığlığını yansıtmakla kalmıyor, bir an önce sıyrılınması gereken gaflet uykusunun sürmesine hizmet ediyor. Geçmiş yıllarda AKP hakkında hayaller yayan 2. Cumhuriyetçi liberallerin rolünü bugün bu sığ ve kafasız “Tayyip karşıtlığı” oynuyor. 

 

       Verilmek istenen açık mesaj karşısında çıkarımımız şu olmalıdır; Hangi etnik, dinsel, cinsel kimliğe sahip olursa olsun, hangi sınırlar içinde kalan bir “muhalif kimliğe” sahip olursa olsun bu ceberut düzene ve miadı  dolmuş iktidarına karşı olan bütün kesimler, aralarında güç ve eylem birliği yaparak, işçilerin, emekçilerin ve halkların kendisini korumasının koşullarını bir an önce örülmeye başlanmalıdır.