İçinde yaşamak zorunda bırakıldığımız bu azgın sömürü düzeni ideologlarınca her ne kadar güzel gösterilmeye çalışılsa da insanlığın her geçen gün artarak yaşadığı acılar tersini söylüyor.

         Öncelikle bu düzenin adını doğru koyalım. Adı Kapitalizmdir. Bitmek bilmeyen kâr hırsı onun doğasında vardır. Yasası gereği zenginliği bir avuç kapitalistin elinde toplarken kan, gözyaşı ve yoksulluğu çoğaltarak karşı cephede çoğaltır. Bir tarafta plazalar saraylar ve dahi Ak sarayları yükseltirken diğer tarafta yığınları mülksüzleştirerek sokaklarda yaşamayı dayatır.

         Yeşili, doğayı tahrip ederken yalnızca ve yalnızca kendi kar limitlerini artırmayı düşünür. Kapitalizmi ne kadar evcil, yaşanılır göstermeye çalışırlarsa çalışsınlar bu mümkün değildir. Kapitalist bir toplumda kavgalı olan uluslar değil çıkarları birbirine aykırı olan sınıflardır. Velidebağ da, Taksim Gezi Parkın da, Yırca da, Hewsel de çevre duyarlığı üzerinden gelişen mücadelenin özünde bu uzlaşmaz çelişki vardır.

         Nerede kamusal, insanların ücretsiz ve eşit olarak kullanabildiği bir yeşil alan varsa oraya yeni bir kâr ve rant kapısı olarak gören bu ekonomik sistem ile ona hizmet eden siyasetçileri ile karşı karşıya olduğumuzu unutmamalıyız. İstanbul-Gezi Parkı’nda, Diyarbakır-Hewsel Bahçeleri’nde, Edirne-1. Murat Mahallesi Çocuk Parkı’nda Yırca da ki zeytin ağaçlarına ve bir bütün olarak yeşil alanlara gözünü son olarak gözlerini Validebağ Korusu’na diktiler.

         Kendi saraylarını, plazalarını dikerken gösterdikleri cüreti hizmetinde oldukları sınıf içinde kararlılıkla gösteren AK Partisi iktidarı, Validebağ koruluğu içindeki ağaçları yok ederken cami bahanesinin arkasına sığınıyor. Validebağ’da halkın doğaya ve yaşam alanlarına sahip çıkmasına karşı kolluğa orantısız güç kullanması için göz yumuyor. Soma’da, Torunlar’da, Karaman’da daha fazla kar için insanlara kıyan, Kobanê’ye saldıran katliamcı IŞİD çetelerine sessiz kalan AK Parti iktidarı, Validebağ’da olduğu gibi haksızlığın olduğu her yerde demokratik haklarını kullanan insanlarımıza acımasızca saldırması artık şaşırmıyor.

         Validebağ, özelinde halkın inançlarını istismar edilerek rant kapıları zorlanırken Yırca da bahane termik santral olabiliyor. Bahaneleri ne olursa olsun temel amaçları sermayeye daha çok kar alanı açmaktır.

        Validebağ’da, Yırca da, maden havzalarında süren direnişler, tek bakıldığında bir biriyle alakasızmış gibi görünse de başta da belirttiğim üzere özü itibarıyla kapitalizmin tahribatına karşı yürütülen mücadelelerdir. Ranta ve yağmaya karşı doğayı, insanı koruma mücadelesidir.

        Ordu-Fatsa’da halkın siyanürlü altın arama çalışmalarına, Soma-Yırca’da köylülerin zeytin ağaçlarını imha eden termik santral çalışmalarına karşı yürüttüğü mücadeleler gibi Validebağ Direnişi de sermayenin doğa talanına karşı mücadele etmektedir. “Mesele üç beş ağaç meselesi değil” diyenler sorunun sınıfsal özünü bilerek bu söylemi dillendiriyor ve fakat kendi sonlarını geciktirseler de kaçınılmaz olanın gerçekleşeceğini bilerek canhıraş saldırmaktan geri durmuyorlar.

         Valdebağ’da, Yırca da yâda Ak saray diye adlandırılan 1000 odalı cumhurbaşkanlığı yerleşkesi gibi konuları tartışırken sınıfsal özünden kopuk tartışmalar veya eleştiriler kapitalist egemenin işini kolaylaştırır. Yok, temizliği nasıl yapılacak, bin odasında kim oturacak, bilmem şu kadar okul, hastane hatta futbol takımı alınırdı yollu eleştiriler de “devlet temsili yeti için ” şahsa değil makama yapıldı gibi savunmalarda emekçi kitlelerin gazını alma girişiminden başka hiçbir anlam teşkil etmez.

         Çevre sorunları da dâhil yaşadığımız tüm sıkıntıların kaynağında kapitalist emperyalizm olduğu gerçeğine vurgu yapılmaz ise ne Ak sarayın, ne Yırca da yaşananların, ne de Validebağ koruluk alanında olup bitenin ötesini göremeyiz.