Bu 1 Eylül Dünya Barış gününde coğrafyamız ve tüm dünya halkları barış talebini alanlara çıkarak çok net bir biçimde  gösterdi. Emperyalistler halklarımızın barış talebine rağmen en ucuz bildik seneryolarını servis etmeye yüzsüzce devam ediyorlar. Dün, Saddam’ın “kimyasal silahları var” yalan propagandası eşliğinde Irak’ı işgale girişmişlerdi. Bugün benzer ithamlarla Suriye’ye saldırıya hazırlanıyorlar.
     Peki, ya o kimyasal silahla yapılan katliam, bizzat örgütledikleri ve destekledikleri çetecilerin işi çıkarsa ne olacak? Irak işgali zamanında yaşandığı gibi, Colin Powell benzeri bir görevli çıkar beş-on yıl sonra, “bürokratlar beni kandırdı” diye günah çıkarır. Saldırganlık ve işgal ise almış başını gitmiş, gerçekleşmiş olur. Günah çıkarmak da “örnek ABD demokrasisinin”!) yanlış yaptığını kabul etme erdemi gibi yansıtılır.
     Bir kere kurguda mantık hatası var, senaryo baştan arızalı. Esad, ÖSO’yu ve El Kaide’ye bağlı Nusra ‘yı geri püskürtürken, bazı şehirlerde söküp atarken, niye kimyasal silah kullanma gereği duysun ki? Buna inanmak için ya aşırı saf olmak gerekiyor ya da kötü niyetli. Hem de işgalci kötü niyet. Esad’ın ordusu yenilgiler alırken, Hama’da, Humus’ta mevzileri düşerken bu saldırganlığı gerçekleştirse, yenilmekte olan bir gücün intikam saldırıları diye nitelenebilirdi. Ancak uluslararası çevrelerde de (ülkemiz egemenleri ve yandaş medyasının yalan kusan propaganda ağı dışında) kabul edildiği gibi Esad ordusu, “muhalefeti” geriletiyordu.
      Beşar Esad iç savaşın kritik aşamalarında kamuoyu önüne çıkmazken son haftalarda sarayında mülakatlar vermeye başlamıştı. Böyle bir durumda kimyasal kullansa, uluslararası kurtlar sofrasında kendisine müdahale gerekçesi yaratacağı gün gibi ortada değil mi? Esad ve avenesi defalarca işgal gerçekleştirmiş emperyalistlerin müdahale etmek için çevirebileceği numaralardan bihaber mi, diplomasi tecrübesinden bu derece yoksun mu? Her türlü eleştirebiliriz, ama Suriye egemenlerini ve Esad sülalesini tecrübesizlikle eleştirmek, geçtiğimiz 50 yıllık Ortadoğu denklemini bilmemek, bu konuda cahil olmak manasına gelir.
       Takip ettiğim kadarıyla Suriye’de üç cephe var. Mücadele, iki güç arasında değil. Onurla, inatla halkının özgürlük iradesini temsil eden Kürt güçlerini berheva etmeye yönelik üç cepeli ve çok bilinmeyenli bir savaş. Diğer iki emperyalist ve gerici güç tarafından da saldırıya uğrayan, ancak ikisinin de güç yetiremediği bir Kürt halk gerçekliği var.
       Emperyalist efendilerinin yürü ya kulum dedikleri halk düşmanı çetelerin saldırılarına, kirli hesaplar peşinde koşan Barzani güçlerinin direnişi hançerleme girişimlerine karşı büyük fedakarlıkla barış için savaşan Rojava halkları var.
       Dünya Barış gününe inat başta ABD, İngiltere ve Fransa gibi emperyalist haydutlar olmak üzere saldırı hususunda hem fikir oldukları gözlemlene biliyor. Nasıl saldıracaklarını tayin etmeye çalışıyorlar. Saldırıya kamuoyunu hazırlamak için de basın yayın organlarında hazırlık tartışmalarını yansıtıyorlar. Üç gün sürecekmiş de, beş gün sürecekmiş de, belirlenmiş hedeflere hava saldırısı olacakmış da vb vb. Ne kadar sürerse sürsün, ne biçim de olursa olsun planlanan işgal harekatıdır, biz emekçi halkları detayları ilgilendirmez. Bilesiniz ki tüm planları lanetli ve kanlıdır.
       Planlanan saldırı, sadece Suriye’ye dönük değildir. İran’a dönüktür, Lübnan Hizbullah’ına dönüktür, hatta dolaylı olarak Rusya’ya dönüktür. Ortadoğu denkleminde ABD ve müttefiklerinin stratejisinin gerçekleşmesine taş koyan tüm kesimlere, güçlere dönüktür. Rojava’daki halk yönetimine dönüktür. ABD, İngiltere, Fransa, İsrail, Türkiye devletleri, ÖSO, Nusra bir cephe; Esad, İran, Lübnan Hizbullahı, Rusya diğer bir cephedir. Halkçı, devrimci bir seçenek olaraksa Rojava’nın yurtseverleri durmaktadır.
      Ortadoğu’da büyük Osmanlı hayalleriyle yola çıkan AKP Hükümeti, Nusracı eğitimi ve desteğinden bir adım öteye gidememektedir. Bölgesel güç olma hevesleri hüsranla neticelenmiştir. “Bağımsız ve şahsiyetli” dış politika dedikleri yaklaşımları tam bir ABD ve emperyalizm hizmetine, siyonizmin müttefikliğine demir atmıştır. Başbakanımızın ABD ve İsrail’i eleştiren söyleminin dumanı daha tüterken, pratikte Ortadoğu’da ABD ve İsrail stratejisinin, askerleri en rahat ölüme sürüklenebilecek basit bir unsuru olmaya çark etmişlerdir. Lafta emperyalizme ve siyonizme “dayılanıp” iş pratiğe gelince “tabii efendimci” yaklaşımı sürdürmek, AKP politikasının ana unsurlarından biri durumundadır.
      Biz ezilenlerin, yoık ve hor görülenlerin alacağı tavır doğaldır ki işgal karşıtlığıdır. Ortadoğu’da ve tüm dünyada halklar arası barışı dillendirmek, egemenlerin ekmeği üzerindeki yağı silip süpürmek anlamına gelecektir. Bu Dünya barış gününde yapılan ve dot düşman herkeslere gösterilen de budur. İlle de “Savaş, İşgal, Ölüm” diyenlere karşı inatçı ve mücadeleci bir “Barış, Yaşam, Özgürlük” iradesi yükselmiştir.Şimdi bu iradeyi kararlılıkla sürdürmek gerekmektedir.