Suriye’de tırmanan iç savaş ve müdahale çığırtkanlığı hız kazandı. Ülkemizin boylu boyunca içine dalacağı, paravan olacağı ve bölge dengelerini baştan aşağı sarsacak bir savaş kapıda görünüyor. Genişletilmiş Ortadoğu Projesi kapsamında emperyal güçlerle işbirliği içerisinde olan ülkemiz yöneticileri bölgenin yeniden dizaynının içine yerleşmek için, gerici Esad’ın devrilmesine dönük hamleler ve bu kapsamda ABD ve İsrail’in oyuncağı durumundaki Hür Suriye Ordusu’nun eğitimi ve desteklenmesi de dâhil etkin olarak yer alma gayretkeşliği içerisinde görünüyor.
 
      Emperyalist haydutluk, her ne kadar Irak ve Afganistan’da batağa saplanmış olsa da; emperyalist emellerinden kuşkusuz vazgeçmiyor. Bölgede kaos ve istikrarsızlığı daimi kılacak, kontrolü kendi elinde olmak üzere küçük parçalara böldüğü işbirlikçi devletler yaratmaya çalışıyor. Emperyalist egemenlik çatışması temelinde bölgenin yeniden paylaşılması, birbirlerinin etki alanlarını daraltma kapışması, savaş sanayisinin büyütülmesi, kendini yeniden ve daha gelişkin bir düzlemde üretecek yıkımların yaratılması var. Keza İran’a komşu Pakistan’da da durum farklı değil. Sürekli kaşınan mezhep çatışması, Irak ve Afganistan’da olduğu gibi yaşam alanlarında rast gele patlatılan bombalar eksik olmuyor.  Gelinen noktada Suriye, Esad karşıtı tepki de arkaya alınarak benzer bir duruma sürüklenmek isteniyor. Bu döngünün sürekli kılınmasında, bölge tarihsel-kültürel-sosyal yapısı itibariyle biçilmiş kaftan.
 
       Bu döngüyü tersine çevirecek, işbirlikçi bölge gericiliklerinin ve emperyalistlerin çarkına çomak sokacak ilerici gelişmeler, yakın zamanda bölgede “Arap baharı” olarak adlandırılan gelişmelerde ortaya çıktı. Şimdilerde, işçi ve emekçilerde istediğini alma, kazanma bilincini geliştiren bu “Arap isyanları” kontrol altına alınmak, çalınmak, kazanımları budanmak isteniyor. Emperyalist devletler Libya’da bu örneği yarattı.
 
      Şimdi benzer bir örnek Suriye’de yaratılmak isteniyor. Başlangıçta gerici Esad rejiminin baskısı, özgürlük yoksunluğu ve yoksulluğun biriktirdiği öfkenin, Mısır-Tunus örneklerinin tetiklemesiyle harekete geçmesi söz konusuydu. İlerleyen zamanda oluşturulan Suriye Ulusal Konseyi aracılığıyla hareketin üzerine oturuldu. Ardından Hür Suriye Ordusu kuruldu, hedef saptırıldı. Bu tablo içerisinde askeri müdahaleye karşı çıkan ve daha çok rakip emperyalist Rusya’nın etkisinde olan Ulusal Koordinasyon Komitesi de mevcut. Rakip emperyalist güçler olarak Çin-Rusya ittifakı ve hedefte olan İran faktörü bu tablonun başka bir boyutu.
 
       Bu yüzden batılı emperyalistlerin Suriye’de işleri Libya hatta Irak kadar kolay olmayacak. Başta ABD olmak üzere hepsi bunun farkında oldukları için müdahaleden önce Çin ve Rusya’nın “ikna edilmesi”, içerde “Esad karşıtları”nın birleştirilmesi üzerinde duruyorlar. Fakat Rusya-Çin emperyalist ittifakı, Afganistan ve Libya müdahale sürecinden aldıkları derslerle de bu mevzilerin düşmesine çıkarları açısından kolay müsaade etmeyecek gibi görünüyorlar.
 
       Buna rağmen ülkemiz neden bu kadar “cevval, pro-aktif “ bir yönelim içerisinde. Ne oldu, ne değişti? Daha düne kadar “komşularla sıfır sorun” stratejisi pazarlanıyordu. Suriye’yle sınır geçişi kolaylıklarını da kapsayan ticaret anlaşmaları, bölgede “model ortaklık”, ikili ilişkilerin büyütülmesi konuşuluyordu.
 
      Faktörlerden biri ülkemizin ekonomisinin giderek büyüyen cari açığı, devasa boyutlara varan sıcak para ihtiyacını Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt gibi petro-dolar zengini bölge ülkeleriyle ilişkiyi gerekli kılıyor.   Aynı zamanda bu cephede “ılımlı Sünni İslam” ittifakı arayışı  söz konusu. Bölgede geniş bir ağa sahip Müslüman Kardeşler de bu ittifakın bileşenlerinden olabilecek bir güç. Türkiye elini bunlar üzerinden güçlendirmeye de oynuyor.
 
        Ülkemizin  bir başka hesabıysa, her türlü imha politikasına karşı kendisini her geçen gün biraz daha sıkıştıran ve bölgesel bir karakter taşıyan Kürt meselesinin doğurabileceği sonuçları kontrol altına almak. Dört ülke(İran/Türkiye/Irak/Suriye) sınırları içinde yaşayan Kürt halkının birleşik yaşama iradesini ortaya koyması durumunda “orta doğuda çıkar” hesabı bulunan tüm emperyal   güçlerin bu gelişmeye karşı alacakları yakın, orta ve uzun vadeli tutumlar başta bu dört ülke olmak üzere orta doğu ve çevresindeki tüm ülke yönetimlerine kaygı veriyor.
 
      Bunlarla birleşik olarak Başbakanımızın son Güney Kore (Obama buluşması) / İran ve son olarak da Çin gezilerinin açıklanmayan muhtevasıyla düşünüldüğünde Çin gezisine çıkmadan verilen demeçlerde işaret edilen “10 Nisan” tarihi Suriye politikalarında diplomasinin değil silahlı müdahaleyi de içeren “kirli savaş konseptinin” uygulamaya konacağının işaretlerinin veriyor.