Çok yazıldı “ ahde vefa” meselesi.
Dillere yer etti ama gönüllerde neşv-ü nema bulduğu tartışma götürür. Tabi neye nasıl vefa duyulacağı çok da detaylı aktarıldı mı ona da bakmak gerekiyor.
Ahde vefa!
 Yani, sözünde durmak, sadık kalmak, dürüst olmak...
Vefa; sevginin, dostluğun ve kardeşliğin bağrında yeti­şir. Bu yüzden sözlükte vefa kelimesi ile ilgili, “sevgi ve dostlukta sebat etmek” anlamını da görürüz.
 İnsanın ahdi- sözü- “yaratılış” ile başlamıştır. Kur’an bu konuyu pek çok ayetle tekrar tekrar gündeme getirir.  (Bakara,27- Al-i İmran, 76…)
Nitekim,  ahde vefanın imandan olduğunu belirten  Peygamber Efendimiz (s.a.v) de, ahde aykırı davranmayı nifak alametlerinden saymış­tır. (Buharî, Müslim) 
Vefa, düşman bile olsa verdiği sözden dönmemektir. Vefalı insan, dost-düşman herkesin güven ve emniyet duyduğu kimsedir. Onun karakterinde yalancılık, döneklik ve kalleşliğin izine rastlanmaz. En zor anlarda bile ahde vefalı davranır. 
Ülkücü Harekette,  “ahde vefa” geçmişte verilen mücadeleyi, mücadele edenlere karşı duyulan şükran hissini de akıllara getirmektedir.
Yaklaşım yersiz de değil. Ülkücü öyle olmalı. Geçmişine ve o geçmişi inşa edenlere karşı bir hürmet duygusu yaşatmalıdır yüreğinin derinliklerinde.
Hatta sadece o mücadele ve mücadeleyi ikame edenlere değil, itikat edilen değerlere sadakat ile bağlı nesiller yetiştirenlere de aynı sevgi aktarılabilmelidir yeni nesle.
Yetişip görevi devralanlar da “ne oldum delisi” tavrına girmeden, kendisine mana yükleyip maya katanları unutmamalıdır.
Nitekim ülkücü çizgi, kendi geleneğinin içinde bu anlayışı gizli bir sözleşme gibi diri tutmuş ve şuurlu bir aktarımı sağlamıştır.
Nihayet, Ülkücü Hareketin dünü “ahde vefa” adına tarihin altın sayfalarını süsleyecek kadar  muhteşem örneklerle doludur.
Çünkü onlar,  ülkücülüğü; dün bugün çizgisinde yarınlara ait bütün soruların cevabını ihtiva eden bir yaşam ve eylem  tarzı olarak gördüler.
Diyarlardan diyarlara koştular, sürgün yediler, ceza aldılar, yapa yalnız kaldılar, en yakınları tarafından terk edildiler, hapis yattılar, idam sehpalarında sallandılar; ödenecek ne kadar bedel varsa ödediler. Ama ahde vefasızlık etmediler.

Şaşırdı pek çok zaman pek çokları onlardaki; bu, onlara göre “inatçı” ülkücüye göre “imanlı ve kararlı” tutuma…
Sonra gülüp geçtiler, “Bunlar dünyadan bi haber.” Dediler ülkücülere.  Ülkücüler de onlara acıdı, “Keşke bilselerdi, anlasalardı” diye…
İşte dün vefalı davrananlar;  bu şuuru,  iman ettikleri dava adına hiç yüksünmeden, bir karşılık beklemeden, “desinler” basitliğine düşmeden, duruşunu ve mücadelesini kişilere göre değil de davasına olan inancına göre şekillendirdiler.
Günümüzde yaşananlar da yine ahde vefa şuuru ile aşılacaktır.
 Çünkü ülkünün de ülkenin de Türk milletinin de buna çok ihtiyacı var.
                Çünkü, Türk milletinin ülkücü hareketi,  “Sevgi, birlik, beraberlik, kardeşlik duyguları ve şuuru içinde, topyekûn tek bir kalp, tek bir yumruk olarak; her türlü emperyalizme, her türlü bölücülüğe, baskıcılığa, zorbalığa, haksızlığa, zulme, işkencelere karşı; el ele, omuz omuza, kafa kafaya, gönül, gönüle vereceği, tüm değerlerimizin merkezi , yegâne ümit kapısı olarak gördüğü unutulmamalıdır.

              Mümkün mü?
Elbette.
Yolu mu?
İman edilen davaya sadakat ve ahde vefa ile...