Ülkemiz yakın tarihi ne yazık ki birçok kanlı ve karanlık sayfayla dolu. Coğrafyamızda doğanın top yekûn uyanışını yani baharın gelişini müjdeleyen Mart ayı, aynı zamanda yakın geçmişimizdeki yaşanan insanlık dışı katliamların etkisiyle toplumsal belleğimizde “acılar, katliamlar ayı” olarak yer etmiştir. 16 Mart  Beyazıt ve Halepçe katliamları üzerlerinden on yıllar geçse dahi hala hafızalardaki tazeliğini korumaktadır.
      Tam 35 yıl önce bugün 16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi öğrencisi yedi genç “derin devlet tetikçileri” tarafından kolluk güçlerinin gözleri önünde, katledilmiştir. Günler öncesinde katliam hazırlığı yapıldığı yönündeki istihbarata rağmen hiçbir önlem alınmamış, katliama açıkça göz yumulmuştur. Sorumlular bilinmesine rağmen yıllar süren davanın üstü kapatılmış, katliamın arkasındaki güçler açığa çıkartılmamıştır.  Beyazıt katliamı faillerini yakalamak için peşlerinden giden polislere “dur” emri verenler bu katliamdan tam 17 yıl sonra 12 Mart 1995’te İstanbul Gazi Mahallesinde halkın üzerine ateş açılması emri verme pervasızlığını göstere bilmişlerdir.
      95’in 12 Mart günü dünyanın sayılı metropollerinden olan İstanbul da Alevi yurttaşlarımızın çoğunlukla ikamet ettiği Gazi mahallesine yönelik kanlı provokasyon günlerce sürmüş 22 yurttaşımız hayatını yitirmiş, göstermelik faillerinin yargılanması bile uzun yıllara yayılarak unutturulmaya gerçek faillerin izlerini kaybettirmeye ve bir bütün olarak unutturulmaya çabalanmıştır. Unutmak, unutturmak mümkün mü?
      Yazımın başında belirttiği gibi coğrafyamızda Mart ayı kanlı katliamlar ayı. 25 yıl önce Irak’ın kuzeyinde 16 Mart 1988 tarihinde gerçekleşen Halepçe katliamı başlı başına bir insanlık dramı olacak denli büyük bir katliamdır.   Kürtlerin, Asurîlerin ve Halepçe’de yaşayan diğer milletlerden halkların ulusal hak eşitliği mücadelesini hedef alan katliamda, Saddam Hüseyin rejimi tüm dünyanın gözleri önünde, 5000'den fazla çocuk, kadın ve erkeği kimyasal ve biyolojik silahlarla acımasızca katletmiştir.
      Nevroz kutlamalarına hazırlık yapıldığı sırada gerçekleştirilen insanlık dışı katliamın tek sorumlusu elbette ki diktatör Saddam Hüseyin değildir. Bölgeye ilişkin hesapları olan emperyalist ülkeler ve İslam ülkelerinin yönetimleri de yaşanan bu vahşeti seyrederek en az Saddam Hüseyin rejimi kadar büyük bir suç işlemişlerdir. 
      Gelen yeni günün aydınlığına rağmen Gazi, Beyazıt, Halepçe gibi katliamlar karşısında karanlıklar içerisinde kör, sağır, dilsiz kalanlar bugün de tarihin karanlık sayfalarına yenilerini eklemeye, katliamcılara, tetikçilere kol kanat germeye, yaşananların hafızalardan silinmesi için ellerinden geleni yapmaya devam etmektedir.
       Saddam rejimine sattıkları kimyasal ve biyolojik silahlarla Halepçe katliamının mimarlığını yapanlar “özgürlük” adına Irak’ı işgal ederek 1,5 milyon insanı katletmiştir. Irak’ta kendilerine bağlı kukla bir yönetim oluşturan başta ABD olmak üzere emperyalist ülkeler aynı senaryoyu hayata geçirmek için Libya’dan sonra bugün Suriye’yi hedef seçmişlerdir. 17 Mart günü ikinci yılını dolduracak olan Suriye iç savaşında bu iki yılın bilançosu 80 binden fazla can kaybı yüz bini aşkın yaralı ve şehirleri, köyleri bombalanarak 400 binden fazla insanımızın yerinden yurdundan koparılarak mürtecileştirilmiş duruma sokulmasıdır.
      Tüm yaşanan bu katliamlara rağmen çok iyi bilinmelidir ki ezilenlerin, emekçilerin dünyasında insanlığın hedef alındığı katliamları ve ardındaki kirli ilişkileri unutmak değil hatırlamak, unutturmamak esastır. Tüm insanlığın barış içerisinde yaşayacağı bir dünya mücadelesi veren halkların ve emekçilerin örgütlü gücü yeni katliamlar yaşanmasını engelleyebilecek tek güçtür.
     Ülkemizde, Ortadoğu coğrafyasında ve elbette tüm dünyada emekçilerin, ezilenlerin yok ve hor görülenlerin yılmaz bir savunucusu olarak Mart katliamlarında hayatını kaybedenleri saygıyla anıyor ve bu katliamları gerçekleştiren zalimleri bir kez daha lanetliyorum.