12 Haziran genel seçimlerinde ilk sonuçlar itibariyle AKP % 50, CHP % 26, MHP % 13 oranında oy alırken; Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu 36 milletvekili çıkardığı. Hemen hepsinin kendini bi biçimiyle başarılı saydığı veya sayabileceği bir sonuç ortaya çıktı.(Seçim öncesi düzenin efendileri tarafından da istenen tablo bu idi.)  Gelen ilk sonuçlara göre AK partisi artırdığı oy oranları ile, CHP artırdığı milletvekili sayısı ve 2007 seçimlerinde DSP katkılı yüzde 21'lik oylarını yüzde 262’lara çıkarmasıyla. MHP "baraj sorunu olmadığını olsa olsa garaj sorunu" olabileceğini göstermesiyle ve de Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu 36 milletvekiliyle oluşturacağı "güçlü" meclis grubuyla 2011 genel seçimlerinin galibi olduklarını veya en azından   "herşeye rağmen" seçimden başarılı çıktıklarını vaaz edecekler.

         Bu tabloyu oluşturmak için seçim öncesinde ve seçim sırasında siyasi partiler  yüzbinlerce seçim gönüllüsünü çok daha organize ve planlı biçimde seferber ettiler.
 
Toplamı 5-6 milyon kişiyi kapsayan 300'e yakın miting organize edildi. AKP, CHP gibi  ekonomik yönden güçlü partilerin aynı gün içinde 3-4 şehirde miting düzenlediği oldu. Medya, internet ve teknolojiyi çok daha etkin ve yoğun olarak kullandılar. Kitlelerin nabzını adeta günü gününe ölçerek söylem, vaat ve birbirlerine karşı kullandıkları polemik dili de kitlelere daha içerden görünen ve dinamik bir tarzda yaptılar. Yalnızca evlerin içine kadar ajitasyon-propaganda etkilerini değil organizasyon ve kitle mobiliz asyön ve manipülasyon etkilerini de artırdılar. Zenginlerin  siyasetinin  her zamankinden fazla “lider odaklı” görünmekle birlikte, asıl arka planındaki milyarlarca dolarlık dev çaplı zengin siyaset endüstrisi, özellikle de iletişim, ulaşım, organizasyon, manipülasyon tekniklerindeki gelişmenin ortaya çıkardığı yeni siyaset yapma tarzı ve ölçeği de görülmelidir. Zenginlerin siyasetinin tekelci yatırım ve organizasyon ölçeğinin de bir üst düzeye çıkmasıyla "2,5-3 partili" neoliberal demokratik sistem daha en başta buradan güvenceye alınmış olmaktadır
           Böylelikle zenginlerimiz  artık seçim barajlarına da pek gereksinme duymayacak biçimde hem geniş kitlelerce kabul gören siyasal güç yoğunlaşmasını ve merkezileşmesini buradan da tahkim etmekte, hem de önceki dönemlerde yüzde 40'a yakın bir yekûn tutan “kapsam dışı” oy oranını düzen parlamentarizmimin içine çekip neo liberal zenginlerin demokrasisini her iki yönden güçlendirmiş olmaktadır .( Baraj altında kalan tüm siyasi partiler 2011 seçimlerinde oy oranı olarak ta aldıkları oy miktarı olarak ta  daha da küçüldükleri çok net görünüyor.)
       İlk  etapta 2011 Milletvekili  seçimlerin iki temel sonucu veya çıkarımı şöyle yansıyor; 

       Düzen seçimlerinin, ilk bakışta birbiriyle çelişir görünen, ancak zengin sınıf ittifakının 8,5 yıllık AK Partisi deneyimini ve onun icraatlarının güçlü bir biçimde (%50 lik oy oranı gibi) güven tazelemesi, geniş emekçi yığınlarının hızla yoksullaşırken AK partisi uygulamalarına bir dönem daha sessiz kalmalarını, büyük sermaye gruplarının da olabilecek krizlerden bir kez daha zenginleşerek çıkması sağlamak olacaktır.


      İkilem gibi görünen bu gerçekliğin temelinde yatan birincil sebep; 2011 genel seçimlerinin "Zenginlerin sınıf iktidarındaki" tekelci ve mali gruplarının güç yoğunlaşması ve merkezileşmesinin yeni bir adımı olmasıdır. İkincisi, zenginlerin siyasetinin aşırı merkezileşmesinin sınırlandırılması ve bunu dengeleyecek mekanizmaların oluşturularak zenginlerin sınıf iktidarının toplumsal temellerinin genişletilmek, meşrulaştırmak ve sağlamlaştırılmak istenmesindendir. Her ikisi de neoliberal sistemin demokrasisine mündemiçtir ve birlikte bir bütün oluşturarak onu karakterize eden iki yönünü göstermesi açısından önemlidir. 
         Uluslararası sermaye ve onunla entegrasyonunu tamamlamış yerli mali grupların seçtirttiği temsilcileri aracılığıyla  ülkelerdeki parlamentoları dahi dışarda bırakarak,"çekirdek kabine, üst kurullar, küresel temelde G-7, G-20 " adlar adı altında daha üst ve daha merkezi mali  organlara taşıması hiç yeni bir şey değil.
         Yeni olan AK Partisi ve Sayın Erdoğan’ın  seçim öncesinden de açıkladığı yeni hükümet tasarımının da zenginlerin sınıf iktidarındaki güç yoğunlaşması ve merkezileşmesini artırmayı öngörmesidir. Yani anlayacağınız yeni dönemdeki uygulamalar ve yönetim tarzı geçmiş AK Partisi icraatlarını dahi mumla aratacak denli sermayenin azami kar daha fazla kar ilkesine hizmet edecek.     
        2011 Seçimlerinin  ikinci yansımasıysa, yine tekelci kapitalist sistem  ve TÜSİAD’ın seçim sürecinin son dönemlerindeki müdahalelerden kolayca görüleceği gibi, özellikle de AK Partisi elinde aşırı güç merkezileşmesini sınırlamak ve dengelemek, neo liberal demokratik sistemlerinin bekası için Ak Partisini frenleme görevi yapacak bir muhalefetin, oluşturulacak yeni anayasanın "uzlaşı ile" yapılmasını zorunlu hale getirecek bir meclis aritmetiği gerçekliğidir.
      Bu ikinci yansımanın da kendi içinde iki halkası vardır. Birincisi, başta yeni anayasa, yeni Cumhurbaşkanı‘nın belirlenmesi ve bir bütün olarak  devletin yeniden dizaynında zenginler arası değişen güç dengeleri ve ilişkilerinin yeniden kurumlaştırılması sürecinde, zenginlerin politik söylemiyle yöntem ve araçların artırılması, emekçi kitlelerin yine düzen içi güç ve yeniden yapılandırma mücadelelerinde piyon kılınmak istenmesidir. İkincisi ise, zenginlerin stratejik karar ve politikalarında zaten pek bir etkisi olmayan düzen parlamentarizminin kitleler ve toplumsal muhalefet açısından beklentilerini, "sosyal liberal kapsayıcılığını" ve çekim gücünü artırmaktır.(Emek ve Demokrasi Bloğunun desteklediği bağımsız adaylardan parlamentoya girenlerin isteyerek veya istemeyerek hizmet ettikleri ideoloji neo liberalimizdir.)

      2011 genel seçimlerinin sonucunda tekelci sömürü ve güç yoğunlaşmasının  merkezileşmesi yönün güçlenmesi   emekçilerin, kent ve kır yoksullarının üzerindeki sömürü ve egemenliğini her düzeyde yoğunlaştıracak ve hızlandıracaktır. Zengin - Yoksul "makası" daha da açılacak ve Zengin -Yoksul  arasındaki "uzlaşmaz" karşıtlığı  derinleştirecektir. İşte biz sınıf mücadelesi dinamiklerini de ilgilendirmesi gereken sonuç budur. 


     Seçim sonuçlarına dair mutlak görünmesi gereken ise, bu iki yönün bir bütün olarak kavranmasıdır. Yani zenginlerin sınıf egemenliğinin hem dikey olarak tekel de yoğunlaşması ve yeniden kurumlaştırılması, hem de yatay olarak (kitlelere ideolojisini kabullendirme açısından) etki ve kapsayıcılığının genişletilmesidir. Hızla "Liberal, sosyal liberal, reformist, sosyal demokrat, sosyalist, devrimci" ayrımlarının iyice silikleştiği ve zincirleme her türden düzen içi  ve dışı siyasetin egemenler tarafından emekçiler nezdinde aynılaştırılarak marjinaline edilmeye çalışıldığı görülmelidir.