1 Eylül Dünya Barış Günü tarihsel bağlarından kopartılıp salt barış çığırtkanlığına dönüştürülerek ve içeriği boşaltılarak gündemleştirilmek isteniyor. İçerisinde yaşamlarını sürdürmeye çalıştığımız kapitalizm, tarih sahnesine savaşlarla birlikte çıkmış bir sistemdir. İki asrı aşan bu kanlı tarihinde sayısız savaşın fitilini ateşleyen bu sistem, birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşlarıyla yıkıcılığının doruklarına tırmandırmasıyla milyonlarca insanın ölümüne sessiz kalmayan insanlık vicdanının tepkisiyle örgütlenmiş barış konferansının sonucunda kabul edilmiş bir gündür 1 Eylül Dünya barış Günü.
 
        Yüz milyonları katleden, ülkeleri enkaza çeviren, atom bombaları ve napalm silahlarıyla toplu kıyımlar gerçekleştiren, insanlığın başına faşizm belasını saran kapitalist/emperyalist sistem, tüm barış çığlıklarına rağmen doğası gereği kendi tarihinin en vahşi en yıkıcı dönemine ulaşmış durumda.
 
         Kapitalist emperyalizm, sadece devletlerarası savaş ve işgalci saldırılarla yetinmemiş, işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesine de aynı barbarlıkla saldırmış, toplumsal uyanışı bastırmak ve devrimci hareketleri ezmek için faşist darbeler organize etmiş ve beyaz terör estirmiştir. CIA güdümlü darbeciler, sadece Endonezya’da bir milyon civarında komünisti, bir hafta gibi kısa bir sürede boğazladılar.
 
         1990’lı yılların başında Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra “tarihin sonu”nu ilan eden düzenin efendileri, aynı anda Irak’a saldırdılar. Irak’a saldıran ABD komutasındaki emperyalist işgal orduları, çatışmalar bittikten sonra, Irak ordusu geri çekilirken, 200 bin Irak askerini çölde yakarak kül ettiler. Tarihte eşine pek rastlanmayan bu vahşete imza atan, kapitalist/emperyalist sistemin “en uygar” temsilcileriydi.
 
          1999 yılında eski Yugoslavya’ya saldıran emperyalist savaş aygıtı NATO, bu ülkeyi de yakıp yıktı. 2001’de Afganistan’ı işgal eden emperyalist ordular, B 52 ağır bombardıman uçaklarıyla ortalığı cehenneme çevirirken, “teröre karşı savaş” başlattıklarını iddia ettiler. 2003’de ise, Irak’a bir kez daha saldıran ABD ve suç ortakları, bu kadim ülkenin yarısını enkaza çevirdiler. On yıl süren işgal boyunca katledilen Iraklılar’ın sayısının 1.5 milyona ulaştığı tahmin ediliyor. Hal böyleyken, “demokrasi ve özgürlük” götürmek için Irak’ı işgal ettiklerini iddia eden emperyalistlerle suç ortakları, “sizi özgürleştirmek için katlediyoruz” diyecek kadar da pişkinler. Bu söylemler, ağır bir bedel ödeyen Irak halklarıyla küstahça alay etmekten başka bir anlam taşımıyor. 
 
         Afganistan ve Irak işgallerinden sonra, dünyanın farklı bölgelerinde çatışmaları kışkırtan kapitalist emperyalizm, Ortadoğu halklarına karşı yeni cepheler açtı. 2006’da İsrail ordusunu Lübnan halkının üstüne salan emperyalistler, son beş yılda Filistin’e de dört defa saldırttı siyonist orduyu. Bu saldırılar, hiçbir yasa ya da kuralın geçerli olmadığı, sivil halkı hedef alan vahşi girişimlerdir. Tunus ve Mısır halk isyanlarından sonra dinci işbirlikçilerini öne çıkaran sistemin efendileri, toplumsal sorunlardan kaynaklı isyanları hedefinden saptırmak için etnik, dinsel, mezhepsel farklılıkları körükleyip, halkları birbirine boğazlatma siyasetine ağırlık verdiler.
 
         2011’de Libya’yı yedi ay boyunca bombalayıp Kaddafi yönetimini yıktılar; ardından ülkeyi kökten dinci çetelere ve savaş ağalarına teslim ettiler. AKP iktidarının da suç ortağı olduğu saldırganlar, Libya’yı savaş ağalarının hesaplaştığı bir cehenneme çevirdiler; ülkenin birçok kentinde savaş veya çatışmalar, üç yıldan beri “olağan” olaylara dönüştü. Öyle ki, Libyalı emekçileri Kaddafi yönetimini mumla arar duruma düşürdüler. Aynı yıl Suriye’ye karşı “vekâlet savaşı” başlatan bu karşı-devrimci koalisyon, bu ülkenin birçok kentini de cehenneme çevirdi. 10 yıl ABD işgali altında kalan Irak’ta da, ABD’nin işbirlikçileri tarafından beslenen cihatçı çeteler, 2009’dan beri, neredeyse her gün sivil halkı hedef alan katliamlar gerçekleştiriyorlar. Bu çeteler, emperyalist sistemin efendilerinden güç alarak, bugünkü IŞİD olmaya muvaffak oldular.
 
         IŞİD olayı, kapitalist emperyalizmin ne tür ucubeler yaratabileceğini gösteren çarpıcı bir musibettir. Kapitalist uygarlığını en ileri temsilcilerinin Suriye’deki IŞİD ve El Kaide uzantılarına destek sunmaları ve bu katiller şebekesini güçlendirmeleri, emperyalist sistemin barbarlığın uç sınırlarına vardığını kanıtlamaktadır.
 
         Siyasal İslamcılar ile Suudi Arabistan, Katar ve elbette ülkemiz gibi işbirlikçi devletleri kullanarak bölgeyi bir savaş meydanına çeviren emperyalistler, çatışmalara fiili olarak katılmasalar bile, külfeti daha az olan “vekalet” savaşlarını sürdürüyorlar. Kendi orduları veya tetikçileri eliyle dünyanın farklı bölgelerinde savaşların fitilini ateşleyen sistemin vampir efendileri, dünyanın işçileri, emekçileri ve ezilen halklarına ölüm ve yıkımdan başka bir şey sunmuyorlar, sunamazlar da. 
 
        Kapitalist emperyalizmin tarihi de bugünü de, bu sistem var oldukça gerçek barışın bir özlem ve temenniden ibaret kalacağını sayısız kez kanıtlamıştır. Bu olgu, şu veya bu kişinin çok savaş istemesinden değil, bu sistemin yapısal özelliklerinden kaynaklanıyor. Yani savaş, kapitalizme mündemiç olan felaketlerden biridir. Özel mülkiyete, insanın insan tarafından sömürülmesine, baskı ve zora dayalı egemenlik sistemi olan kapitalizm sadece sınıf savaşını değil, yanı sıra döne döne gerici savaşlar da üretir. Salt yanı başımızdaki Ortadoğu’da bitmek bilmeyen savaşlar dizisine bakmak bile, kapitalist emperyalizmin nasıl da savaş ürettiğini gözler önüne seriyor.
 
        Gerici savaşlara, saldırganlığa, militarizme ve silahlanma yarışına karşı mücadele büyük önem taşıyor. Ancak bu mücadele savaş ve yıkımın sebebi olan kapitalizmi de hedef alacak genişlikte ele alınmalıdır. Gerçek barış isteyenlerin anti-kapitalist/anti-emperyalist mücadeleyi temel almaları şarttır. Kapitalizme karşı mücadele, gerçek barış uğruna verilen en tutarlı mücadeledir. Sakın ola bu gerçeklik unutulmaya.